Ara

Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin İrşad Faaliyetleri

Mürşidinin yanında seyr u sülûkunu tamamlayan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, şeyhi tarafından memleketine gönderilir. Şiraz, İsfehan ve Hemedân güzergâhında gerçekleşen dönüş yolculuğu boyunca uğradığı yerlerde tebliğ görevini gerçekleştirir. Süleymaniye’ye gelen Hâlid-i Bağdâdî bölge ulemâsı ve eşrâfı tarafından sevinç ve coşkuyla karşılanmıştır. Bağdat ve çevresindeki evliyâ kabirlerini ziyâret eden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, 1226/1811’de Bağdat’a gelerek Abdülkâdir Geylânî Zâviyesine yerleşmiştir. Yerleştiği bu zâviyede Mevlâna Hâlid-i Bağdâdî’yi başta Bağdat vâlisi Saîd Paşa olmak üzere Bağdat ulemâsı ve bürokratları ziyâret etmiştir. Said Paşa ziyâreti sırasında el-Bağdâdî’nin celâl ve satvetinden çok etkilenmiş, şeyhten duâ talep etmiştir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kendisine duâcı olduğunu belirttikten sonra kendisine; “Kıyâmet gününde herkes kendisinden sorulacaktır. Fakat sen hem kendinden hem de velâyetin altında bulunan bütün insanlardan sorulacaksın. Bunun için Allah’tan sakın ve azâbına sebep olacak şeylerden kaçın” diye nasîhatte bulunmuştur. Said Paşa’nın samîmî hâli ve iyi niyeti karşısında Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî vâlinin îman gücüne hayranlığını belirtmiştir. Bağdat’ta sevenleri ve bağlıları sayıca artmaya başlayınca Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye duyulan tepkiler de belirmeye başlamıştır. Bunlardan birisi Berzençli Şeyh Ma’ruf’un (ö. 1254/1838) Mevlâna Hâlid’i tekfiridir. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye yönelik suçlamaları içeren Tahriru’l-hitâb fi’r-reddi alâ Hâlid el-Kezzâb isimli bir kitap telif etmiştir. Şeyh Ma’ruf yazdığı risâleyi Bağdat vâlisi Said Paşa’ya göndermiş ve el-Bağdâdî’nin Bağdat’tan çıkarılması gerektiğini belirtmiştir. Said Paşa’nın; “Sübhânellâh! Mevlânâ Hâlid Müslüman değilse kim Müslümandır? Bu mektubu yazan ya delidir, ya da kalb gözü kör olmuş inad sâhibi biridir” diyerek mektubu yere attığı nakledilmiştir. Daha sonra Bağdat’tan Süleymaniye’ye geçen Hâlid-i Bağdâdî, 1233/1817 yılından itibâren irşad faaliyetlerini Süleymaniye’de sürdürür. Urfalı Şeyh Hâfız, Ahmed Eğribozî, Şeyh Feyzullah Erzurumî’ye burada hilâfet verir. Tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf derslerini vererek burada ilmî atmosfer vücûda getirir. Süleymaniye’deki irşad faaliyetleri karşılık bulmuş, tesir halkası oluşturmuş, etkisi dalga dalga hissedilir olmuş, Mekke, Medine, Kudüs, Halep, Medinetü’s-Selâm, Basra, Kerkük, Erbil, İmâdiye, Cizre ve Mardin, Gaziantep, Urfa, Diyarbakır gibi şehirlerden gelen ilim erbâbı kendisiyle mülâkî olmuş ve kendisine bağlılıklarını beyân edip dersler almıştır. Anadolu, Hindistan, Afganistan, Dağıstan, Mısır, Mâveraünnehir, Amman ve Mağrib halklarından çok sayıda insan kendisine intisâb ederek inâbe almıştır. Süleymaniye’den bahsi geçen bölgelere etkisi her geçen gün artan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî tekrar Bağdat’a dönmüş ve Dâvud Paşa’nın vâliliğine kadar Bağdat’ta kalmıştır. Bağdat’tan ayrıldıktan sonra 1822 yılında Şam’a giden Hâlid-i Bağdâdî irşad faaliyetleri burada sürdürmüş; Şam’da harap durumdaki mescit ve medreseleri tâmir ettirmiştir. Şâir ve ediplerden Şâhin el-Attar, Mûsâ es-Sıbâî, Muhammed el-Hanefî ed-Dımaşkî, Ubeydullah Haydarî el-Hâlidî, Osman b. Sened en-Necdî, Abdulkadir Sıdkı el-Haydarî’nin methine mazhar olmuştur. Gulam Ali adıyla tanınan şeyhi Şah Abdullah ed-Dihlevî’nin (ö.1240/1824) yanında seyr u sülûkunu tamamlayan Nakşibendiyyenin Müceddidiyye koluna âit usûlleri benimseyen, Nakşibendiyye tarîkatını geniş coğrafyada güçlü bir şekilde temsil eden Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî, kendisinden sonra Hâlidiyye adıyla bilinen Müceddiyye şûbesinin vücûda gelmesini sağlamıştır. Hâlidiyyenin teşekkülünde Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin fikirleri ve yetiştirip farklı coğrafyalara gönderdiği halîfelerinin çok büyük katkısı olmuştur. Müridlerine, halîfelerine, dostlarına ve yöneticilere gönderdiği mektuplarında İslâmî meseleleri açıklığa kavuşturmuş, tasavvufî anlayışını ortaya koymuş ve birtakım i’tikâdî ve kelâmî tartışmalara açıklık kazandırmıştır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Süleymaniye, Bağdat ve Şam’daki faaliyetlerinin bölgede tasavvufa yönelik ilginin artmasına yol açtığını görmekteyiz. Medrese ve tekke bütünlüğünü sağlayan çabaları, ilmiye sınıfının etrâfında halkalanmasına yol açmıştır. Onun merkez zâviyesi hem ilmî sorunların hem de tasavvufî meselelerin çözüme bağlandığı merkez olmuştur. Bağdat’taki çalışmaları muhâliflerinin de hayranlığını celbetmiş ve aradaki soğuklukların giderilmesine yol açmıştır. Örneğin Şeyh Maruf eski tepkisel tavrını değiştirip Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’ye saygı duymaya başlamıştır. Mevânâ Hâlid-i Bağdâdî Osmanlı Devleti’ni İslâm'ın son kalesi olarak görüyordu. Şam’dan İstanbul’daki halîfelerine gönderdiği mektuplarında Osmanlı devletini İslâm’ın hâmîsi olarak görmekte, Osmanlı’nın muzafferiyeti için duâcı olmakta, müridlerine her sabah ve her akşam Osmanlı’nın hâkimiyeti için duâcı olmalarını tembih etmektedir. İstanbul’a gönderdiği ikinci halîfesi Abdülvahab el-Sûsî’ye; Osmanlı Padişahını Müslümanların emiri ve İslâm’ın Halîfesi olarak gördüğünü belirtmekte, Halîfenin din düşmanlarını mağlûb etmesi için duâda bulunmasını nasîhat etmektedir. İbrahim İsmetbuli isimli mürîdine verdiği icâzetinde, şu şekilde duâ ederek zikrini tamamlamasını ister: “Allah Sultânımızı korusun ve ona, İslâm’ı savunmak için yardım etsin, ordularına karada ve denizde zaferler bahşetsin, yüce sünnet dirilsin ve güçlensin ve Peygamberin şerîat bayrağı onun ve onun nâzırları, adamları tarafından daha da yükseltilsin; düşmanları da bozguna uğrasın çünkü onun düşmanları İslâm’ın da düşmanlarıdır.” Yüzyılın ikinci çeyreğinde İstanbul’un önemli ulemâsından mürîdi Mekkîzâde Mustafa Âsım’a gönderdiği mesajda, Sultan’dan “Genel Halîfe” diye söz etmiştir. İstanbul'daki diğer müridlerine de şöyle yazmıştır: “Sultânımızın zaferi ve (yüce) desteği için, din düşmanları ve kâfirlerin mahvolması için gece gündüz duâ etmek bizim görevimiz.” 12 Zilkade 1242/1826 Cuma günü Hakk’a yürüyen Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî kutlu bir ömür sürmüş, ömrü boyunca ilim öncülüğünü yapmıştır. Osmanlı devletine olan bağlılığı, merkezî otoritenin güçlenmesine olan katkısı ve gönderdiği halîfeleriyle İslâm dünyâsında Müslümanların vahdetini önemsemiştir. Tekke ve medrese ayrışması yerine zâviyesini ilim merkezi hâline getirmiş, İbn Abidin gibi güçlü âlimlerin mürid halkası içerisinde yer almasını sağlamıştır. On dokuzuncu asırda İslâm dünyâsının parçalanmasının önüne geçmeye, İslâm dünyâsında ictimâî hayâtın ıslâhına gayret etmiştir. Mevlânâ Hâlid-i Bâğdâdî’nin vefâtından sonra irşâd makâmına geçen ve Şam’da görevlendirilen bazı halîfelerin yanında değişik bölgelerde görevlendirilen halîfelerin varlığı da bilinmektedir. Bu Halîfeler vâsıtasıyla Hâlidiyye tarîkatı Irak, Filistin, Mısır, Hicaz, Endonezya ve Anadolu’da yayılmıştır. El-Bağdâdî’nin irşâd için Anadolu’ya göndermiş olduğu halîfelerini ise şu şekilde sıralayabiliriz: 1. Abdullah Şemdinî (ö. 1228/1813) 2. Ahmed Eğribozî (ö. 1250/1835) 3. Hâlid el-Cezerî (ö. 1255 /1839) 4. Muhammed Kudsi Bozkırî (ö. 1269/1852) 5. Tâhâ el-Hakkârî (ö. 1269/1852) 6. İsmâil Şirvanî (ö. 1270/1853) 7. Ahmed b. Süleyman el-Ervâdî (ö. 1275/1858) 8. Muhammed el-Hânî (ö. 1279/1862) 9. Abdülfettah el-Akrî (ö. 1281/1864) 10. Muhammed el-Firâkî (ö. 1282/1865) 11. Osman Sirâcüddin et-Tavilî (ö. 1238/1822) 12. Ahmed Siyâhî (ö. 1294/1874 ) 13. Abdullah Mekkî el-Erzincanî 14. Muhammed Hafız er-Ruhavî 15. Ali Sebtî Prof. Dr. Kadir Özköse

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak