“Hikmet, mü’minin yitiğidir, onu nerede bulursa almaya en çok o hak sâhibidir.” (Hadîs-i Şerîf)
Kur’ân’da yirmi yerde geçen hikmet kavramı, İslâmî literatürde çok geniş anlamlar taşımaktadır. Hikmet, sâdece teorik bir bilgi olmayıp, bu bilginin hayâta geçirilmesiyle gerçek anlamını kazanmaktadır. Bu sebeple Kur’ân, hikmetin zirvesi iken (Kamer, 54/5); Hz. Peygamber (sav) onu hayâta uygulayan ve onun öğreticisi konumundadır. (Cuma, 62/2)
Hikmetle ilgili olarak Bakara sûresi 269. âyette şöyle buyrulur: “O, dilediğine hikmeti verir ve kime hikmet verilirse o kimse birçok hayra nâil olmuş demektir. Bunu ise ancak derin kavrayış sâhibi olanlar düşünüp anlarlar.” İmam Mâtürîdî bu âyeti tefsîr ederken orada geçen hikmetin dört anlamı olduğunu söylemiştir. Bunlar: “Nur”, “Hidâyet”, “Ruh” ve “Şifâ”dır. Ona göre kişi, nurla eşyânın mâhiyetini görür. Hidâyet ile hayırları idrâk eder ve helâk olma yerlerinden korunur. Ruhla bütün canlılar hayat bulur. Dolayısıyla kişi, onunla huzûra kavuşur. Şifâ ile de hem maddî hem mânevî hastalıklar ve âfetler yok olup gider. (Mâtürîdî, Te’vîlâtü’l-Kur’ân, 2/215) Buna göre hikmet, bir araç değil, sonuçtur. Buradan hareketle hikmetin elde edilip edilmediğinin sağlaması şu şekilde yapılabilir: İnsanlar Kur’ân’ı ve sünneti doğru anlayıp onu hayatla doğru şekilde buluşturdukları zaman bireysel veya toplumsal olarak hidâyete, aydınlığa, huzûra (itmînân) ve şifâya kavuşacaklardır. Anlayış ve yorumlarında isâbet edemedikleri zaman bu dört kavramın zıddı olan dalâlete, karanlığa, huzursuzluğa ve hastalığa duçâr olacaklardır.
Unutulmamalıdır ki hikmet, hayâtın sâdece bir alanıyla ilgili değildir. Kur’ân’da kendisine hikmet verilen peygamberlere dikkat edildiğinde, onların vahiyle irtibatlı olmalarının yanı sıra farklı mesleklere sâhip olmaları bunu açık bir şekilde göstermektedir. Kur’ân-ı Kerîm’de, kendisine hikmet verilen kimselerden biri olarak gösterilen, aynı zamanda doktor olan Lokman Hekim bu açıdan önemli bir örnektir. Lokman sûresinde, “Şüphesiz biz Lokman’a hikmet verdik”buyrulduktan sonra onun, oğluna yapmış olduğu tavsiyeler zikredilmiş ve mânevî yönlerine vurgu yapılmıştır. Dikkat edilecek olursa doktor olan Lokman Hekim, kâinattaki âyetleri araştırıp onlardan maddî ilaçlar ürettiği gibi vahyi de araştırıp okumakta ve böylelikle hikmete ulaşmaktadır. Bu örneği diğer alanlar için de düşünebiliriz. Kişi, hangi meslekte çalışırsa çalışsın, işini doğru yaptığı zaman, karşısına çıkan olayları ve hâdiseleri doğru okuduğu zaman ve bunları vahiyle birleştirip Efendimizin (sav) yolunu tâkip ettiği zaman hikmete ulaşabilecektir.
Hz. Peygamber (sav) bir hadislerinde hikmeti, işin özünü ve rûhunu yakalamak anlamında kullanmıştır: “Bir ilim meclisine oturup hikmetli sözler dinledikten sonra, bu meclisten bahsederken sâdece işittiği kötü kısımları aktaran kimsenin durumu, şu adamın hâline benzer: Bir kişi bir çobana gelip, ‘Ey çoban! Süründen bana bir koyun kes!’ der. Çoban da, ‘Git, en iyisinin kulağından tut ve al’ diye karşılık verir. Bunun üzerine adam gider, sürünün köpeğini kulağından tutup getirir.” (İbn Mâce, “Zühd”, 15) Burada hikmetten mahrum olan kişi; bir bilgiyi aldığı zaman onun faydalı yönlerini almak yerine, zararlı ve işe yaramaz kısımlarına odaklanan kimse olarak tasvîr edilmektedir. Bu hadîsi şerh eden Münâvî, koyun yerine köpeği getiren kişinin; zararlı olanı, faydalı olana tercîh eden kimselere benzetildiğini söylemiştir. Bu benzetmede, hikmetin sâdece bilgiyi elde etmek değil, aynı zamanda o bilgiden doğru, faydalı ve yapıcı olanı seçme becerisi olduğu da vurgulanmaktadır. Bu hadîs-i şerîfte tenkîd edilen husus; işin özüne inmeme, yapılması gerekeni yapmama ve hükümde isâbet edememe durumudur. Kişinin, hakîkatin derinliğine nüfûz edemeyip yüzeysel, yanlış ve faydasız kısımlarla meşgûl olması eleştirilmektedir.
Hz. Peygamber’in (sav) bu yaklaşımı aslında vahyin bir tecellîsidir. Zîrâ Cenâb-ı Hakk Ashâb-ı Kehf kıssasını zikrederken, asıl alınması gereken dersi göz ardı edip onların kaç kişi olduğunu tartışanları tenkîd etmiş ve Peygamberi’ne, “Onlarla bu konuda tartışma!” (Kehf 18/22) buyurmuştur. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Efendimiz (sav) bu anlayışı sahabilerine de aynı şekilde öğretmiştir. Hz. Hüseyin şehîd edildiğinde Abdullah ibn Ömer’e Kûfeli biri gelmiş ve ihrâmının üzerindeki sinek kanının hükmünü sormuştu. Bunun üzerine İbn Ömer ona kızmış ve “Bana Hz. Hüseyin’in kanının hükmünü sor” demiştir. İbn Ömer bu tepkisiyle hem Hz. Hüseyin’i Kûfe’ye dâvet edip daha sonra ona sâhip çıkmayarak onlarca ehl-i beytle birlikte Hz. Hüseyin’in de ölümüne sebep olan Kûfeliler’e kızmakta hem de sorulması gereken asılları terk edip ayrıntıları yaparak kibirlenenleri azarlamaktadır. Günümüzde de benzer şekilde insanlar, ya vahyi doğru okuyamamaktan, ya aklı gerektiği gibi kullanmamaktan, ya da kasıtlı olarak gerçeği çarpıttıklarından dolayı hakîkatten sapmakta ve meselelere hikmet eksenli yaklaşamamaktadırlar. Bugün İslâm dünyâsının çektiği sancıların temelinde aynı yaklaşım yatmaktadır. Gazze yanarken Müslümanların İslâm birliği yerine ayrıntılara āit konuları tartışması maalesef hikmetten uzaklaşmanın bir netîcesidir.
Yüce Mevlâmız hepimizi hikmeti arayanlardan ve onu bulanlardan eylesin. Âmîn.
Temmuz 2025, sayfa no: 66 – 67
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak