Ara

Mahalle Kültürü Kayboluyor

Mahalle Kültürü Kayboluyor

Abdullah İbni Ömer ve Âişe radıyallâhu anhümâ’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullah sallallâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdu: “Cebrâil bana komşuya iyilik etmeyi tavsiye edip durdu. Neredeyse komşuyu komşuya mîrasçı kılacak sandım.”(Buhârî, Edeb 28; Müslim, Birr 140-141) Peygamber Efendimiz'in (sav) Medîne’ye hicreti sonrasında Ensar ve Muhacir arasında kurduğu muâhât uygulaması târihin en ileri ve örnek komşuluk uygulamasıdır. Müslüman toplumlardaki mahalle yapılanması bu sünnet-i seniyye üzerine inşâ edilmiştir. 

Müslüman Türk toplumu mahalle anlayışı içerisinde gelişmiştir. Bunun daha eski örneklerini obaların planında görmek mümkündür. Yüzlerce çadırdan oluşan obaların tam ortasında yönetim çadırı yer alır, bu çadırda misâfirler ağırlandığı gibi Hākān’ın istişâre toplantıları gerçekleşirdi. Çadırın sağında ve solunda ise Hākān ailesi ile birlikte obanın ileri gelen büyüklerinin çadırları yer alırdı. Diğer tüm çadırlar ise bu çadırları saracak şekilde dâire düzeninde genişlerdi. Bu durum hem obanın güvenliği açısından hem de oba içi ilişkilerin kontrolü bakımından büyük kolaylıklar sağlardı.

Ortalama 100-150 çadırdan oluşan obalarda olduğu gibi, mahalle ve köyler de 100-150 hāneden oluşurdu. Nüfûsun arttığı veya azaldığı dönemlerde bu sayılar da değişirdi. Sayısı ne olursa olsun mahalle kurumu ecdâdımızın zenginleştirdiği bir yaşam şeklidir. Milletimizin en tepesinden en alttaki ferdine kadar toplumsal dokunun sıkı tutulması, sızmaların önlenmesi, dolayısıyla güvenliğin ve huzûrun sağlanması bu yolla mümkün oluyordu. Bu çadır kültürünün, İslâm’a geçiş ve yerleşik hayatla birlikte mahalle hâlini aldığını söyleyebiliriz. Bu kez mahallenin merkezinde o bölgenin en büyük câmisi ile han, hamam ve çarşısı yer alırdı. Şehir ölçeğinde merkez ise Ulu Câmilerin etrâfında sıralanırdı. Medreseler, büyük çarşılar, tekkeler, imâretler, şifâhâneler bu merkez dikkate alınarak inşâ edilirdi. 

Osmanlı Şehri

Devletin sınırlarının genişlediği, refâhın arttığı dönemlerde mahallenin önceliği güvenlik yerine dayanışma ve güzellikleri artırma çabası olmuştur. Ev mîmârîsi bu dönemlerde gelişmiş, estetik yenilikler bu dönemlerde yaygınlık kazanmıştır. Bahçeli evlerden oluşan mahallelerimiz ādetâ güzelliğin ve yeşilin birer numûnesi hâline gelmiştir. Turgut Cansever “Osmanlı Şehri” isimli kitâbında bunu ayrıntılı şekilde açıklar. Cansever’e göre evlerimizin fıtrata uygun bir şekilde inşâ edilmesi çok önemlidir. Ev için Osmanlı evleri örnek alınmalı, hattâ şehir ve mahalle inşâsı için tek örneğin Osmanlı olduğu unutulmamalıdır. İnsan ve İslâm mîmârîsi vurgusunu, yine tevhîd anlayışı üzerinden şekillendiren Cansever, İslâm’da aslolanın hayâtın merkezine Allâh'ı yerleştirmek olduğunu, böylece İslâm mîmârîsinde de son yüzyıllarda Batı’nın oluşturduğu insan merkezli mîmârînin yer almaması gerektiğini söyler. Zâten İslâm’ın vermiş olduğu varlık, bilgi ve idrak anlayışı, ister istemez sanatın bütün formlarını etkileyen olgulardır. Bununla birlikte İslâm mîmârîsindeki ümitvâr ve neşeli olma hâli İslâm’ın bütün sanatlarında ortak bir özellik olarak gözükür. Batı’nın ya da Hristiyanlığın mîmârîsine baktığımızda ise bir karamsarlık, keskinlik, insana ızdırap veren haller vardır. “Bütün dünyayı aynı kılığa sokan”, “teknokratlaşmış” mîmârî, büyüklük tutkunu Batı monumentalitesi (anıtsal anlayışı) sorgulanmalıdır. İnsan ölçüsünde mütevâzı binâların tercîhi, beşerî ebedîlik yanılsamasına karşı fânîlik bilincinin ifâdesidir. “Bâbil kuleleri” dediği apartmanları; mahalle ve komşuluk ilişkilerini (cemâati) mahvetmesi yanında, pahalı da bulur. Cansever, sâdece dikey değil yatay düzlemde de küçük ölçekçidir: “Vahşî şehirleşme”ye karşı nüfûsun aşırı yoğunlaşmasını önleyen –Almanya örneğindeki gibi– yıldız kümesi modeli orta ölçekli şehirlerin, alt-metropollerin kurulması fikrindedir. Cansever’e göre Osmanlı şehirleri de güzelliğin yaşandığı yerlerdir ve İstanbul başta olmak üzere Osmanlı şehirleri insanlık târihinde benzeri olmayan çözümlemeleri gündeme getirmiştir. Mîmârın görevinin dünyâyı güzelleştirmek olduğunu her vesîleyle tekrarlayan Cansever, Türk mîmârîsinin zengin birikiminden yararlanılmadan, bir çıkış yolu bulmamızın mümkün olmadığını savunmuştur. Birey olarak insanların standart birer varlık olarak kabûl edilmesi nasıl büyük bir yanlışlık ise, apartmanlaşma sisteminin de bütün aileleri standartlaştırması aynı şekilde yanlıştır. Bu hususta Cansever şöyle der: “Toplumun temel birimi olarak aileyi çevreleyen evlerin, ailelerin birbiriyle düzenlenmiş münâsebetlerinin bütünü olan mahallelerin yerine, teknokratların insanlardan kopuk olarak belirlediği tarzda meydana getirilen apartman bloklarına insanları yerleştirerek yığınların oluşmasına yol açıyoruz.” 

Mahallenin İç Dinamikleri

Geleneksel mahallede lider o mahallenin câmi imamı ve mektep hocasıdır. Cumhuriyetten sonra bunun yerini muhtarlar aldı. Mahallenin sokakları bulunduğu zemîne göre kıvrılır, kimi yerde daralır kimi yerde genişlerdi. Bunun sebebi yağmurun akış istikāmetinin ve yaşlı ağaçların gözetilmesiydi. Yine bölgenin doğasına göre evler ahşaptan, taştan veya kerpiçten yapılırdı. Evlerin hayat denilen avlusu yüksek duvarla çevrilir, mahremiyete dikkat edilirdi. Benzer şekilde evin pencereleri de diğer evleri görmeyecek şekilde planlanırdı. Bu hâliyle her ev devletin mikro ölçekli bir temsîliydi.

Osmanlı örneğinde görüleceği üzere mahalle ve köyler hattâ şehirler dağların eteklerine yapılır, ovalar ve tarım arâzilerine ev yapılmazdı. Mahalleye yeni gelen bir aile tüm mahalleli tarafından karşılanır, ikramlar yapılır, hoş-beş ile aradaki bağlar kuvvetlendirilirdi. Mahallede arsız tiplere müsâade edilmezdi. İyi günde kötü günde komşular birbirine destek olurdu. Herkes birbirini tanır zamanla hısım akraba olurlardı. 

Çocuklar bu ortamda toprakla barışık, mutlu şekilde büyürlerdi. Aileler arasında çıkan tatsızlıklar gerekirse diğer komşular veya mahalle imamı tarafından tatlıya bağlanır, hiçbir sorun görmezden gelinmezdi. Bu hâliyle mahalle “insanı yaşat ki devlet yaşasın” anlayışının yaşayan bir örneğiydi. Devleti veya şehri ilgilendiren haberler tellallar tarafından veya minâreden duyurulurdu. Herkes devleti ilgilendiren konularda sorumluluğunu bilir, ona göre hareket ederdi. 

Bâbil Kuleleri ve Yabancılaşma

Millet olarak başımıza ne geldiyse bu mahalle kültürümüzün aşınması ve birbirimizle olan irtibâtımızın gevşemesi nedeniyle geldi. Tanzimat döneminde apartman merâkıyla başlayan bu süreç 1950’lerdeki beton çılgınlığıyla zirveye ulaşmış ve bugün itibâriyle de son aşamasına gelmiştir. Çevrenize bir bakın… Büyük aile ortadan kalktı. Tüm planların bir veya iki çocuk üzerine kurulduğu küçük aile yaygınlaştı. Bu yeni aile tipinde dede, nine, amca, dayı, teyze geri plana düştü. Gözden ırak kalan küçük aile fertleri gönülden de uzaklaştı. Komşuluk ilişkileri de bu süreçten olumsuz etkilendi. Bu durum yalnızlaşmanın had safhaya ulaştığı bekâr, tek kişilik ev anlayışına doğru sürükleniyor maalesef. 

Canlılar içerisinde en çok da insan birlikte yaşamaya ihtiyaç duyar. “Komşu komşunun külüne muhtaçtır.” sözü bunu anlatır. Yaşayan her mahalle ortak bir yaşam formunun yansımasıdır. Bu birlikte yaşama anlayışını Müslümanlardan kopya eden batılılar tek katlı bahçeli evler inşâ ederek komşuluk ilişkilerini güçlendiren bir ev mîmârîsine ulaştı. Bugün geniş arâzileri olmasa bile Hollanda, Belçika, İsviçre, İngiltere gibi ülkeler bu yaklaşımı sürdürmektedir. Bizde ise -geniş arâzilerimiz olmasına rağmen- dikey yapılaşma mahalle kültürünü ortadan kaldırmakta, oluşan yeni sitelerdeki insanlar birbirinden kopuk hasımlar hâline gelmektedir. Son dönemlerde artan toplumsal huzursuzluklara bir de bu açıdan bakmakta fayda var. Mahalle kültürümüzü modern mîmârînin gerekleriyle birleştiren yeni bir anlayışa ulaşmalıyız. Çünkü millet olarak huzurlu ortamlara her zamankinden daha fazla muhtâcız. İşin güvenlik boyutunu ise anlatmamıza gerek yoktur sanırım.

Yazımızı yine Bilge Mimar’dan bir alıntıyla tamamlayalım: 100-150 senedir Batı yaşama biçimini taklit etmek peşindeki ülkemizde özellikle şehirlerde, son 15-20 senedir de kasabalarda yurttaşlarımız evvelâ evler yerine apartman dâirelerinde oturmayı batılılaşma modasının bir îcâbı olarak tercîh eder oldular. Bugün ise artık halkımız teknokratların kendi kaprislerini tatmîn için vücûda getirdiği Bâbil kulelerinin içinde nasiplerine düşen bir delikte oturuyorlar. İnsanların bir kısmı modern teknolojinin ürünü olan gayri insânî kulelerin mağaralarında, pek büyük bir kısmı da gecekondularda, sefâlet mahallelerinde yaşamaya mahkûm bulunuyorlar. İnsanı insan yapan çevre bilincini canlı tutan, yaşanan çevre kültürü yerine 50 yıldır ülkemizde daha etkin hâle getirilen tiyatro, sinema vs. gibi seyir kültürünün de etkisi altında, insanlar artık evlerinin mîmârî güzelliği ve mükemmelliğini tatmayı ve yaşamayı unutmuş bulunuyorlar. Yüksek bir kültürün başarısı olan böyle bir çevre bilincini var eden hukuk ve idâre sistemleri de bugün artık çoktan kaybedilmiş, yok edilmiş bulunuyor. Artık hiç kimse mahallesinde, yaşadığı şehirde olan bitenle ilgilenmiyor. Zîrâ her şey insanların ulaşamayacağı idârî makamların gizli kapıları ardında ve teknokratların fildişi kulelerinde kararlaştırılıyor. Artık çocuklar evlerinin bahçelerinde, daha sonra evlerinin önünde, mahallelerinin meydanlarında büyümek, dünyâyı tanımak ve oynamak imkânından, mahallede ve evde yaşlıların sevgi dolu saygınlığıyla korunmak, yönlendirilmek imkânından mahrum bulunuyorlar. Artık yaşlılar, saadetlerini yapan ailenin bütünlüğü yerine ölümü beklemeye ve yalnızlığa mahkûmlar. Anneler, bebeklerini çocuk arabalarında, otomobillerin zehirli gazları içinde gezdiriyorlar. Türk evinin elde kalmış pek az sayıda örneğini şehirlerimizde zor da olsa görebiliyoruz. Hâlâ tahrip edilmeden kalmış sokakları, evleri ve şehir mekânlarını korumak Türk toplumunun en önemli kültür sorunudur. Türk evi ve mahallesinin, şehrinin mîmârî özellikleri bakımından insanlık târihinde eşsiz ve çok önemli bir yeri vardır. Bu evleri, sokakları, mahalle ve şehirleri korumak, mîmarlık târîhinin bu müstesnâ kültür hazînesini gelecek nesillere ulaştırmak, insanlığı zenginleştireceği ve geleceğe ışık tutacağı için son derece önemli bir görevdir.

Mart 2024, sayfa no: 56-57-58

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak