Kardeşlerimiz Sami Ramazanoğlu (k.s.) hakkında yazı istediler bizden. Ne yazabilirim diye hayli düşündüm. Camide sabah evradını okurken gönlümde hatıralar canlandı; belki de duygulanıp gözümden yaşlar boşandı. Elime kağıdı-kalemi aldığımda, adeta kağıt-kalem dillendi, ben sustum. Kağıt; Hakk'ın zikriyle, fikriyle, sonsuz azametini tefekkürle kalbi nur bir velî idi deyip, ekledi durdu. Biiznillah bu nurla baktığı gönüller hep aydınlıktı. Nazarlarıyla ölü kalpler diriydi. İsyanla kuruyan göz pınarları daima aşk-ı İlâhî ile kaynayıp, sel olup coşardı. Baktığı her eşyadan ders alıp, ibretle seyrederdi âlemi. Kulaklar günah kirlerini atıp, kuru topraktan sesler duyardı. Belki de semada melekler, su altında semekler, balıklar, ağaç, taş, her varlık onunla dilleşirdi. Çünkü Rabbimiz ona Kevser Sûresi'nin sırrının tecellisiyle çok, pek çok hediyeler vermişti. Veren cömert olduğu için, o da istidatlı, kabiliyetli gönüllere bolca infak ederdi. Bileğini bileğine yapıştırıp, kalbini kalbine dayadığı kimsenin nazarında dünya zerre kadar kalır, kişi manevî okyanuslarda yüzerek Habîb-i Zîşân'ın ve Zât-ı Kibriyâ'nın aşkında fânî, yok olur, Hâlik-ı Lemyezel'in ve Rasül-i Ekrem'in ahlakıyla, edebiyle edeplenirdi. Yaratılış sırrına ererek, insanları irşad için diyar diyar dolaşır, herkesin kaldıramayacağı dert ve ıstırabıyla ziyaretçilerine saatlerce sohbet ederdi. Gönüllerde öyle bir tesir bırakırdı ki, ona bakanlar; yönünü ahirete, Mevlâ'nın rızasına, aşkına, muhabbetine çevirirdi. Onu seyre dalanların gözünde dünya, bir toz kadar bile kalmaz, elleri çalışır, kafaları, işleri tespit eder ama kalpleri daima Hakk'ı zikrederdi. İnsanlar onun elinden ve dilinden zarar görmezdi artık. El; emin, inanılacak, emanetlerin kendisine tevdi edileceği bir sıfata bürünürdü. Üstazımız hakkında bir bilgiye sahip olma düşüncesi ile yola çıkanlar, onun gönülden bağlılarını, yıkayıcı elinde ölü gibi teslim olanları, her türlü sıkıntıya katlanan, ibadette daim, isyandan kaçan, sabırlı, bütün varlığıyla Allah'a teslim olmuş, tevekkül ehli, rıza postuna bürünmüş, ne gelirse başına, yârdan, dosttan geldi diye bilen, nefs-i marziyye sahiplerini karşısında görünce bütün sorularına cevap bulmuş olurlardı. İnsanın son derece dikkatle dokunan halı ve kilime, çok sanatkârane işlenen bir el işine, mâhirane yapılan bir mimari esere bakıp, nakış böyle de nakkaş nasıl acaba dediği gibi. Onu baş gözüyle görmediği halde ârif olanlar; seherlerde kalplerinin kalbine dayandığı, canlarının nûra boyandığı, Fahr-i Kâinât'ın kendisini methettiği, Allah'ın izniyle elinden tutup isyandan kurtardığı, rüyasına girip irşad ettiği veliyy-i kâmili daha görür görmez tanırlardı. Ricâlullahtan olan Pakistanlı Muhammed Can Hazretleri, kalbini öyle bağlamıştı ki ona; Yediği-içtiği, parası-pulu, her türlü ihtiyacı hallolur da, açılırdı Kabe'nin yolu, kim görse derdi ona, Hakk'ın sevgili kulu. Ağır hastalıklarında bile, gayr-i ihtiyari söylediği âh u vahlara, göz yaşlarıyla istiğfar okurdu. Günlerce, haftalarca, aylarca, belki de yıllarca, iyi görmeyen gözlerinden şikayet etmezdi. Ağrıyan dişinin ızrdırabını yakın dostu Muhammed Mustafa (s.a.v.)'ya bile söylemeyen Sıddîk-ı Âzam ahlâkını hâiz sabırlı bir Kutbü'l-Aktab'tı o. İşleri sağlam ve düzenli, sözleri hak ve doğru, özleri Allah (c.c.)'a aşık, marifet ve hakikat ehli, sıdk deryasında mahir bir kaptandı o. Elinde avucunda ne varsa onu, Halikımızın yolunda sarf eden; infak ettiğine -bilinmemek için kılık-kıyafet değiştiren sâili tanıdığı halde yine de ona bolca verirdi. Cömertler cömerdi Cevâd-ı Kerîm'in sehâ ve kerem ummanında münfik, mükrim bir mürşid-i kâmildi o. Seherlerde istiğfar adeti olan, geceleri pek uyumayan, kaldığı hanelerin üzerine nurdan bir sütun dikilen, murakabe halinde yanıp-kül olan manevi alev, mü'min, müslim, âbid, muhlis bir kuldu o. Kaybolup da bulunan eşyasını, bir başkasının da böyle bir yitiği olur diye almayan, satın alınan evin pazarlığına yalan karıştı diye oturmaktan vazgeçen, muamele ehlinin öncüsü, müttaki, vâris-i enbiyâ idi o. Her zaman ve her işte Allah (c.c.)'m rızasını arayan, malını-mülkünü, canını O'nun yoluna koyan evvab, emr-i İâhîye son derece saygılı hafîz, kemâl ehlinin incisiydi o. Sırr-ı İlâhî'ye mahremiyetle ğaybe imanı, bütün hücresiyle, zerresiyle, olanca varlığıyla Allah (c.c.)'a teslimiyetle münîb, esrâr-ı vahdet, arzusu Zât-ı İlâhî'ye vuslat, medhi, senası Hakk'a âit bir saf velî idi o. Yazdı kalem bunları Nasıl anlatsın dil Bu makbul kulları.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak