Ara

Kelime-i Tevhîdin Önemi

Kelime-i Tevhîdin Önemi

Kelime-i tevhîde ve onun anlam alanına îmân eden bir mü’minde kâmil bir murâkabe bilinci oluşur. Bu süreçte hayâtın merkezinde sâdece Allah (cc) vardır. İnsan davranışlarının en basitinden en karmaşığına kadar yön veren tek varlık Allah Teâlâ’dır. Müslüman bir kimse yemesini, içmesini, evlenmesini, boşanmasını, ticâretini, eğitimini, öğretimini, hukûkunu, siyâsetini vb. yaparken Allah (cc) bilincini zihninde her an canlı tutup kendine ve topluma bu doğrultuda biçim vermelidir. Böyle bir anlayışın îmanda samîmiyyetin bir sonucu olduğunu Hz. Peygamber şu hadîsi ile ifâde buyurmuştur: “Îmânın en efdali, nerede olursan ol Allâh’ın (her an) seninle olduğunu bilmendir.”1

Müşrikler, ya Allâh’ın (cc) aşkınlığını Buhârlaştırmaktan veya O’nu “ilk muharrik” kabûl edip hayâta müdâhale ettirmemekten dolayı, “uzak ilâh” anlayışına sâhip olmuşlardır. Bu çarpık anlayış şirkin ortaya çıkış sebeplerinden biridir. Buna binâen Allah (cc), müşrikler nazarında hayâta müdâhale etmeyen, uzak tanrıdır. Modernite de pratikte Allâh’ın hayâta müdâhale etmesini inkâr ederek inanç bağlamında şirkin yanında saf tutmuştur. Kur’ân-ı Kerîm tüm bu sapkın anlayışları “Allâh’ı hakkıyla takdîr edip bilememe” çerçevesinde ele almış ve Yüce Allâh’ın (cc) kullarına olan yakınlığına şu âyetlerle vurgu yapmıştır: “Nerede olursanız olun, O sizinle berâberdir.”2 “Allah içinizden geçenleri bile, bilir.”3 “Kullarım Beni senden sorarlarsa (bilsinler ki) gerçekten Ben onlara çok yakınım. Bana duâ edince duâ edenin duâsına cevap veririm.”4 “Biz insana şah damarından daha yakınız.”5 Bu âyetler, müşriklerin Allah Teâlâ ile ilgili “uzak ilâh” anlayışlarını çürütmektedir.6 Hazreti Peygamber (sav) de, Allâh’ın (cc) kullarına olan yakınlığını mü’minlerin dâimâ hissetmelerini istemiş ve bu çerçevede “ihsan bilincini” tavsiye etmiştir. Böyle bir bilinç hâli insanı “müşâhede”ye götürür. Eser ile müessir arasındaki ilgiyi hakîkî anlamda görebilen bir kişi; varlıklar üzerinde Allâh’ın (cc) ahadiyyetini her an temâşâ eder. Kevnî tutarlılık ve düzeni müşâhede eden bir mü’min Yüce Allâh’ın ahadiyyetinin toplumsal yapıda da tecellîsi için gayret eder; etmek zorundadır. Cüneyd-i Bağdâdî (ks) müşâhedeye dayanmadan “Allah (cc)” diyen bir kimsenin bu sevgi ve inancında samîmî olmadığını şu sözüyle dile getirmiştir: “Kalp müşâhede ve tasdîk için, dil ise müşâhede edileni ifâde ve ikrâr içindir.”7

Hz. Peygamber (sav), Allâh’ı (cc) görüyormuşçasına bir şuur içerisinde kelime-i tevhîdin kalben tasdîk edilip sonra da dille ikrâr edilmesini canla başla istemiştir. Tevhîdî bir murâkabe başlangıçta istenen biçimde oluşmasa da, Allâh’ın (cc) varlık ve birliğini ikrâr etmek Müslüman olmak için şart koşulmuştur. Rasûlullah (sav) Safa Tepesi’ne çıkıp Allâh’ın (cc) birliğini ve vahyin hakîkatini tüm Mekkeliler’e duyurmuştur. Şuarâ Sûresi’nin “En yakın akrabâlarını uyar”8 âyeti gelince de tüm akrabâlarını çağırmış ve onlara “Kendisine yakınlıklarına güvenmemelerini; âhiret için îman ve sâlih amel eksenli hazırlık yapmalarını” emretmiştir.9 Kur’ân-ı Kerîm’in beyânına göre Hz. Peygamber (sav) tevhîdi anlatıp hayâta hâkim kılma konusunda çok yoğunlaşmış ve ânını bile değerlendirmiştir. Evlere koşmuş, yollara düşmüş ve panayır (fuar)ları gezip şu duyuruyu yapmıştır: “Ey İnsanlar! Lâ ilâhe illallâh deyin ve kurtulun!”10 Çünkü âhirette mü’minlerden başkası kurtulamayacak11 ve “Mü’minlerden başkası cennete giremeyecektir.”12 Kâfirlerin cennete giremeyeceğini13 birçok hadîsinde îlân eden Rasûlullah (sav), Kur’ân-ı Kerîm vâsıtasıyla da şu duyuruyu yapmıştır: “Andolsun, Allah, Meryem oğlu Mesih’tir diyenler kesinlikle kâfir olmuştur. Oysa Mesih şöyle demişti: ‘Ey İsrâîloğulları! Yalnız, benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allâh’a kulluk edin. Kim Allâh’a ortak koşarsa artık Allah ona cenneti kesinlikle haram kılmıştır. Zâlimler için hiçbir yardımcı yoktur.”14 Kabûl ettikleri inanç sistemine göre Allah tarafından cennetin kendilerine haram kılındığı Yahudileri ve Hristiyanları “cennet ehli” diye takdîm etmek sapıklık değil midir?

Tevhîdin bireysel ikrârı insana dünyâda da bir dokunulmazlık alanı kazandırır. Hz. Muhammed (sav) insanların hem dünyâda dokunulmazlık alanı kazanmaları hem de âhirette cehennemden âzâd olmaları için nitelikli âile toplântıları yapıp onlara ziyâfetler vermiş, arkasından Allâh’ın (cc) varlığını ve birliğini tebliğ etmiştir. Sâdece bununla kalmamış, bütün yerleşim yerlerine haberler gönderip yöre halkının Müslüman olmalarını istemiştir. Kendisi de Taif’e kadar gidip İslâm’ı tebliğ etmiş ama kabûl görmemiştir.15 Toplumun bütün kesimlerini kapsayan böyle nitelikli bir çalışma, konuyla ilgili sünneti ihyâdır ve insanlığın bu ihyâ hareketine ihtiyâcı vardır.

Rasûlullah (sav), İslâm’ı tebliğin başlangıç döneminde (Mekke’de) şer’î tekliflerden ziyâde, Allâh’ın (cc) birliğini ikrâr etmeyi teşvîk etmiş ve bu bağlamda birçok müjdeler vermiştir: “Ben öyle bir kelime biliyorum ki herhangi bir kul onu kalbinden hakkıyla söyleyecek olursa, Allah Teâlâ ona cehennem ateşini haram kılar.”16 buyuran Hz. Peygamber (sav), tevhîdî kararlılığı bir ömür boyu devâm ettirip bu ikrâr üzerine Allâh’a (cc) kavuşmayı şu hadîsinde önemle vurgulamıştır: “Her kim ki Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun elçisi olduğuna kalbinden sıdk ile inanarak ölürse o mutlakâ cennete girecektir.”17 Çünkü bu kelimeyi söyleyen bir insan, Allâh’a (cc) îmânın bir gereği olarak O’na mutlak anlamda teslîm olduğu için hayâtının tüm alanlarının seyrinde Allah’tan (cc) bağımsız veya O’na rağmen bir iş yapmayacaktır. Bu anlayışa sâhip bir insan politeist/çok tanrıcı bir hayat anlayışından şiddetle uzaklaşacak ve dünyânın gidişâtına da seyirci kalmayacaktır. Yâni, Allâh’ın (cc) ulûhiyyet ve rubûbiyyetine karşı beşerî bir tecâvüz varsa, mü’min bir insan tevhîdin bir gereği olarak bu tecâvüze karşı tavır koyacak ve bir hareket planı başlatıp uygulayacaktır. Bu durumu Akabe biatlerinde sezen Abbas b. Ubade el-Ensârî (ö. 3 / 624) Hz. Peygamber’e (sav) îmân ettiklerini bildiren Hazreçlilere şöyle demiştir: “Ey Hazrec halkı! Siz bu adama (Hz. Muhammed’e) ne üzerine biat ettiğinizi biliyor musunuz? O’na tevhîd üzerine biat etmek kızıl ve kara ile (herkesle) savaşı göze almak demektir.”18 Zîrâ Allâh’ın (cc) varlık ve birliğine bilinçle îmân eden bir kimse hukûkullâhın çiğnendiği bir dünyâda hakkı yerine koymak için ilkeli ve dâimî bir mücâdele verecek; bu mücâdeleyi de son nefesine kadar sürdürecektir.

Dipnotlar

1 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 60.

2 Hadîd 57 / 4.

3 Hadîd 57 / 6.

4 Bakara 2 / 186.

5 Kaf 50 / 16.

6 Yüce Allâh’ın kullarıyla sürekli ilgilenip onlara yakın olmasıyla ilgili âyetler için bak: Bakara 2 / 186, 235, 284; Âl-i İmrân 3 / 5, 29; Mâide 5 / 8; En’âm 6 / 3, 59; Yûnus 10 / 21, 61; Hûd 11 / 5, 123; Hicr 15 / 23; Ra’d 13 / 9, 10, 38; Furkân 25 / 58; Neml 27 / 93; Lokmân 31 / 16; Ahzâb 36 / 54; Hucurât 49 / 1; Kamer 54 / 52, 53; Mücâdele 58 / 7; İnfitar 82 / 11, 12; Fecr 89 / 14.

7 Kelâbâzî, et-Ta’arruf, s. 156.

8 Şuarâ 26 / 214.

9 Buhârî, 65, Tefsir, 2, VI / 17; Müslim, Îman, 89, h. no: 351, I / 192-193; Nesaî, Sünen, Vesâya, IV / 239.

10 İbni Hanbel, Müsned, c.IV, s. 240.

11 Bak: Mü’minûn 23 / 1.

12 İbni Hanbel, Müsned, III / 349; Buhârî, 64, Megâzi, 38V / 75; Nesaî, Îman, VIII / 104.

13 İbni Hişam, es-Siretü’n Nebeviyye, IV /189.

14 Mâide 5 / 72.

15 Hamidullah, İslâm Peygamberi, II / 116.

16 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I / 15.

17 İbni Hanbel, Müsned, V / 229.

18 Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl, I / 298.

 Temmuz 2020, sayfa no: 10-12

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak