Ara

Ma’rifetin Kapısında Duran Bilge: Sadreddîn Konevî’de Seyrüsülûk

Ma’rifetin Kapısında Duran Bilge: Sadreddîn Konevî’de Seyrüsülûk

İslâm düşünce târihinde tasavvuf, bireyin Allâh’a ulaşma çabasını ifâde eden mânevî bir disiplin olarak öne çıkar. Bu disiplin içerisinde yer alan Muhyiddîn İbnü’l-Arabî (öl. 638/1240) tarafından geliştirilen ve Sadreddîn Konevî (öl. 673/1274) tarafından sistematik bir yapıya kavuşturulan Vahdet-i Vücûd merkezli yaklaşım, entelektüel derinliği ve metafizik boyutuyla ayrı bir öneme sâhiptir. Bu düşünsel mîras yalnızca teorik bir çerçeve sunmaz; aynı zamanda bireyin içsel dönüşümünü önceleyen bir irfan yolculuğuna işâret eder. Bu yazıda, Sadreddîn Konevî’nin mârifet anlayışını, onu şekillendiren hayat hikâyesi ve düşünsel zemîniyle birlikte, özellikle seyrüsülûk perspektifinden ele alacağız. 

Ekberî gelenekte diğer tarîkatlardaki gibi bir silsile ve usûl pratikleri olmadığı için araştırmacılar, ontolojik-idrâkî bir keşif süreci gibi anlatmaktadır. Özellikle sosyal medya üzerinden yapılan değerlendirmelerde Ekberîliğin entelektüalist bir yorumu sunulmakta; evrad, riyâzet ve murâkabe gibi uygulamaların sözü edilmemektedir. Bu sebeple biz, bu ve bundan sonraki yazılarda Füsûs şârihlerinin bilgi elde etmede seyrüsülûka verdikleri önemi ifâde etmeye çalışacağız. Tabiî şunu itirâf etmeliyiz ki bu yazı; sâdece Konevî’nin görüşlerini özetlemekte, ancak yeni bir yorum, belirli bir sorunlu yönün eleştirel bir analizi, diğer sûfî üstadların seyrüsülûk görüşleriyle bir karşılaştırma veya Konevî’nin konuyla ilgili daha az çalışılmış eserlerindeki pasajların derinlemesine bir metin analizini sunmamaktadır.

Sadreddîn Konevî’nin düşünce dünyâsının şekillenmesinde, 1207 yılında Selçuklu başkenti Konya’da doğması ve dönemin entelektüel ve tasavvufî atmosferinde yetişmesi kritik bir rol oynamıştır. İbnü’l-Arabî ile kurduğu yakın ilişki ve ondan aldığı mânevî ve ilmî icâzet, Konevî’nin Ekberî öğretileri derinlemesine kavramasını ve bunları Miftâhu’l-Gayb, en-Nusûs, el-Fukûk gibi eserlerinde metafizik bir sistematiğe oturtmasını sağlamıştır. Konevî, sâdece teorik bir çerçeve sunmakla kalmamış, aynı zamanda tasavvufî hayâtın pratik boyutuna da önem vererek nazarî ve amelî ilimleri kendi şahsında birleştirmiştir. Bu durum, onun seyrüsülûk anlayışının sâdece felsefî bir spekülasyon olmadığını, aynı zamanda yaşanabilir bir mânevî yol haritası sunduğunu gösterir. 

Konevî’nin seyrüsülûk anlayışının ontolojik temelini Vahdet-i Vücûd doktrini oluşturur. Bu doktrine göre hakîkî varlık yalnızca Hakk’tır; kâinât ise O’nun isim ve sıfatlarının sonsuz tecellîlerinden ibârettir. Dolayısıyla seyrüsülûk, fiziksel bir mekânda olan bir hareket değil, vehmedilen ikilik şuurundan, varlığın aslî birliği hakîkatinin idrâkine doğru bir bilinç yolculuğudur. Konevî’ye göre sâlik, bu yolculukta kendi varlığının ve tüm mevcûdâtın Hakk’ın tecellîleri olduğunu, aradaki ayrılığın hakîkî değil, itibârî ve vehmî olduğunu idrâk etmeye çalışır. Bu süreç, “kesrette vahdeti” (çoklukta birliği) ve “vahdette kesreti” (birlikte çokluğu) müşâhede etmeyi hedefler. Konevî’nin bu ontolojik çerçevesi, seyrüsülûkun amacını ve mâhiyetini, salt ahlâkî yetkinleşmenin ötesinde, varoluşsal bir dönüşüm olarak belirler ve bu yönüyle daha çok ahlâkî arınmaya odaklanan erken dönem zühd hareketlerinden ayrılır. 

Sadreddîn Konevî, seyrüsülûkun amelî boyutunu oluşturan evrâd, riyâzet ve murâkabe gibi uygulamalara, hocası İbnü’l-Arabî’nin izinden giderek büyük önem atfeder. Ancak Konevî’nin bu kavramlara yaklaşımı, derin metafizik ve epistemolojik hedefler içerir. Evrâd ve zikir, Konevî için kalbi mâsivâdan arındırmanın ve onu ilâhî tecellîleri kabûl edecek bir ayna (mir’ât) hâline getirmenin temel aracıdır. Kalbin saflığı (tasfiye) ve cilâsı (cilâ), tecellîlerin netliği için elzemdir; zîrâ Konevî’ye göre kalp, ilâhî hakîkatlerin doğrudan tecellî ettiği mahâldir. Riyâzet, nefsi kontrol altına alarak rûhun hizmetine sokmayı ve kalbi mârifetullâha ehil kılmayı amaçlar; ancak bu, amacı aşan bir eziyet değil, mârifet hedefine hizmet eden dengeli bir mücâhede olmalıdır. Murâkabe ise, yalnızca Allâh’ın sâliki gözetlediği bilinci değil, aynı zamanda sâlikin de Hakk’ın varlıktaki tecellîlerini, fiillerini ve isimlerinin etkilerini sürekli olarak gözlemlemesi (müşâhede) ve tefekkür etmesidir. Bu, Rahmân Sûresi’nin 29. Âyetinde belirtilen “Allah her an yeni bir şe’ndedir.” hakîkatinin ve Hz. Peygamber’in tārif ettiği “İhsan” makāmının idrâkine ulaşma çabasıdır. Bu pratikler, Konevî için Vahdet-i Vücûd’un teorik bilgisini zevkî bir hakîkate dönüştürmenin vazgeçilmez epistemolojik araçlarıdır. 

Konevî’ye göre sâlikin seyrüsülûku, özellikle İlâhî İsimler hiyerarşisinde gerçekleşen ontolojik bir yükseliştir. Bu, Konevî’nin Ekberî öğretiye getirdiği önemli sistematik katkılardan biridir. Sâlik, öncelikle kendi varlığında tecellî eden ve kendi hakîkatini (ayn-ı sâbite) yöneten özel İlâhî İsmi, yāni “Rabb-i Hâss”ını tanımaya çalışır. Ardından, daha kuşatıcı isimlere doğru yükselerek nihâyetinde bütün isimleri kendinde toplayan ve varlığın tüm mertebelerini kuşatan İsm-i Âzam’a ulaşmayı hedefler. Konevî’nin en-Nusûs veya el-Fukûk gibi eserlerinde detaylandırdığı bu süreç, sâlikin kendi ontolojik hakîkatini keşfetmesi ve varlıktaki ilâhî düzeni, nizâmı anlaması demektir. Bu yolculuk, varlık mertebelerinin metafizik yapısıyla sâlikin mânevî yükselişi arasında doğrudan bir paralellik kurar.

Konevî, seyrüsülûkta nazarî irfan ile amelî irfânın ayrılmaz bir bütün oluşturduğunu ısrarla vurgular. Vahdet-i Vücûd, İlâhî İsimler ve varlık mertebeleri gibi derin metafizik konuları anlamak, amelî çabaya yön ve derinlik kazandırır. Nefsi tezkiye etmek, zikir, tefekkür, murâkabe, halvet gibi riyâzetlerle kalbi tasfiye etmek ise, nazarî bilginin sâlikin varlığında kök salmasını, yāni zevkî bir mârifete dönüşmesini sağlar. Konevî’ye göre, bu iki kanat olmadan mânevî yükseliş mümkün değildir; nazarî bilgi amelsiz kaldığında yüzeysel, amel ise nazarî temelden yoksun olduğunda kördür. Yolculuğun merkezi olan kalp, ancak bu iki yönlü çabayla arınarak ilâhî tecellîleri ve keşfi kabûl etmeye hazır hâle gelir. 

Bu yolculuğun nihâî gāyesi, ahlâkî yetkinleşmenin ötesinde, mârifetullahtır; yāni Hakk’ı ve varlığın hakîkatini aracısız ve tahkîkî bir bilgiyle bilmektir. Bu bilgi, aklî istidlâl yoluyla elde edilen ilmin sınırlarını aşan, doğrudan kalbî keşif ve ilham yoluyla elde edilen bir idrâktir. Konevî, nazarî bilginin gerekliliğini kabûl etmekle birlikte, aslolanın bu bilginin sâlikin varoluşunda bir dönüşüme yol açması ve onu hakîkatle bütünleştirmesi olduğunu belirtir. Nitekim ona göre, Hakk’ın ez-Zâhir isminin tecellîleri istidlâl ile bilinse de el-Bâtın isminin idrâki ancak amel ile mümkündür. Dolayısıyla seyrüsülûk, vehmî ayrımlardan ve yanılsamalardan kurtularak varlığın birliği hakîkatinin bilgisine, yāni yakîn mertebesine ulaşmayı hedefleyen köklü bir epistemolojik arınma ve bilinç yükselişi sürecidir.

Konevî’nin düşüncesinde seyrüsülûkun hem modeli hem de ulaşılacak zirvesi, İnsan-ı Kâmil mertebesidir. İnsan-ı Kâmil, varoluşsal olarak bütün İlâhî İsim ve Sıfatları potansiyel olarak kendinde barındıran (nüsha-i câmi’a / kevn-i câmi’) ve bu potansiyeli gerçekleştirerek Hakk’ın en mükemmel aynası (mir’ât-ı ekmel) hâline gelen varlıktır. Bu mertebenin en kâmil temsilcisi Hz. Muhammed’dir (sav). Sâlik seyrüsülûk boyunca, İlâhî İsimler mertebelerinde yükselerek kendi içindeki bu kâmil insan potansiyelini açığa çıkarmaya, ahlâkî ve mârifî olarak Muhammedî hakîkate ulaşmaya gayret eder. İnsan-ı Kâmil, Hakk ile halk arasında bir berzah konumundadır ve varlığın gāyesini temsîl eder. 

Sonuç olarak, Sadreddîn Konevî, İbnü’l-Arabî’nin Vahdet-i Vücûd öğretisini temel alarak, seyrüsülûka dâir sistematik, entelektüel derinliği yüksek ve metafizik temelleri sağlam bir anlayış ortaya koymuştur. Onun perspektifinde seyrüsülûk, salt bir ahlâkî veya psikolojik dönüşüm süreci değil, aynı zamanda varlığın birliği hakîkatini İlâhî İsimler mertebeleri üzerinden idrâk etmeye yönelik ontolojik ve epistemolojik bir yolculuktur. Bu yolculuk mârifetullâhı hedefler, nazarî ve amelî boyutları ayrılmaz bir şekilde bütünleştirir ve İnsan-ı Kâmil’i model alır. Konevî’nin bu yaklaşımı, sâliki vehmî ayrılık şuurundan aslî birlik idrâkine taşımayı amaçlarken hem Ekberî geleneğin teorik zenginliğini hem de pratik derinliğini gözler önüne serer. Onun bu sistematik ve bütüncül yaklaşımı, tasavvuf düşüncesinde irfânî geleneğin en rafine ve etkili örneklerinden birini teşkîl etmektedir ve kendisinden sonraki birçok sûfî düşünürü derinden etkilemiştir. 

Kaynakça

İbnü’l-Arabî, Muhyiddîn, Füsûsu’l-Hikem, Çev. Ekrem Demirli. İstanbul: Litera Yayıncılık, 2019.

Konevî, Sadreddîn, Fusûsu’l-Hikem Şerhi (Şerhu Kelimâti Fușûși’l-hikem), Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: İz Yayıncılık, 2006.

Konevî, Sadreddîn, Fâtiha Tefsiri (İ’câzü’l-Beyân fî Te’vîli Ümmi’l-Kur’ân), Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Litera Yayıncılık, 2007.

Konevî, Sadreddîn, Tasavvuf Metafiziği (Miftâhu’l-Gayb), Çev. Ekrem Demirli, İstanbul: Türkiye Yazma Eserler Kurumu Başkanlığı Yayınları, İstanbul, 2014.

Konevî, Sadreddîn, Kırk Hadis Şerhi, Çev. ve Şerh. Ali Vasfi Kurt, İstanbul: İz Yayıncılık, 2008.

Konevî, Sadreddîn, En-Nusûs fî Tahkîkî Tavri’l-Mahsûs.

Demirli, Ekrem, Varlık ve Âlem: Sadreddîn Konevî’de Mârifet ve Metafizik, İstanbul: Kapı Yayınları, 2014.

Demirli, Ekrem, Sadreddîn Konevî’de Bilgi ve Varlık, İstanbul: İz Yayıncılık, 2007.

Uludağ, Süleyman, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, İstanbul: Kabalcı Yayınları, 2001.

Temmuz 2025, sayfa no: 78 – 80 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak