Ara

Kâfirlerin İyi Amelleri Âhirette Onlara Hiçbir Fayda Sağlamayacaktır

Kâfirlerin İyi Amelleri Âhirette Onlara Hiçbir Fayda Sağlamayacaktır

İslâm dîninin kurallarını Yüce Allah (cc) belirlemiş, Rasûl’e (sav) de tebliğ, tebyin, temsil ve teşrî’ konusunda izin vermiştir. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’in buyrukları önemli olup hiç kimsenin Allah (cc) ve Rasûlü’nün önüne geçme hakkı yoktur. Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’e hidâyet kaynağı olarak önce îmân edilip sonra da bir mü’min gözüyle araştırıldığında görülür ki dünyevî ve uhrevî kurtuluşun olmazsa olmaz şartı îmandır. Yalnız, îman konusunu ön kabûllerden uzak ve Kur’ân-Sünnet bütünlüğü içerisinde ele almak gerekir. İdeolojik, ön kabûllü ve parçacıl bir yaklaşımla âyetlere yaklaşmak ya cehâletin veya diliyle âlim ama hakîkatte münâfık bilgiçlerin davranışıdır1, oryantalist yaklaşımıdır. Hz. Peygamber (sav)’in ümmeti hakkında korktuğu sınıflardan birisi de bunlardır. Hz. Peygamber’in sahabesi, önce vahye îmân etmişler sonra da İslâm’ı yaşamada derinleşmişlerdir. Vahye önce îmân etmek, vahye bir metâ gibi yaklaşma temâyülünden Müslümanları korumuştur.

Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet, âhiret selâmetini îman şartına bağlamış ve sâlih amelleri îmân üzerine atfetmiştir. Âyetler, inkârcı gruplara önce Allâh’a (cc) varlık ve birlik bağlamında îmân etmelerini ve yanlış tanrı telakkîlerini düzeltmelerini söylemiştir. Îmanla ilgili hususlarda kemâl alanı oluştuğunda, bu temelin üzerine ibâdetleri ve diğer sâlih amelleri yüklemiştir. Îman ve amel ilişkisinin âyetlerde “vav” atıf harfiyle ayrılması, îmansız amelin sâhibine bir faydasının olmayacağını vurgulamaktır. Sâdece îman-sâlih amel formunda Kur’ân-ı Kerîm’de yüze yakın âyet vardır.

Hakîkat Allah Teâlâ tarafından bildirilip îmânın asıl olduğu belirtildikten sonra, kimsenin Allah’tan (cc) daha merhametli gibi gözüküp haddini aşan tavırlar sergilemeye ve ideolojik bir yaklaşımla âyetleri tahrîf etmeye hakkı yoktur. Dünyâda belki en sâlih amel Hz. Peygamber’e (sav) zor ve sıkıntılı günlerinde koruyucu olmaktır. Onu her türlü tehlikeye karşı müdâfaa etmektir. Bu görevi beşerî planda en iyi yapanlardan biri Ebûtâlib’tir. Fakat o, Hz. Peygamber’e (sav) îman şerefine eremediği için uhrevî kurtuluşu elde edememiştir. Onun hidâyet bulmayışı Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmıştır: “Şüphesiz ki sen sevdiğini hidâyete erdiremezsin; fakat Allah’tır (hidâyeti bulmak) isteyeni dosdoğru yola ulaştıran ve yine O’dur, doğru yola girecek olanları en iyi bilen.”2

Meâlini verdiğimiz âyetle ilgili müfessirlerin şu tespitleri oldukça dikkat çekicidir: Kasas Sûresi’nin bu âyetinin Ebûtâlib hakkında indiği husûsunda Müslümanlar icmâ etmişlerdir. Rivâyete göre Ebûtâlib, ölüm ânında Hâşimoğullarını toplamış ve onlara: “Muhammed’e itâat edin, O’nun doğruluğuna inanın ki kurtulup hidâyeti bulun.” demiş, bunun üzerine Rasûlullah (sav): “İnsanlara nasîhat ediyorsun ama kendini unutuyorsun amca” deyince, O’na şu karşılığı vermiştir: “Benden ne istiyorsun yeğenim?” Hz. Peygamber (sav): “Dünyâda kaldığın son günlerde Allah’tan başka ilâh olmadığını kabûl et ki âhirette senin lehine şâhitlik edeyim.” buyurmuştur. Bunun üzerine Ebûtâlib şöyle cevap vermiştir: “Ey kardeşimin oğlu! Ben biliyorum ki Sen doğrusun. Fakat ben, ölümden korktu da îmân etti demelerini sevmiyorum. Bu durumda benden sonra, Sana ve Abdulmuttalib oğullarına bir kötülük izâfe etmelerinden endîşe etmeseydim seni memnûn edecek bu sözü son ânımda da olsa söylerdim. Fakat bilinsin ki ben Abdulmuttalib’in dedeleri; Haşim ve Abdimenaf’ın dîni üzere ölüyorum. (Bunu tercîh ediyorum.)”3 Buna rağmen Hz. Peygamber (sav), amcasının bağışlanması için Yüce Allah’tan (cc) bağışlanma talebinde bulununca hakkında şu âyet inmiştir4: “Müşriklerin (tövbesiz ve şehâdetsiz ölüp de) cehennem ehli oldukları kesin biçimde belli olduktan sonra, artık akrabâ bile olsalar, ne peygamberin ne de mü’minlerin onlar için mağfiret dilemesi yaraşmaz.”5 Bu rivâyetlerin tamâmından anlaşılan; peygamberi koruyuculuk gibi önemli bir ameli işlemenin bile îmân olmadıktan sonra sâhibine âhirette hiçbir faydası olmayacağı gerçeğidir. Îmân etmedikten sonra sâlih amelleri işleyen kimselere rahmet bile okunmayacağını da yine yukarıdaki âyetten öğreniyoruz.

Yukarıdaki örneğin benzeri bir rivâyet de, Bedir Savaşı’nda esîr edilen Abbas b. Abdulmuttalib hakkındadır. Abbas, esir düştüğünde Hz. Ali’ye (ra) teslîm edilmiştir. Esâreti gurûruna yediremeyen Abbas b. Abdulmuttalib, bir ara Hz. Ali’ye (ra) şöyle demiştir: “Sizler bize karşı İslâm, hicret ve cihadla öne geçtiniz. Fakat biz de Mescid-i Haram’ın bakım ve velâyetini, hacılara su vermeyi, esirleri kölelikten kurtarma gibi önemli işleri yapıyoruz.”Bunun üzerine Allah (cc) şu âyeti indirmiştir: “(Ey Müşrikler!) Siz hacılara su vermeyi ve Mescid-i Haram’ın îmârını, Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden ve Allah yolunda cihâd eden kimsenin işi gibi mi tuttunuz?” Allah katında bunlar aslâ eşit olamazlar. Allah, (kendisini bırakıp başkalarına bağlanarak müşrik olan) zâlimler topluluğunu doğru yola eriştirmez.”6 Âyette vurgu yapılan hizmetlerin hiçbirisi, şirk içerisindeki kimseye fayda sağlamaz. Şirkleri sebebiyle Allah Teâlâ onlara “zâlimler” diye isim vermiştir. Dolayısıyla bu hizmetleri, onların başına gelecek (uhrevî) belâların hiçbirini kaldırmaz.7 Çünkü amellerin fayda sağlaması mü’min olma vasfıyla kayıtlıdır. Şu âyet bunu net olarak ortaya koymaktadır: “Erkek veya kadından kim mü’min olduğu hâlde sâlih amel işlerse, işte onlar cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.”8

Kur’ân-ı Kerîm birçok âyette kâfirlerin amellerinin kendilerine fayda sağlamayacağını bildirmiştir. Şu âyet-i kerîme buna işâret etmektedir: “Allâh’ın vahdâniyet ve hâkimiyetinde ve O’nun emirlerini tanımak husûsunda küfre sapanların ve Allah yolundan insanları alıkoyanların (bütün iyi) amellerini (Allah) boşa çıkarmıştır.”9 Kâfir olmaları hasebiyle, Allah (cc), onlar için terâzi bile koymayacağını; yâni amellerinin, küfürleri sebebiyle hiçbir karşılığa değer bulunmayacağını tüm insanlığa îlân etmiştir: “İşte onlar, Rabblerinin âyetlerini ve O’na kavuşmayı inkâr eden kimselerdir. Bu yüzden, (onların hayır olarak yaptığı bütün) işler boşa gitmiştir. Kıyâmet günü onlar için bir terâzi kurmayız.”10 Onların amellerinin boşa çıkmasının sebebi, Allâh’ın (cc) âyetlerini ve âhireti inkârla vasıflanmalarıdır.11 Bu sonuç târihsel bir vâkıa değildir. Tüm zaman ve mekânları içerir: “Kim (ilâhî hükümlere) inanmayı kabûl etmezse, onun bütün ameli boşa gitmiştir. Bu kimse âhirette de büyük bir hüsrâna uğrayacaktır.”12

Kur’ân-ı Kerîm’deki bâzı âyetlere parçacıl, bağlamından ve bütünlüğünden uzak olarak yaklaşanlar; bâzı inkârcıların, keşif ve îcat sâhibi dinsizlerin, hizmetleri karşılığında kurtulacaklarını söylemişlerdir. Bu söylem, Kur’ân’a ve Sünnet’e aykırı bir söylemdir. Bilmeden Allah adına konuşmaktır. Temelinde, İslâm’ın tek hak din olduğunu inkâr; tahrîf olmuş Yahudilik ve Hristiyanlık gibi dinleri İslâm’ın seviyesine çıkarma düşüncesi vardır. Kim, hangi iyi davranışta bulunur, hangi keşfi yaparsa yapsın, Yüce Allâh’ın (cc) şu buyruğu konuyu yoruma bırakmayacak kadar açıktır: Rabblerini (ve onun âyetlerini) inkâr edenlerin durumu şudur: Onların yaptıkları (iyi) işler, tıpkı fırtınalı bir günde rüzgârın şiddetle savurduğu bir kül(yığının)a benzer. (Onların) kazandıklarından hiçbir şey ellerine geçmez. İşte, (haktan) uzak olan sapıklık budur.13Yâni, “İlâhî dâvete karşı sadâkatsiz, îmansız ve isyankâr olanlar ve peygamberlerin dâvet ettikleri yola uymayı kabûl etmeyenler sonunda hayatları boyunca kazandıklarının ve yaptıkları işlerin bir kül yığını kadar değersiz olduğunu göreceklerdir. Uzun yıllar boyunca biriken bir kül tepeciği nasıl fırtınalı bir günde rüzgâr tarafından darmadağın ediliyorsa, aynı şekilde onların bütün büyük işlerinin, o fırtınalı kıyâmet gününde bir yığın külden başka bir şey olmadığı görülecektir. Onların göz kamaştırıcı kültürleri, medeniyetleri, muhteşem krallık ve devletleri, üniversiteleri, bilimleri, edebiyatları, fazîlet dedikleri davranışları, dünyâ hayâtında övündükleri yararlı ve ıslah edici hareketleri o gün bir yığın kül kadar değersiz olacak ve kıyâmet gününün “fırtınası” tarafından etrâfa saçılacaktır. O denli ki o gün ilâhî terâziye koymaya değecek en ufak yararlı iş bile bulamayacaklardır.”14 “Küfre sapanların (iyi sandıkları) amelleri, düz arâzide görülen bir serap gibidir. Susayan onu su zanneder. Nihâyet onun yanına vardığı zaman hiçbir şey bulamaz ve (tıpkı bunun gibi o kâfirlerin âhirette de eli boşa çıkar da) yanında sâdece Allâh’ı bulur. O da onun hesâbını eksiksiz görür. Allah, hesâbı çok çabuk görendir.”15 Kâfir bir kimse, ölüm meleği geldiği zaman yaptığı amelleri kendisine fayda verecek zanneder. Onlara çok ihtiyâcı vardır. Fakat onlardan hiçbir fayda göremez.16

Kur’ân-ı Kerîm’deki kapalı hususları beyân eden Hz. Peygamber (sav), konuyla ilgili önemli açıklamalarda bulunmuş ve O da kâfirlerin yaptığı iyi işlerin âhirette kendilerine fayda sağlamayacağını vurgulamıştır. Onların yaptıklarına sâdece dünyevî karşılık verileceğini şu hadisle ifâde etmiştir: “Şüphesiz ki Allah Teâlâ, mü’mine yapmış olduğu iyilikten dolayı haksızlık etmez. İyiliğin karşılığını dünyâda da âhirette de verir. Kâfirin yaptığı iyiliğin karşılığını sâdece dünyâda verir; ona (kâfir olduğu için) âhirette verilecek bir hayır yoktur.”17 Konumuzla alâkalı şu örnek daha da açıklayıcıdır. Seleme b. Yezid (ra) şöyle naklediyor: “Kardeşimle berâber Rasûlullâh’ın (sav) huzûruna girdik ve şöyle dedik: Ey Allâh’ın Rasûlü! Annemiz Müleyke Hanım, sıla-i rahim yapar, misâfir ağırlar ve daha başka iyi işler de yapardı. Fakat câhiliyye döneminde öldü. Bu yaptığı iyi işlerden dolayı kendisine bir fayda olur mu? Hz. Peygamber (sav) de “hayır” cevâbını vermiştir.”18 Örnekte olduğu gibi Rasûlullah (sav), uhrevî karşılığın îmânın varlığına bağlı olduğunu defalarca vurgulamış ve ölmüş yakını için köle âzâd etmek isteyen kimseye: “Müslüman bir kimsenin sevap alması için bu sâlih ameli yapsaydın faydası olurdu; ama kâfire hiçbir faydası olmaz.”19 buyurmuştur.

İnsanların yaptığı bâzı sâlih ameller vardır ki destanlaşıp târihe mâl olmuştur. Bunlardan birisi de “Hılfu’l Fudul” cemiyetinin kuruluş sürecidir. Zâlimlerden mazlumların hakkını almak için Mekkeli Abdullah b. Cûd’an tarafından kurulan bu cemiyete, Hz. Peygamber (sav) de yirmili yaşlarında üye olmuş ve bu üyeliğinden kıvançla bahsetmiştir. Hz. Aişe (r.anha), akrabâsı olan Abdullah b. Cûd’an’ın yaptığı iyiliklerden bahsetmiş ve sıla-i rahim yaptığına, fakirleri yedirdiğine değinmiştir. Bunun ona âhirette bir faydası olup olmayacağını sormuş ve Hz. Muhammed (sav) bu hayır cemiyetinin kurucusu ile alâkalı şu cevâbı vermiştir: “O, bir defa olsun, ‘Rabbim kıyâmet gününde beni ve günahlarımı bağışla’ demediği için bu yaptıklarının hiçbir faydasını göremeyecektir.”20 Bununla Rasûlullah (sav), Abdullah b. Cûd’an’ın hâkim kültürün etkisinde kalarak âhiret ve saf tevhîd inancına sâhip olmadığına vurgu yapmıştır. Benzeri bir soruyu Ümmü Seleme (ö. 62/681), amcası Haşim b. Muğire hakkında sorduğunda da aynı cevâbı almıştır.21 Hz. Peygamber (sav), tüm bu söylemlerinde îmânın asıl olduğuna değinmiş ve Kur’ân’ın hükümlerinin de bu yönde olduğunu açıklamıştır. Şu olay da bu hususta önemli bir örnektir: “Rasûlullah (sav), Ümmü Mübeşşir (r.anha) hurma ağacının üzerinde iken yanına varmış ve ona; bu hurmayı Müslüman birisi mi yoksa kâfir mi dikti? diye sormuştur. O da ‘Müslüman birisi dikti’ deyince Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Müslüman birisi bir hurma diker veya ekin eker, ondan kuşlar, hayvanlar ve insanlar yiyecek olursa o kimse için bunlar sadakadır.”22 Hz. Muhammed (sav), risâlet öncesi ticârî ortaklık yaptığı doğru, vefâkâr olan ve kimseyi aldatmayan Saib b. Ebis Saib’e: “Sen câhiliyye döneminde de iyi işler yapıyordun. Bu davranışların o gün senden kabûl edilmedi ama bunların hepsi bugün (îmân ehli olduğun için) senden kabûl edilir, karşılığını alırsın.”23 demiştir.

Gerek âyetler gerekse hadisler bizlere, îmân alt yapısı sağlam ve kâmil olmadan yapılan sâlih amellerin Allah (cc) katında bir değerinin olmadığını bildirmektedir. Bu çerçevede, kimsenin bu kadar nass varken Allah (cc) ve Rasûlü (sav) adına söz söylemeye ve Allah’tan (cc) daha şefkatli gözükmeye hakkı yoktur. Yukarıda anlatılanlar îmânı teşvîk etmek için söylenmiş hakîkatlerdir. Allah Teâlâ kuralını koymuştur: Önce îman, sonra sâlih amel. Bu ifâde Müslümanların boş durmaları, sâlih amel yapmamaları anlamına gelmez. Bilakis, Allâh’ın (cc) ahlâkı ile ahlâklanan ve Rasûlullâh’ı (sav) örnek alan Müslüman’ın her an bir iş ve gayret içerisinde olması zorunludur. Şunu da açıklamakta fayda var: Bir eylemi sâlih amel yapan öğeler; niyet, yalnız Allah (cc) rızâsı için yapmak ve Hz. Peygamber’i (sav) örnek almaktır. Allâh’a şirk koşan, O’na oğul isnâd eden, emirlerini tahrîf edip Hz. Muhammed’i (sav) peygamber olarak bile kabûl etmeyenlerin sâlih ameli olabilir mi? Elbette olmaz…

Dipnotlar:

1 İbni Hanbel, Müsned, I/22; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, I/187.

2 Kasas 28/56.

3 Zemahşerî, Keşşaf, IV/408.

4 İbni Kesîr, Tefsir’u-l Kur’an-il Azim, II/375.

5 Tevbe 9/113.

6 Tevbe 9/19.

7 Taberî, Câmiu’l-Beyân, VI/336.

8 Nisâ 4/124.

9 Muhammed 48/1.

10 Kehf 18/105.

11 Âlûsî, Rûhu-l Meânî, c. XVI, s.369.

12 Mâide 5/5; Ayrıca bak: A’raf 7/147.

13 İbrâhîm 14/18.

14 Mevdûdî, Tefhimu’l Kur’an, II/512.

15 Nûr 24/39.

16 Begavî, Tefsir’u-l Begavî (Muhtasar), s.655.

17 İbni Hanbel, Müsned, III/122.

18 İbni Hanbel, Müsned, III/478.

18 İbni Hemmam, Musannef, IX/62.

20 Müslim, Îman, 92, h. no: 365, I/196; Hâkim, Müstedrek, h. no: 3524, II/439.

21 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I/118.

22 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 19690, X/456; İbni Hanbel, Müsned, III/192.

23 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, I/94.

Ocak 2021, sayfa no: 8-9-10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak