Ara

Kitaplara Îman ve Kur’ân-ı Kerîm’i Doğru Anlamak

Kitaplara Îman ve Kur’ân-ı Kerîm’i Doğru Anlamak

Allah Teâlâ, Hz. Âdem’den (as) ītibâren Hz. Muhammed’e (sav) kadar bütün peygamberleri ile özel bir şekilde irtibat kurmuştur. Bu irtibatta vahiy meleği Cebrâil (as) zaman zaman yer almış, bāzan da Allah (cc) perde arkasından veya vâsıtasız olarak elçileri ile insanlığa emir ve yasaklarını bildirmiştir.1 Allâh’ın (cc) elçi göndermediği ve uyarıda bulunmadığı hiçbir kavim yoktur. Bu hakīkat Kur’ân’da şöyle dile getirilmiştir: “Biz, peygamber göndermedikçe hiçbir kimseye azâb edecek değiliz.”2 Bu çerçevede Kur’ân-ı Kerîm, sahîfelerin (suhuf) gönderildiği peygamberlerden de bahseder. Bu peygamberler; Hz. Âdem (as), Hz. Şît (as), Hz. İdrîs (as) ve Hz. İbrâhîm’dir (as). Ayrıca büyük kitapların verildiği peygamberler de Kur’ân-ı Kerîm’de anılır. Hz. Mûsâ’ya (as) Tevrât3, Hz. Dâvûd’a (as) Zebûr4, Hz. Îsâ’ya (as) İncîl5 verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’in ise Hz. Peygamber’e (sav) verildiği birçok âyette dile getirilmiştir. 

Kur’ân-ı Kerîm’in dışındaki hiçbir kitap evrensel değildir; çünkü bu kitapların verildiği peygamberler belirli bir kavme elçi olarak gönderilmiştir. Peygamber evrensel olmayınca Kitap da evrensel olmaz. Evrensel olan tek peygamber Hz. Muhammed’dir (sav). Rasûlullâh’ın evrenselliğini anlatan âyet şöyledir: “De ki: “Ey insanlar! Gerçekten ben, Allâh’ın tüm insanlığa göndermiş olduğu elçisiyim. O Allah ki, göklerin ve yeryüzünün egemenliği yalnızca O’na âittir; O’ndan başka (hükmüne boyun eğilecek hiçbir otorite, hiçbir) ilâh yoktur; hayat veren de, öldüren de yalnızca O’dur. Şu hâlde, Allâh’a ve Elçisine, şu okuma yazması bile olmayan Peygambere ki bizzat kendisi de Allâh’a ve O’nun (bütün ilâhî kitapların asıllarındaki) sözlerine (yürekten) inanmaktadır. Îmân edin ve onun izinden gidin ki, doğru yolu bulabilesiniz!”6 Bu açıklamaya göre tek evrensel kitap da Kur’ân-ı Kerîm’dir. Kur’ân-ı Kerîm en son kitap olduğu için ilâhî koruma altındadır. Bu hakīkat şöyle anlatılmıştır: “Kur’ân-ı Kerîm’i Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.”7 Kur’ân-ı Kerîm Hz. Peygamber’den ītibâren tevâtüren nakledilmiş ve bir harfi bile yerinden oynamamıştır. Kıyâmete kadar da böyle devâm edecektir. Bütün insanlık Kur’ân-ı Kerîm’in nüzûlünden sonra ona îmân ile ve içeriği ile amel etmekle yükümlüdür.

Kur’ân-ı Kerîm’in dışındaki diğer kitapların Allah (cc) tarafından gönderilen ilk ve orijinal şekline her Müslüman îmân etmek zorundadır. Risâlet gibi, kitaplara îman da bir bütünlük arz eder. Her Müslüman, yatmadan evvel okumuş olduğu Bakara Sûresi’nin 285. âyetinde tüm kitaplara îmân ettiğini yineler. Yüce Allah (cc) kitaplara îman konusunda herhangi bir ayırım yapılamayacağını şu âyette özellikle vurgulamıştır: “Ey îmân edenler! Allâh’a, peygamberine, peygamberine indirdiği kitâba ve daha önce indirdiği kitaplara îmanda sebât ediniz. Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, peygamberlerini ve kıyâmet gününü inkâr ederse tam mânâsıyla sapıtmıştır.”8 Âyetten anlaşıldığı şekliyle kitapların asıllarına îman konusunda herhangi bir ayırım yapılamaz. Fakat Kur’ân-ı Kerîm, diğer peygamberlere gönderilen kitapların tahrîf edildiğini bildirmiştir. Bu tahrîfler ya gizlemek şeklinde olmuş9, ya aşırı yorum biçiminde vukû bulmuş10 veya âyetlerin yerlerini imhâ etmekle ve değiştirmekle gerçekleşmiştir.11 Bu tahrîflerin tamâmı Tevrât, Zebur ve İncil için meydana gelmişken Kur’ân-ı Kerîm için hiçbirisi kalıcı ve Kur’ân-ı Kerîm’i unutturucu bir şekilde olmamıştır; olamayacaktır. Müslümanlar diğer ilâhî kitapların asıllarını kabûl ederken bugün elde mevcut bulunan Tevrat’ın Hz. Mûsâ’dan (as) yüzyıllar sonra ortaya çıktığını ve içerisinde risâlet ve tevhîd anlayışına aykırı birçok şeyin varlığını bilirler. İncillerin ise hiçbirisi Hz. Îsâ’ya (as) gelen vahiyleri içermez. Çünkü Hz. Îsâ’dan (as) kısa bir zaman sonra İnciller yazılmaya başlanmış; mîlâdî 325 yılına gelindiğinde iki yüzden fazla İncil ortaya çıkmıştır. Kilise bunlardan dört tânesini kabûl etmiş, diğerlerini ise aforoz etmiştir. Kabûl edilen dört İncil yazarının hiçbirisi Hz. Îsâ’yı (as) görmemiştir. Daha doğru ifâdeyle, İncil yazarlarının hiçbirisi Hz. Îsâ’nın sahabisi değildir. İçerisindeki bilgiler ne orijinal bir vahiy ne de Hz. Îsâ’nın (as) sözleridir. Belki içerisine çok az miktarda vahye âit bilgiler serpiştirilse de bu İnciller -araştırmacıların bildirdiğine göre- üçüncü sınıf biyografik çalışmalardır.

Tüm bu şâibelerden ve tahriften uzak olan tek kitap; evrensel mesaj Kur’ân-ı Kerîm’dir. İnsanların hidâyeti bulup devâm ettirebilmeleri için bu kitâba îmân etmeleri gerekmektedir. Îmân edilen bu kitâbı nasıl anlamalı ve yaşamalı konusu Kur’ân-ı Kerîm’e îmânın özüdür. Kur’ân’ı anlayıp yaşamakla onun tanımını bilmek arasında bir ilgi vardır. Klasik tefsir usûlü kitaplarımız Kur’ân-ı Kerîm’i şu şekilde tanımlamışlardır: Hz. Peygamber’e (sav) indirilmiş olan, mushaflarda yazılan, tevâtüren nakledilen, içerisinde beşer sözü barındırmayan ve mûcize olan ilâhî kelâmdır.12 Bāzı târiflerde ise; “Tilâvetiyle (okunması sûretiyle) ibâdet olunan” ifâdesi vardır.13 Farklı bir târif ise şöyle yapılmıştır: “Allah Teâlâ’nın Cebrâil (as) vâsıtasıyla Rasûlü Muhammed b. Abdullâh’ın (sav) kalbine indirdiği, Fâtiha Sûresi ile başlayıp Nâs Sûresi ile biten; iki kapak arasında bir araya getirilmiş ilâhî bir kitaptır. Lafız ve mânâsı ile Allah (cc) tarafından gönderilmiştir.14 Yukarıdaki târiflere baktığımızda yoğunluk; Onun indiriliş biçiminde, kime ve nasıl geldiğinde, sonraki dönemlere naklediliş şeklinde ve lafzıyla ibâdet edilişinde odaklanmaktadır.

Almış olduğumuz târiflerin hiçbirisinde, Kur’ân’la ilgili tüm âyetler göz önünde bulundurularak fonksiyonel bir tanım yapılmadığı gibi, Kur’ân’ın, Müslüman olduğunu söyleyen bir insanın hayâtındaki mutlak bağlayıcılığı da vurgulanmamıştır. Kendi kendisini en iyi tanıtan Kur’ân’ın sayfaları içerisine açıldığımızda, onun yapılan târiflerden çok daha farklı özelliklerinin olduğunu görüyoruz. Tüm bunlara göre Kur’ân-ı Kerîm; kendisinin yaşanılmasıyla kimlik kazanılan15, hayâta uygulanmak üzere gönderilen16, davranışlarımızın bütün cephelerini kuşatan17 insanın bütün varlık alanına hitâb eden18, emir ve yasaklarının önüne geçilmemesi gereken19, mü’min olduğunu kişi ītirâf ettikten sonra onun karşısında seçme hakkının olmadığını vurgulayan20, ahkâmının uygulanması zorunlu olan21, herkese ulaştırılması istenen22, tüm insanlara en doğruyu gösteren23, üzerinde düşünülerek değerler üretilmesi ve üretilen değerlerin paylaşılması şart olan24, insanlığı İslâm’ın aydınlığına çıkarmak için gönderilen25 en büyük zikirdir. Fizikî olarak evimizde bulunan Kur’ân, hayâtımıza katılmak sûretiyle mesajı evrenselleştirilmiyorsa, bu durum Kur’ân-ı Kerîm’i hayattan kovmaktır. Bu hâle düşenleri Hz. Peygamber’in (sav), Allah Teâlâ’ya şikâyet edeceğini şu âyetten öğreniyoruz: “Ve (o gün) Rasûl: “Ey Rabbim” diyecek. Kavmimden (bāzıları) bu Kur’ân’ı terk edilmiş bir (kitap) olarak bıraktılar.”26

Nazım ve mânânın ortak adı Kur’ân olduğuna göre bu mânâyı açmak ve Allâh’ın (cc) maksadını anlamak zorundayız. Mânâyı kavramanın iki yolu vardır: Birisi, Kur’ân’ın kendisiyle indiği dili/lisânı mükemmel bilmek. Diğeri de Risâlet Dönemi’nin/târihin bilinmesidir ki Kur’ân’ın anlaşılması için gereklidir.27 Hattâ zorunludur. Bu dönemde Rasûlullâh’ın (sav) uygulamaları ve sahabenin yaklaşımı Kur’ân’ın anlaşılmasına ışık tuttuğu için çok önemlidir. Daha açık söylemle biz, sünneti de târihin içerisinde alıyoruz ve sünnet kavranmadan Kur’ân’ın yeterli ve doğru anlaşılamayacağını savunuyoruz.

Kur’ân’ın anlaşılmasına etki eden temel iki faktörden dil üzerinde kısaca durmakta fayda var. Mânâların tam anlaşılması dildeki incelikleri bilmeye bağlı olduğu için, bunlar öğrenilmeden Kur’ân’ın muhteviyâtının tam hakkı verilemez. Bu yüzden, Arap olmayan Müslüman düşünürler ve eğitim görmüş kişiler, Kur’ân’ın dili ile kendilerini ne kadar donatırlarsa o kadar iyi olur.28 Böyle bir tavsiyenin sebebi; Arapların, konuşmalarında ve şiirlerinde hakīkat, mecaz, tasrih ve kinâye, îcaz, itnab gibi edebî sanatlar kullanmalarıdır. Bundan dolayı Kur’ân, Arap’ın kullandığı edebî sanatları daha yüksek ve edebî bir şekilde kullanmıştır. Arap dili ve üslûbu ile nâzil olan Kur’ân’ı ilk muhatapları, kendi kültür seviyeleri nisbetinde anlayabilmişler; anlayamadıkları kısımları bu hususta en yetkili zât olan Hz. Peygamber’e (sav) sormuşlardır.29 Sahabenin bile Kur’ân’ı anlama seviyesinde dil bilgilerinin önemli bir yeri vardır. Dil bilmekten kasıt; genel anlamda “Arap dili” değil, “Kur’ân’ın nâzil olduğu dönemde konuşulan Arap dili”dir.30 Rasûlullah (sav) dönemi Arapçasından ve Kur’ân usûlünden yoksun yapılan çalışmaların “tahrîf” türü sonuçları, Müslümanların îman ve amel alanlarında derin yaralar açmıştır. Böyle kötü sonuçların doğmaması için dil bilmek ve dil yatağının kültürüne vâkıf olmak çok önemlidir. Yukarıda kısaca beyân ettiğimiz gibi, Kur’ân-ı Kerîm’i anlamada dil kadar önemli bir faktör de târihtir. Târihten kasıt, nüzûl sürecinde Rasûlullâh’ın (sav) açıklamaları, uygulamaları ve ilk muhatapların yaklaşım biçimleridir.

Kur’ân öğretimiyle yakînen ilgilenen Hz. Peygamber (sav), aldığı vahyin anlaşılmasını ve kitlelere ulaşmasını istiyordu. Eğer vahiy hayâta müdâhale ederek sorunları çözmezse, inandırıcı da olamazdı. İnandırıcı bir dînin önderi olan Hz. Peygamber (sav), şartlara göre hem Mekke’de hem de Medîne’de insanların meselelerini Kur’ân’a göre çözüme kavuşturuyordu. Kur’ân’daki tümel hükümlerden yola çıkarak insanlığın problemlerine çözüm bulmak isteyenlerin birinci meselesi, Kur’ân’ı doğru anlamaktır. Lafzî/literal okuma üzerinde de duran Peygamber (sav), ağırlığı, anlama faâliyetine vermiştir. Anlama konusunda meclisler tertîb edip kurumlar oluşturmayı şu hadislerinde teşvîk etmiştir: “Bir topluluk Allâh’ın (cc) mescidlerinden birinde toplanır; Kur’ân tilâvet eder, birbirlerine onu öğretirlerse üzerlerine sekînet iner; Allâh’ın rahmeti onları kaplar ve melekler onları kuşatır. Allah (cc), kendine yakın kıldıklarının yanında onları anar.”31 Kur’ân okumalarından istifâde edip, rahmeti elde edebilmek için; “kalplerin ona istekli olduğu zamanda okumak gerekir.”32 Çok hızlı okumak sûretiyle anlamdan uzak kalan bir okuyuşu Abdullah b. Mes’ud (ra), şiir türü bir okuma olarak nitelendirirken33, Peygamber Efendimiz (sav) de üç günden kısa süreli hatimlerden bir şey anlaşılmayacağı için arkadaşlarını uyarmıştır.34

Ümmetini Kur’ân-ı Kerîm’le eğiten Hz. Peygamber (sav), sonuçta Kur’ân’la düşünen, yaşayan, onu hayâta katan ve değerler üreten bir toplum oluşturmak istiyordu. Böyle bir toplum oluşturabilmek için de Kur’ân’ı anlamak ve hayâta katabilmek câzibeli hâle getirilmeliydi. İşte bu anlayışın bir sonucu olarak Rasûlullah (sav), toplumsal önderlikleri en iyi Kur’ân bilenlere, yaşayıp yorumlayabilenlere veriyordu. Şöyle de denilebilir: Hz. Peygamber, Kur’ân’ı iyi bilip hüküm çıkarma yeteneği olanları, görev vermede her zaman öncelemiştir. Mekke’ye vâli olan Abdullah b. Haris (ra) hac mevsiminde yerine bir köleyi vekîl bırakır. Hz. Ömer (ra) “Niçin böyle yaptın?” diye sorunca ona şu cevâbı vermiştir: “O kişi köle de olsa; Kitâb’ı en iyi okuyan, farzları en iyi bilendir.”35 Bu cevâbıyla Abdullah b. Haris (ra) ve onun atamasını kabûl eden Hz. Ömer (ra), Allah Rasûlü’nün (sav) yolunda olduklarını kanıtlamışlardır. Değil hayatta, insanlar öldüklerinde bile Kur’ân bilgilerine göre değer kazanmışlar ve bu anlayışa göre Hz. Peygamber (sav); Uhud Savaşı’nda, en iyi Kur’ân bilenleri mezara önce koymuştur.36 Peygamber Efendimiz’in (sav) örnek davranışlarını ihyâ eder, bu anlayışı kendi hayâtımıza katabilirsek yeniden yeryüzü önderliğinden bahsedebiliriz. Aksi halde sızlanmanın bir faydası yoktur. Çözüm, Hz. Peygamber’dedir (sav). Kur’ân’a onun gibi bakabilmektedir.

Dipnotlar:

1 Şûra 42 / 51.

2 İsrâ 17 / 15.

3 En’âm 6 / 154, Hûd 11 / 17, İsrâ 17 / 2.

4 Nisâ 4 / 163, Enbiya 21 / 105, İsrâ 17 / 55.

5 Ali İmran 3 / 3, Hadid 57 / 37.

6 A’raf 7 / 158, ayrıca bak; Sebe 34 / 28, Enbiya 21 / 107.

7 Hicr 15 / 9.

8 Nisâ 4 / 136.

9 Bakara 2 / 159-174.

10 Nisâ 3 / 171; Mâide 5 / 77.

11 Bakara 2 / 75; Mâide 5 / 13.

12 Cürcânî, et-Ta’rifât, s. 174Zeydan, el-Veciz, s. 124.

13 Zerkanî, Menâhilu’l-Kur’ân fî Ulûmi’l-Kur’ân, I / 19.

14 Hallaf, İlm-i Usûlü Fıkh, s. 23; Turgut, Tefsir Usûlü ve Kaynakları, s. 77. 

15 Mâide 5 / 68. 

16 Nisâ 4 / 105.

17 Bakara 2 / 208; En’âm 6 / 165; Hicr 15 / 99

18 Bakara 2 / 208. 

19 Hucurât 46 / 1. 

20 Ahzab 33 / 36. 

21 Mâide 5 / 44, 45, 47.

22 En’âm 6 / 19.

23 İsrâ 17 / 9.

24 Sa’d 38 / 9.

25 A’raf 7 / 157.

26 Furkan 25 / 30.

27 Watt, Kur’ân’a Giriş, s. 23.

28 Fazlurrahman, Ana konularıyla Kur’ân, s. 223. 

29 Cerrahoğlu, Tefsir Târihi, I / 41.

30 Cündioğlu, Kur’ân Çevirilerinin Dünyası, s. 59.

31 Ebû Dâvûd, Sü­nen, Kitâb’u-s Salat, II / 71.

32 Müslim, Kitâbu’l ilim, IV / 2053.

33 Heysemî, Mecmua’z-Zevaid, II / 269.

34 Buhârî, Kitâb’u-t Tefsir, VI / 13-4.

35 Ebu Dâvûd, Sü­nen, III / 499.

36 Age., III / 499.

Kasım 2021, sayfa no: 7-8-9-10-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak