Ölümü; ‘rûhun bedeni terketmesi, bedenin tüm işlevlerini yitirmesi’ şeklinde tanımlamak mümkündür. Ölüm, fânî olan herşeyin dünyâdaki hayâtının mutlak sonu olmasıyla berâber, yaptığı her eylemden sorumlu olan insan açısından daha farklı bir konuma sâhiptir. Ölüm, kimileri için sevgiliye vuslat ânı olarak görülürken kimileri içinse sevgiliden2 ayrılmak olarak değerlendirilebilir. Ölüm, kimilerine kavurma kokusu3 gibi hoş gelirken; kimilerine korku dolu bir kâbus olabilir. Nasıl öleceğini merâk edenlere Efendimiz (sav): ‘Nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz, nasıl ölürseniz öyle diriltilirsiniz’4hadîs-i şerîfi ile cevap vermiştir. Bu mesajdan Kur’ân ve sünneti hayâtına kazımış/aktarmış kişinin ölümüyle Kur’ân ve sünneti hayatından kazımış/çıkarmış kişinin ölümünün bir olmayacağı hakîkati idrak aynamızda yansımış olmaktadır. Hikmetsiz hiçbir şeyi yaratmamış olan Rabbimiz, ölümü ve hayâtı yaratmasının hikmetini şu âyet-i kerîmeyle ifâde etmiştir: ‘O, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölümü ve hayâtı yaratandır. O, mutlak güç sâhibidir, çok bağışlayandır.’5 Rabbimiz, nasıl bir hayat yaşayacağımızı daha iyi biliyor olmasına rağmen, bizim de bu hikmete râm olmamız açısından bizi hayat ve ölüme muhatap kılmıştır. Bu yönüyle ölümü bir son değil, asıl hayâtın başlangıcı olarak görmek gerekmektedir. Ölüm, mü’minin yaptığı bütün amellerin âhiret âlemi dediğimiz âleme açılan kapısı konumundadır. Bu noktada mü’min zerre miktârı hayr ve şerrin karşılığının olduğunu bilerek hareket etmeyi tercih etmelidir.6 Âlemlerin Rabbinin huzurunda mahcup olmamak için, ölümü kendisine vaaz eden bir vâiz mesâbesinde görmeli, yaşantısında günâha ve isyâna düşmemek için çaba göstermelidir. ‘Vâiz olarak ölüm yeter’7hadîs-i şerîfinde bu durumun izâhı yapılmıştır. ÖLÜMÜ ANMAK GÖNLÜN DİRİLMESİNE VESÎLE OLUR Sekülerizmin/dünyevîleşmenin daha yaygın olduğu bu çağda, kişiyi Allah’tan (cc) alıkoyacak herşeyin (mâsivânın) mü’minin kalbine daha fazla gaflet verdiği muhakkaktır. Gafleti mü’minin gönlünü mânevî ölüme sürükleyen bir illet olarak görecek olursak, ölümü anmak bu illetin tedâvisi olarak karşımıza çıkar. Ölümü hatırından çıkarmayan kimsenin gözünde/gönlünde Allah’tan (cc) gayrı ne varsa; dünyâ ve dünyâya âit olan herşey değersizleşir, basitleşir. Mânevî ölümü gerçekleştirecek tüm hastalıklara karşı koruyucu tedbîri o, ölümü hatırlamakla (ölüm tefekkürüyle) almış olur. Böylece mü’min lezzetleri kaçıran ölümü anmakla,8 lezzetlerin hakîkisinin bulunduğu Cennet’i kazanmak için sarfedeceği gayreti diri tutmuş olacaktır. Kendini ölüme mânen hazırlamış olan kişi aynı zamanda kabre de hazırlanmış olacaktır.‘Her nefis ölümü tadacaktır’9 ilâhî beyânı gereğince insan, ölçeğinin idrâkine varıp kabre hazır bir hayâtın peşinde hayâtını anlamlı kılmaya gayret edecektir. ÖLÜMLE KIYÂMET ARASINDAKİ PERDE: KABİR/BERZAH ÂLEMİ Ölümle başlayan gerçek hayatta mevtânın geçireceği birtakım evreler vardır. Bu evrelerin ilki olan kabir hayâtının nasıl geçtiği, varacağı nihâî yer hakkında bir ön gösterge olarak kabûl edilebilir. Berzah âlemi de denilen bu âlemde kişiye, yalnız kalacağı ve sâdece amellerinin ona eşlik edeceği haber verilmiştir: ‘Ölüyü (kabre kadar) üç şey tâkip eder: Âilesi, malı ve ameli. Bunlardan ikisi geri döner, biri bâki kalır. Âilesi ve malı geri döner, ameli kendisiyle bâki kalır.’10 Kabir âlemindeki durumunu kişinin dünyâ hayâtındaki amelleri belirler ve kıyâmete kadar kabir hayâtı bu minvalde devâm edecektir.‘Kabir, ya cennet bahçelerinden bir bahçe yahut cehennem çukurlarından bir çukur olacaktır.’11HayâtınıKur’ân ve sünnete göre şekillendirmiş kişinin kabrinin Cennet bahçelerinden bir bahçe olacağı; aksi durumda olan kişinin kabrinin ise Cehennem çukurlarından bir çukur olacağı bildirilmiştir. ‘Ölü kabre konduktan sonra Münker ve Nekir adında iki melek gelip (Peygamber Efendimizi (sav) kastederek) ‘Bu adam hakkında ne düşünüyorsun?’ diye sorarlar. Mümin kimse daha önce/ dünyâda iken dediği gibi der: ‘O Allâh’ın kulu ve resûlüdür. Ben şahâdet ederim ki Allah’tan başka ilah yoktur ve yine şahâdet ederim ki Muhammed (a.s.) Allâh’ın kulu ve resûlüdür.’ Melekler; ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler ve kabrini genişletip aydınlatırlar. Münâfık ve kâfir kimse ise bu soruya ‘Bilmiyorum’ diye cevap verir. Melekler ona da ‘Senin böyle diyeceğini biliyorduk’ derler. Yere denilir, o da kaburgalarını içiçe geçirecek şekilde onu sıkar ve o kıyâmete kadar orada azap çeker.’12 Kabirde sorgu-sual ve azâbın varlığına inanmak, bizim akîdevî/itikâdî/inançla ilgili sorumluluklarımızdandır: ‘Firavun ve adamları sabah-akşam ateşe atılırlar. Kıyâmetin kopacağı gün de denilir ki; Firavun hânedânını ateşin en şiddetlisine sokun.’13 İslâm âlimleri bu âyet-i kerîmeyi, kabir azâbının varlığına delil olarak kabûl etmişlerdir. Âyet-i kerîmeye dikkatli bakılacak olursa, Firavun ve adamlarının kıyâmetten önceki dönemde de sabah-akşam ateşe atıldıkları hakîkati dile getirilmektedir. Kıyâmetten önceki dönemin kabir olduğu hepimizin mâlûmudur. KABİR AZÂBINI GEREKTİREN BAZI HÂLLER Hz. Peygamber (sav) bir hadîs-i şerîfinde şöyle buyurmuştur: ‘Bu kabirlerde yatanlar azâb görmektedirler. Ama büyük bir şeyden dolayı azap görmüyorlar.” Rasûlullâh (sav) daha sonra sözüne şöyle devâm etti: “Evet bunlardan birisi, insanlar arasında söz taşırdı. Diğeri ise bevlinden (idrarını üzerine sıçratmaktan) sakınmazdı.14 Bir başka hadîs-i şerifte ise ‘Mü’minin borcu ödeninceye kadar rûhu borcuna takılıdır’15 buyrulmuştur.Kabir azâbına işâretle Efendimiz (sav) ‘Ölü kabirde ağıt sebebiyle azap görür’16 sözlerini de sarfetmişlerdir. Efendimizden (sav) nakledilen şu olay da, kabir azâbının sebeplerinin birisinin de ganîmetten mal çalma olduğunu göstermektedir: ‘Ömer b. Hattab (ra) şöyle dedi: “Hayber gazvesi günü idi. Nebî (sav)’in ashâbından bir grup geldi ve “falanca şehittir, filanca şehittir” dediler. Sonra bir adamın yanından geçtiler, “falanca kimse de şehittir” dediler. Nebî (sav): ‘Hayır, ben onu ganîmetten çaldığı bir hırka veya aba içinde cehennemde gördüm.’ buyurdu.’17 Hz. Peygamber’in (sav) yukarda zikredilen ve diğer hadîs-i şeriflerinden hareketle kabir azâbına sebep bâzı hususları şu şekilde sıralayabiliriz: İnsanlar arasında söz taşımak, dedikodu yapmak. İdrardan sakınmayıp, üzerine sıçratmak. Borçlu olarak ölmek. Beyhâki kabir azaplarından biri olarak ifâde etmiştir.18 Ganîmetten çalmak kabir azâbına sebeptir.19 EBEDÎ YATIRIMLARIN HASAT MEYDANI: ÂHİRET HAYÂTI İnsanlar, Allâh’ın (cc) dilediği kadar kabirlerde kaldıktan sonra hesap vermek üzere tekrar diriltileceklerdir.20 Ölümü olmayan bu dirilişle insanlar hayat bulacaklar ve dünyâ hayatındaki yaşantılarına göre nihâî vatanlarına yönlendirileceklerdir.21 Şu âyet-i kerîmede bu hakîkat dile getirilmiştir: ‘Nihâyet Sûr'a üfürülecek. Bir de bakarsın ki onlar kabirlerinden kalkıp koşarak Rablerine giderler. (İşte o zaman:) Eyvah, eyvah! Bizi kabrimizden kim kaldırdı? Bu, Rahmân'ın vaad ettiğidir. Peygamberler gerçekten doğru söylemişler! derler.’22 Kabirlerinden kalkan insanlar haşir meydanında toplanacaklardır. Haşr meydanında insanların hâli, dünyaya geldikleri günkü gibi yani çırılçıplak şekilde olacaktır. Hz. Peygamber’den (sav) nakledilen şu hadîs-i şerif bu konuda bize bilgi vermektedir: Hz. Âişe (r.anha) anlatıyor: Hz. Peygamber (sav): ‘İnsanlar ayakkabısız, vücûdu çıplak ve ilk yaratılışları gibi sünnetsiz haşrolunacaklar.’ buyurdu. Ben de: “Yâ Rasûlallâh! Erkek, kadın beraber mi? Bunlar birbirlerine edeb yerlerine bakarlar.” dedim. Rasûl-ü Ekrem: ‘Yâ Âişe! Haşr işi çok güçtür, insanların birbirlerine bakmalarına müsâit değildir.’ buyurdu.23 O gün her insan, kendi sonunun ne olacağı endişesiyle bir bekleyiş içerisinde olacaktır. O günün vermiş olduğu zahmetin şiddeti yine kişinin dünyâdaki amelleri doğrultusunda şekillenecektir. O gün amel defteri sağ tarafından verilenler sevinecek, sol tarafından verilenler ise üzülecektir: ‘Kitabı sağ tarafından verilen: Alın, kitabımı okuyun; doğrusu ben, hesâbımla karşılaşacağımı zâten biliyordum, der.Kitabı sol tarafından verilene gelince, o: Keşke, der, bana kitabım verilmeseydi de, hesâbımın ne olduğunu bilmeseydim!24 Haşir meydanında insanlar inceden inceye hesaptan geçirileceklerdir. Dünyâda zulme uğrayan kişi zulmedenden hakkını alacak, orada kimseye en küçük bir haksızlık yapılmayacaktır.25 ‘Kıyâmet günü hak sâhiplerine haklarını mutlaka edâ edeceksiniz. Öyle ki kabış (boynuzsuz) koyun için, boynuzlu koyundan kısas alınacak, taşa (niye bir başka) taş üzerine yüklenip kaldığından; adamın adamı niye yaraladığından sorulacak.’26 ‘Kıyâmet günü dört şeyden suâl edilmedikçe, kulun ayakları (Rabbinin huzûrundan) ayrılamaz: 1- Ömrünü nerede harcadığından 2- Ne amelde bulunduğundan 3- Malını nerede kazandığından ve nereye harcadığından 4- Vücudunu nerede çürüttüğünden.’27 İbâdetler konusunda da ilk sorunun namazdan olacağı bildirilmiş, namaz hesâbından geçenin kurtuluşa ereceği hadîs-i şerifte şöyle ifâde edilmiştir: ‘Kıyâmet günü kişi amelleri arasında önce namazın hesâbını verecek. Bu hesap güzel olursa kurtuluşa erdi demektir. Bu hesap bozuk olursa hüsrâna düştü demektir. Eğer farzında eksiklik çıkarsa Rab Teâlâ Hazretleri: "Bakın, kulumun (defterinde yazılmış) nâfilesi var mı?" buyurur. Böylece, farzın eksikleri nâfile (namazları) ile tamamlanır. Sonra, bu tarzda olmak üzere diğer amelleri hesaptan geçirilir.28 Namazın ehemmiyeti husûsunda birçok kez uyarılan mü’min, mahşerde namaz husûsunda esaslı bir hesâba çekilecektir. Namazı hakkıyla kılıp rûhunu diri tutan mü’min kötülüklere karşı dâima kendini korumuş olacağından onun hesâbının kolay geçmesi ümit edilebilir. Sevap ve günahları hatâsız bir terâziyle (mizan) tartılacak olan insan, sevapları günahlarından ağır olursa kurtuluşa ererken, günahları sevaplarından ağır olursa hüsrâna uğrayacaktır.29 Îmân üzere ölme bahtiyarlığına erememiş kâfirlere, münâfıklara ise ebedî olarak Cehennem vaad edilmiştir.30 Sonuç olarak ifâde etmemiz gerekirse insan, hayli uzun bir yolculuğun içerisinde yer almaktadır. Yolculuğun uzunluğu, hazırlığın ne kadar şümullü/kapsamlı olması gerektiği husûsunda bir işâret olarak görülmelidir. Dünyâ hayâtı âhiret hayâtına oranla; bir yolcunun bir ağaç gölgesinde oturup dinlendiği zaman kadar bir müddet kabûl edilmelidir.31 Mü’min kendisini dinden uzaklaştıracak dünyâ zevklerini, ebedî huzûra erebilmek için terketmelidir. Kısacık olan bu ömürde nefsinin hevâsına uyup, sonu olmayan âlemde hüsrâna uğramamak için dâima uyanık halde olmalıdır. Ölüm ve sonrasında kişinin başına gelecekler Kur’ân ve sünnette haber verilmiş ve ölüm gelmeden önce hazırlıkların yapılması her fırsatta ifâde edilmiştir. Âhirete îmânın tam olması mü’min olabilme şartlarından sayılmış ve insanın, işlediği tüm amellerden hesâba çekileceği vurgulanmıştır. Âhirete îmânın mü’minin hayâtında günahlara karşı çekilmiş en güçlü set olduğu muhakkaktır. Çünkü mü’minin bir günâha dalması söz konusu olduğunda, bunun âhirette hesâbının sorulacağı hemen hatırına gelir ve o günahtan kaçınır. Dünyâ imtihânında başarılı olabilmek için yapılan ilâhî uyarılara kulak vermeli, ölümü ve âhireti hiçbir zaman unutmamalıyız. ÖLÜM Acı tatlı geçiyor ömür Elbet her canlı bir gün ölür Tüm mahlûkât Yaratan’a döndürülür Bizim de hayat bağımız çözülür. Ölüm, bir nefes kadar yakın İnsanoğlu, günahlardan sakın Olmak istersen Hakk’a yakın Yolundan ayrılma muhterem Zâtın. (sav) Terk etmeyesin Hakk’a ibâdeti Aramayasın kendinde kerâmeti Bilesin ki her şey Hakk’ın emâneti Hoş gör bu yoldaki zahmeti. Giydirirler bir top beyaz kefeni Hiç soran olmaz sana keyfini Ne götürdüysen verirler hepsini Etmeyesin nefsin dediğini.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak