Ara

Mü’minin İlk Baharı, Kur’ân-ı Mecîd

Mü’minin İlk Baharı, Kur’ân-ı Mecîd

Âlemleri yoktan vâr eden Rabbimizin biz kullarını muhâtab alarak, yüce kelâmı Kur'ân-ı Kerîm’i bahşetmiş olması, kullar için izzet ve şerefin en yücesi ve en muhteşemidir. Zîrâ o kitap, bizler cennete yükselebilelim diye gökten sarkıtılmış mânevî bir iptir. O yüce kitap, nice imtihanlarla dolu dünyâ hayâtında biz mü’minler için bahşedilmiş huzur ve saâdet haritasıdır. O Kur'ân-ı Mecîd, nefsânî ve şeytânî nice hastalıkların etkisiyle gaflet ve cehâlet illetine mübtelâ olmuş bîçâreler için ilâhî hikmetler eczânesidir. O kitap öyle bir kitaptır ki; “Onda herhangi bir kusur, yanlışlık, eksiklik yoktur. Çünkü o, her şeyi en mükemmel şekilde yapan ve bütün övgülere lâyık olan Allah katından indirilmiştir.” (Fussilet, 42.) 

De ki: “Her kim Cebrâil’e düşman ise, bilsin ki o, Allâh’ın izni ile Kur’ân’ı; önceki kitapları doğrulayıcı, mü’minler için de bir hidâyet rehberi ve müjde verici olarak senin kalbine indirmiştir.” (Bakara, 97.)

Âyet-i Kerîme’den anlaşıldığı üzere “Kur'ân-ı Kerîm ve Hazreti Peygamber” denilince ilk akla gelmesi gereken hakîkat, yüce kitâbımızın Rasûlullah Efendimiz (sav)'in kalbine inmiş olmasıdır. Vahyin O'nun kalbine inmesi demek; şahsiyetine, kişiliğine ve ahlâkına yansıması demektir. Bu hakîkati izah mâhiyetinde, Âişe-i Sıddîka vâlidemizin, “Bize Rasûlullah (sav)'in ahlâkından haber ver” diye soranlara verdiği cevap ne kadar câlib-i dikkattir: Siz Kur'ân okumuyor musunuz? O'nun ahlâkı Kur'ân’dı! (Ebû Dâvûd, Tatavvu’, 26) 

Öyle ise bu kitâbın biz mü’minlerin de kalbine inmesi şarttır. Nitekim kalb, beden ülkesinin sultânı, başkentidir. Hak dostları derler ki; “Kalb uzuvların efendisidir. Kalb bir iş husûsunda yapın der, onlar da yapar.”

Kalbe giden üç tâne yol vardır; dil, akıl ve davranışlar. Bu üç yolu kullanarak Kur'ân-ı Mecîd'i kalbimize indirmek için gayret göstermeliyiz. Bilinmelidir ki Kur'ân; dilden kalbe tilâvet yolu ile iner. Akıldan kalbe tefekkür ile iner. Davranışlardan kalbe ise güzel ahlâk ile iner. Yüce kitâbımız bu üç yoldan kişinin kalbine iner ve orada birikirse, böylelikle Kur’ân o kişiyi diri kılar ve kişiyi “İnsan-ı Kâmil” noktasına taşır. Muhammed Şa'ravi hazretleri bu hakîkati ne güzel bildirir: Senden istenen cebinde bir mushafın olması değil, ahlâkında bir âyetin okunmasıdır!

Hasan-ı Basrî hazretleri buyurur: “Kur'ân, Rabbimiz tarafından bize gönderilen ve O’nun buyruklarını içeren mesajlar bütünüdür. Biz onları namazlarımızda düşünerek tilâvet eder, Rabbimiz ile baş başa kalmak için bir köşeye çekildiğimizde üzerinde tefekkür ederiz. İbâdetlerimizde, gündelik hayatta da onları uygularız.” (Kûtü’l-Kulûb)

Mâlik b. Dînâr hazretleri buyurur: “Ey Kur'ân okuyanlar, Kur'ân sizin kalblerinize ne ekti? Çünkü Kur'ân mü’minin ilkbaharıdır. İlkbahar yağmuru yeryüzü için ne ise, Kur’ân da mü’min için odur.” Kur'ân-ı Kerîm, biz mü’minlerin değişmez mevsimi, ilkbaharıdır. 

Kur'ân-ı Kerîm’i Nasıl Okumalıyız?

İmâm-ı Gazâlî Hazretleri, Kur'ân okuma edebini şöyle anlatır: “Kur'ân okuyacak kişi abdestli, edebli ve ağırbaşlı olmalıdır. İster ayakta, ister oturmuş olsun, kıbleye yönelmelidir. Başını hafifçe öne eğmeli, bağdaş kurmuş, yaslanmış olmamalı ve kibirli havaya bürünmemelidir. Tıpkı hocasının önünde oturduğu gibi oturmalıdır. Kur'ân’ın en fazîletli okunuşu, namazda kıyamda olanı ve câmide yapılanıdır. Amellerin en fazîletlisi işte budur. Abdestsiz okumanın da, yatağına uzanarak okumanın da elbette sevâbı vardır, lâkin azdır.”

İslâm’ın okuma dediği eylem, dört âzânın işlev gördüğü eylemdir. Bir okuma eyleminde, göz görür, dil telaffuz eder, akıl tercüme eder, kalb de tavır alır. Yâni, göz görecek, dil harfleri mahrecinden çıkarıp telaffuz edecek, akıl okunan bölümü anlayıp, tercüme edip kalbe aktaracak, kalb de ona göre tavır alacak. Meselâ göz görür, dil telaffuz eder, ama okunan bölüm anlaşılmadığı için akıl tercüme etmez ve kalbe aktarmazsa buna okuma denmez. Akıl okunan bölümü anlayıp, tercüme edip kalbe aktarmalı, kalb de ona göre bir tavır almalı ki buna okuma densin. Peki, kalb nasıl tavır alır? Okunan âyetlerde eğer cehennem, azap, vaîd konuları gündeme gelmişse kalb korkar, titrer, ürperir. Eğer cennet, rahmet, nîmet konuları zikredilmişse kalb sevinir, coşar, taşar ve heyecandan kabına sığmaz bir hâl alır. Eğer kâfirlerin, müşriklerin, ehl-i kitâbın Allâh’a iftirâlarının gündeme geldiği âyetler okunuyorsa kalb saygıdan boyun büker, onlar adına Allah’tan özürler dileme makāmında olur. “Estağfirullâh, yâ Rabbi Sen’in hakkında nasıl diyebildiler bunu? Nasıl cesâret edebildiler Sana karşı bu iftirâlara? Yâ Rabbi ben o ahmaklar adına Sen’den özür diliyorum!” deme konumunda olur kalb. Tabii okunan âyetlerin mânâsı anlaşılmayınca kalbin bu tür tavırlar alması mümkün olmayacaktır. 

Hak Dostlarından biri, “Benim her Cuma, her ay ve her sene yaptığım farklı farklı hatimlerim vardır. Ayrıca otuz sene önce başlayıp da hâlâ bitiremediğim bir hatmim var.” demiştir. Bu farklı hatimler, onun tefekkürünün ve üzerinde düşünüp araştırmasının derecesine göre değişiklik arz etmektedir.

Hazret-i Ali (kv): “Allah Resûlü (sav)’in diğer insanlardan gizleyip bana verdiği hiçbir sır yoktur. Sâdece Allah Teâlâ, Kitâbı’nı anlama konusunda bir kulunu (kendisini kastetmektedir) nasiplendirmiştir, o kadar…” buyurarak Kur’ân’ı anlama husûsunda insanların nasiplerinin farklı farklı olduğunu ifâde etmiştir.

“Kur'ân-ı Kerîm'i Ağır Ağır Okumalıyız!”

Allah kelâmı üzerinde düşünmek ve Murâd-ı İlâhî’yi iyice kavrayabilmek için ağır ağır okumak zorundayız. Müzzemmil Sûresi’nin beyânıyla “Tertîlâ” okumalıyız. Yâni yavaş yavaş, tertîl ile mânâya nüfûz ederek, düşüne düşüne, tedebbürle, tefekkürle okumalıyız.

Bir adam, Allah Resûlü (sav)'in yanına Kur’ân öğrenmeye gelmişti. “Kim zerre kadar iyilik yapmışsa onu(n karşılığını) görecek, kim de zerre kadar kötülük yapmışsa onu(n karşılığını) görecektir.” (ez-Zilzâl, 7-8) âyetlerini duyunca, “Bu kadarı bana yeter.” deyip, çekip gitti.

Peygamber Efendimiz (sav), o adam için, “Bu adam Kur'ân’ın mânâsını kavramış olarak gitti.” buyurdular. (Ebû Dâvûd, Ramazan, 9/1399, Ahmed, Müsned, II, 169)

Kur'ân-ı Kerîm en büyük mihenktir. İnsanın kendisini ve Rabbini tanıma rehberidir. Bu hususta Abdullah İbni Mes’ûd (r.anh) şöyle buyurur:

“İnsan kendisinin iyi biri mi, yoksa kötü biri mi olduğunu bilmek istiyorsa, Kur'ân’a sorsun. Eğer Kur'ân’ı seviyor ve ondan hoşlanıyorsa, Allah da Peygamberi de onu seviyordur. Kur'ân’dan hazzetmiyorsa, Allah ve Rasûlü de ondan hazzetmiyordur.”

“Kur'ân’ı başka bir maksatla değil, sâdece Allâh’a kulluk adına okumalıyız!”

Kitâbımızın ilk inen Alak sûresi “oku” emriyle başladıktan sonra, neyin okunacağı, ne adına okunacağı konusunda bilgi verir. “Yaratan Rabbi’nin adıyla oku” (Alak, 1.) Oku! Ama Rabbinin adıyla, Rabbin adına, Rabbin nâmına oku. 

Hadîs-i Kudsî’de Allah Teâlâ şöyle buyurur: “Kim Bana duâ edemeyecek ve Ben’den bir istekte bulunamayacak kadar Kur'ân’la meşgûl olursa, ona şükredenlerin sevâbından daha fazlasını veririm.” (Tirmizî, Sevâbu’l-Kur’ân, 25; Dârimî, Fedâilü’l-Kur’ân, 6) Bir hadîs-i şerîfte ise: “Kur’ân dostları, Allâh'ın dostları ve O'nun seçkin kullarıdır.” buyrulmuştur. (İbn-i Mâce, Mukaddime, 16; Ahmed, Müsned, III, 242)

Süfyân-ı Sevrî hazretleri “Kişi Kur’ân okuduğunda melek onun gözlerinden öper.” buyurur.

Hasan-ı Basrî hazretleri, “Vallâhi, Kur'ân’la haşır-neşir olmaktan daha büyük bir zenginlik, Kur'ân’a uzak durmaktan daha kötü bir fakirlik olamaz.” buyurur.

Hazret-i Ali (kv), “Üç şey insanın zihnini güçlendirir ve uyuşukluğunu giderir: Misvak kullanmak, oruç tutmak ve Kur'ân okumak.” buyurmuşlardır.

“Kur'ân’ı gece okuyacağız. Gece Kur'ân’la berâberlik kuracağız.”

Müzzemmil Sûresi’nin beyânıyla Kur'ân’ın anlaşılabileceği en uygun vakit gecedir. “Şüphesiz, gece kalkışı daha tesirli ve o zaman okumak daha elverişlidir.” (Müzzemmil, 6.) Gündüz farklı dertlerimiz vardır. Ama gece öyle değildir. Gece Rabbimiz (cc)’le daha bir başbaşa olabiliyoruz. Aceleye gerek yoktur gece. Çünkü bizi bekleyen birileri yoktur, telefon yoktur, randevu yoktur, beklediğimiz yoktur, bekleyenlerimiz yoktur. 

“Okuduğumuz bu Kitâb’ın, ilgi kurduğumuz âyetlerin alelâde sözler değil Allah sözü olduğunu, ‘Kavlen Segîlâ’ ağır bir söz olan bir vahiy olduğunu unutmayacağız.”

“Hâmil-i Kur'ân olacak, Kitâb’a kuvvetlice sarılacak, bütün ciddiyetimizle tutunacağız.” 

Kur’ân’dan istifâde edebilmenin bir başka şartı da, okumak için Kitâbı elimize aldığımızda kalb, kafa ve gönül huzûru içinde bütün dikkatimizi, ciddiyetimizi, himmetimizi, gayretimizi kelâma teksîf etmektir. Bütün varlığımızla kelâmı anlamaya yönelmek zorundayız.

Abdullah ibn Mes'ud (r.anh) bu husûsu şöyle ifâde buyurur: “Kur'ân’ın hâmili, insanlar uyurken geceyi ihyâ etmesiyle, insanlar yiyip içerken gündüzü değerlendirmesiyle, insanlar sevinirken hüznüyle, insanlar gülerken ağlamasıyla, insanlar boş sözlere dalarken susmasıyla, insanlar böbürlenirken alçak gönüllülüğü ile tanınır ve bilinir. Hâmil-i Kur’ân’ın, vakur ve yumuşak huylu olması, katı ve tartışmacı olmaması gerekir. Hâmil-i Kur'ân’ın, bağırıp çağıran, gürültücü, patırtıcı ve keskin dilli olmaması lâzımdır.”

Allâhım! Kur'ân-ı Kerîm’i gönlümüzün ilkbaharı, sadırlarımızın nûru, üzüntülerimizin dağılmasına ve sıkıntılarımızın ortadan kalkmasına vesîle kıl! Âmîn…

Ocak 2024, sayfa no: 16-17-18-19

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak