İslâm; Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet’le bildirilen emir ve yasakların tamâmıdır. Bu sebeple Müslüman olabilmek için Kur’ân’ın ve Sünnet’in muhteviyâtına îmân edip gereğince amel etmek gerekir. Amel aynı zamanda tasdîkin fiilî ikrârıdır. “Ey îmân edenler! (Hayâtınızın her ânında ve tüm davranışlarınızda ilâhî hükümler arasında bir ayrım yapmadan ve hiçbirini dışta bırakmadan) her şeyinizle İslâm’a giriniz. Apaçık düşmanınız olan şeytânın peşine düşmeyiniz.”1 Bu ve benzeri birçok âyet-i kerîme, dîni yaşamanın zorunluluğunu ve kuşatıcılığını, İslâm’ın bir bütün olduğunu; İslâm’ın hükümlerinin bir tecezzî/bölünme kabûl etmediğini ortaya koymaktadır. Tersi bir durum vâki olursa; din parçalanırsa, irtidât dediğimiz “dinden dönme” ortaya çıkar.
Aslolan İslâm olduğundan dolayı irtidât, sâdece İslâm’dan dönme ile ilgili bir durumdur. Çünkü “Allah katında tek (hak) din İslâm’dır.”2 ve “İslâm’ın dışındaki hiçbir din Allah katında geçerli değildir; sâhibinden kabûl edilmeyecektir.”3 Kur’ân-ı Kerîm’e göre yaşayan tek semâvî ve ilâhî din vardır o da İslâm’dır. Ayrıca Hz. Muhammed’e (sav) gelen İslâm kendinden önceki dinlerin tamâmı için “nâsih”tir; hepsini yürürlükten kaldırmıştır.
İrtidâd: İslâm dîninin iki şehâdetini; Allâh’ın varlık ve birliğini, Hz. Peygamber’in (sav) risâletini tasdîk ve ikrardan; İslâm’ın hükümlerine dâimî olarak bağlanmayı kabûlden sonra söz ve/veya davranışlarla İslâm’ı reddetmektir.4 Hz. Peygamber’in (sav) beyânına göre ise: “Îmandan sonra küfürdür.”5 Bu dönüş ister niyetli olsun ister olmasın fark etmez.6 Bu tanımda cehlî küfrün de mâzeret olmayacağını beyan vardır. Allâh’a, peygamberlerine, meleklerine küfreden bir kişi kesinlikle İslâm dîninden çıkmıştır.7 Abdullah b. Mes’ud (r.a): “Kur’ân Allâh’ın kelâmıdır. Kim, ondan bir şeyi inkâr ederse Allâh’ı inkâr etmiş olur.”8 diyerek irtidâta açıklık getirmiştir. “Kim, Kur’ân’ın bir harfini bile inkâr ederse, tamâmını inkâr etmiştir.”9 (Abdullah b. Mes’ûd). İslâm ulemâsının tamâmı dînin bir tek bile kat’î hükmünü reddedenin küfre gireceğinde icmâ etmişlerdir.
İnsan, mârifeti ne kadar çok olursa küfre karşı o denli duyarlı olur. Peygamber Efendimiz (sav) mârifetle huşû, verâ ve takvâ arasındaki orantıya şu hadîsiyle dikkat çekmiştir: “Allâh’ın koymuş olduğu hudûdu (dînî emir ve yasakları; helâl-haram sınırını) en iyi bileniniz benim, en takvâlı olanınız da Benim.”10
Şehâdeti/Kelime-i Tevhîdi Bozan ve İrtidâta Sebep Olan Şeyler
- Allâh’a îman ve ibâdette; yaratmada ve emretmede başka varlıkları O’na şirk koşmak. Ulûhiyet ve rubûbiyete âit vasıfları Allah’tan başka varlıklara vermek.
- Allah ile kendi arasına putları aracı koymak ve onlardan yardım talebinde bulunmak. Putların şefâatini ummak. Aracı varlıklar putlar olduğu gibi putlaştırılan insanlar; din büyükleri, kanâat önderleri, sözde âlimler, krallar ve şefler de olabilirler.
- Müşriklerin kâfir olmadıklarına inanmak veya onların küfürlerinden şüphe etmek; gidişatlarını doğru ve hak kabûl etmek. Müslümana Kâfir demek ne kadar îtikâdî hatâ içerirse kâfire Müslüman demek de o kadar yanlıştır. Kâfirliği müsellem birisine hangi ideolojiden veya siyâsî görüşten olursa olsun Müslüman denilemez.
- Hz. Peygamber’in (sav) getirdiği hayat tarzından başka bir hayat tarzını daha sahîh kabûl edip başkalarının verdiği hükümleri Rasûlullâh’ın (sav) hükümlerinden güzel görmek. İslâm’ın dışındaki bir dünyâ görüşünün insanlık için daha iyi olacağına inanmak küfürdür.
- Hz. Peygamber’in (sav) getirmiş olduğu dînî emirleri yaşasa bile, O’nun getirmiş olduğu dînî hükümlerden herhangi birine kin duymak. Ticâretle uğraşıp fâiz yasağını inkâr etmek, modayla çatışıyor diye tesettür emrini beğenmemek, modern hukuk kurallarını tercîh edip İslâm fıkhını ilkel bulmak gibi.
- Hz. Peygamber’in (sav) insanlığa tebliğ ettiği din ile veya bu dînin belirlediği sevap ve ikāb ile alay etmek. Dînin kurucusu Allah Teâlâ’dır. Allâh’ın emirleri ve dînî hükümler şakaya, alaya ve espriye konu olmayacak kadar ulvîdir. Dîni hafife almak Yüce Allâh’a hakārettir. Bir Müslümanın îmânını kaybetmemesi için en çok dikkat etmesi gereken hususlardan biri budur.
- Müslümanların aleyhine olarak kâfirlere yardım etmek. Kâfirlerin velî edinilmeyeceği ve Müslümanların aleyhine olarak onlara yardım edilmeyeceğine dâir yüzlerce âyet vardır. Kâfirlerin küfürlerini bile bile, Müslümanlar aleyhine onlara yardım etmek küfürdür.
- Bâzı insanların, Hz. Peygamber’in (sav) getirmiş olduğu dinden çıkmalarında veya bu dîne tâbî olmamalarında bir sakınca olmadığına inanmak. Bu şekliyle tam bir sapıklık olan bu görüş sâhipleri esâsında, bâzı insanlardan şer’î/dînî tekliflerin kalktığını iddia etmişlerdir. Müslüman olduğunu söyleyen biri şer’î tekliflerle mükelleftir. Allâh’ın en kıymetli ve sevgili kulu Hz. Muhammed (sav) ayakları şişene kadar namaz kılıp tüm ömrünü cihadla geçirdiğine göre herhangi bir kimseden dînî teklifin kalktığını iddia etmek küfürdür.
- Sihir yapma veya yaptırmanın meşrû/helâl olduğunu kabûl etmek. İslâm’a göre kişiyi helâk edecek en büyük günahlardan olan sihir, toplumdaki ahlâkî ve sosyal dokuyu yıkan bir cürümdür.
- Bile bile Allâh’ın (cc) dîninden yüz çevirmek, dîni öğrenmemek ve onunla amel etmemek.11 Daha açık bir ifâdeyle, pozitivizm başta olmak üzere felsefî mekteplerin ve ideolojilerin etkisinde kalarak dînin önemini kaybettiğine inanmak. İnsandan ve onun düşüncelerinden daha aşkın bir şey kabûl etmemek. Bu bâtıl inancın netîcesinde özellikle dînin hayâtın genişlik alanındaki hükümlerini reddedip insanı tanrılaştırmak.
İrtidat, dinde aşırılıktır. Bu aşırılık ya dînin özüne bir şeyler katmakla veya içerisinden bir şeyler çıkarmakla olur. Kısacası irtidat, bir yönüyle de dîni tahrîf etmektir.12 Böyle bir aşırılığa müptelâ olarak tevhîdî çizgiden ayrılıp Yahudileşen ve Hristiyanlaşan insanlar gibi olmamak için, Hz. Muhammed (sav), ümmetini şu önemli buyruğu ile uyarmıştır: “Ey İnsanlar! Sizi, dinde aşırı gitmekten sakındırırım. Sizden önceki ümmetler, dinlerindeki aşırılıkları sebebiyle helâk oldular.”13 Hattâ Hz. Peygamber (sav), Müslümanları etkilerler de onların din değiştirmelerine sebep olurlar endîşesi ile kâfirlerle aynı yerde mesken tutmayı bile yasaklamıştır.14 “İslâm’ın halkalarının teker teker koptuğu bir zamanda”15 insanlar karanlık geceler gibi fitnelerle karşı karşıyadır. Bu fitne günlerini Rasûlullah (sav) şöyle tasvîr etmiştir: “Kişinin bedeninin ölmesi gibi kalbi de ölecektir. İnsan mü’min olarak sabahlayıp akşama kâfir olarak ulaşacaktır. Mü’min olarak akşamlayıp sabaha kâfir çıkacaktır. O günde insanlar dinlerini ve şahsiyetlerini az bir dünyâlık karşılığında satacaklardır.”16 Toplu irtidat da diyebileceğimiz bu durumu Hz. Peygamber (sav), Nasr Sûresi nâzil olduğunda, sûreyi okuduktan sonra şu açıklamayı yaparak îzâh etmiştir: “İnsanlar bölük bölük İslâm’a girdiği gibi, öyle bir zaman gelecek ki bölük bölük de dinden çıkacaklardır.”17
İrtidâdı doğuran birçok sebep vardır ama şunlar çok önemlidir:
1. Yahudi ve Hristiyanların hayat tarzlarını üstün saymak sûretiyle onlara benzemek; ehl-i kitâbı ve diğer kâfirleri velî edinerek18 onlara itâat etmek. Hz. Peygamber (sav), “Yahudi ve Hristiyanların yollarının adım adım, karış karış tâkip edileceğini”19 bildirip mü’minleri uyarmıştır. Batılılaşma sürecinde zâten bu benzeme çok ileri gitmiş, sâdece şekilsel bir teşebbühten çıkıp zihinsel olarak da batılılarla tam bir örtüşme sağlanmıştır. Bu benzeşmenin veya örtüşmenin îmâni boyutları kelâm açısından önemli iken maalesef bizim kelâmcılarımız ümmeti yeterince uyarmamıştır. Uyarı görevi Rabbânî ulemâ tarafından ilmî bir üslûb ile hakkāniyet üzere yapılmayınca ülkemizde kitlesel irtidatlar yaşanmıştır. İslâm ile ideolojilerin sentez olmayacağını bilemeyen birçok kişi sentezci bir îmâna sâhip olmuştur. Bugün bile bu parçalanmış îmânın sâhiplerinin Müslüman olmadıkları hükmü hiçbir dînî kurum tarafından deklare edilmemiştir. Aşırı gitmediğimizi umarak şu tesbîti yapmak mümkündür: Kâfire bile kâfir demekten çekinen dînî kurumlar, küfrün tabana yayılmasında bilinçli küfür odaklarının suç ortağı olmuşlardır.
2. Gönülden ve yakînî anlamda Kur’ân ve Sünnet’ten delillerini bularak îmân edememek; taklitle ve çevrede buldukları ile yetinmek.20 Kalbin derinliklerine kadar kök salmış ideal bir îmânı elde etmede; Kur’ân ve sünneti iyi öğrenmek, sâlih amelleri çok işlemek, mazlumlara yardım etmek ve eldekileri yoksullarla bölüşmek, gece ibâdetlerine önem vermek, zikir/ilim meclislerine devâm etmek, kelime-i tevhîdi anlamını düşünerek çokça okumak, geçmişe körü körüne bağlanmamak ve sıkça umre yapmak önemli etkenlerdir. Şâyet bunlar hakkıyla yapılacak olurlarsa îmânın kalbe yerleşmesine bağlı olarak Müslümanlar irtidâd tehlikesi de yaşamazlar.
3. Îmân edilecek hususlarda ayırım yapmak; Allah (cc), peygamberler, melekler ve kitaplar arasında sahîh bir îmâna sâhip olamamak; îmân edilecek hususların bir kısmına îmân edip bir kısmını reddetmek.21
4. İslâm’ı bir bütün olarak kabûl etmeyip onun inanç sisteminin bir kısmını alıp, hayâta bakışını; sosyal, siyâsal ve hukûkî alana hükmetmesini reddetmek.22 Bu yaklaşım tam bir irtidât sebebidir.
5. Kâfirleri gönülden sevmek ve Müslümanlara karşı onlarla berâberliği yeğlemek.23 Kâfirlerle insan olarak bir arada olmak, onların yaşam biçimlerine karışmamak, haksızlık yapmamak, zulmetmemek, haklarını korumak, emeklerine saygı duymak, birikimlerinden yararlanmak ve onlara karşı adâletten ayrılmamak başka bir şey, onları sevmek ise apayrı birşeydir. Kâfiri değil sevmek ona sempati duymak bile yasaklanmıştır. Zîrâ bu sempati kalbî bir sevgiden onun görüşlerini ve inancını yeğlemeye dönüşebilir. İnanca yönelik bu yeğlemenin sonucu elbette irtidât olur.
6. İslâmî değerlerle ve Müslümanlığın sembolleriyle alay etmek; alay edenlerle berâber olmak ve onlara tavır koymamak.24 İslâm, bâtıl olduğu mutlak olanlara bile küfrü veya küfrün bir türü olan alay etmeyi yasaklar ki onlar da misilleme yapıp İslâmî değerlerle alay etmesinler.25
7. İslâm’ın hükümlerine karşı hüküm koyan ve tanrılık iddiasında bulunan; kendilerine mutlak itâat bekleyen siyâset ve din adamlarına kayıtsız şartsız teslîmiyet.26 Dînimizde itâat ancak meşrû olan şeylerde olur ve Allah Teâlâ’nın sevgisinin dışındaki tüm sevgiler de sınırlıdır. Kur’ân ve sünnet insanların tanrılaştırılmasını ve düşüncelerin dinleştirilmesini aslâ kabûl etmez. Zîrâ bu yaklaşım şirktir.
8. Şeytâna ve şeytanlaşmış insanlara itâat edip onların düşüncelerini vahyin önüne koyarak ibâdette bulunmak.27Vahiy asıldır. Hiçbir şey Kur’ân ve sünnetin önüne geçirilmez. “Siz ey îmân edenler! Allâh’a, Peygambere ve aranızdan kendilerine otorite emânet edilmiş olanlara itâat edin. Herhangi bir konuda anlaşmazlığa düşerseniz, onu Allâh’(ın Kitâbın)a ve Peygamber’(in sünnetin)e götürün, eğer Allâh’a ve Âhiret Gününe (gerçekten) inanıyorsanız. Bu (sizin için) en hayırlısıdır ve sonuç olarak da en iyisidir.”28
9. Hevâ ve tutkuları ilahlaştırmak sûretiyle vahyin karşısına yeni bir hayat tarzı koyup hayâtı onlarla anlamlandırmak.29
10. Allâh’ı (cc) hakkıyla bilememek ve bu hususta bir çaba sarf etmeyerek cehâlete râzı olmak; mârifette derinleşmemek.30
11. Hz. Muhammed’in (sav) risâletini ve getirdiği şerîatı kabûl etmemek; ona îmân etmeden de Müslüman olunabileceğini savunmak. Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğini inkâr eden bir kimse Allâh’ın (cc) birliğini kabûl etse bile müşriktir.31 Muhammedsiz (sav) bir hayat tarzının kapıları devamlı küfre açıktır ve küfürdür.
Yukarıda sayılanlarla berâber, günahlara çokça dalmak, şaka ve esprilerde sınır tanımamak, îmânı amellerle beslememek ve vahiy ile sürekli bir iletişim hâlinde olamamak gibi etkenler de her an insanı küfürle karşı karşıya getirebilir. Sonuçta kitlesel bir dinden dönme hâdisesi yaşanılabilir. Bu vahim durumun olmaması için mü’minlerin kendileri ve çevreleri ile ilgilenmeleri elzemdir.
Dipnotlar:
1 Bakara 2/208.
2 Âl-i İmrân 3/19.
3 Âl-i İmrân 3/85.
4 Cezerî, Kitâb’u-l Fıkh ala mezahib’i-l Erbea, V/422.
5 Heysemî, Mecmau’z Zevaid, VI/261.
6 Zuhaylî, el-Fıkhu’l-İslâmî ve Edilletuh, VI/183.
7 Cezerî, age., VI/184.
8 İbni Hanbel, Kitâbü’s-Sünne, h. no: 115, s. 27.
9 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, VIII/422.
10 Mâlik, Muvatta, 18,Sıyam, 5, h. no: 13, I/292.
11 İbni Abdulmuhsin, Fıkh’u-l Ed’ıye, s.194-195.
12 Nisâ 4/171; Mâide 5/77.
13 İbni Mâce, Menasik, 63, h. no: 3029, II/1008.
14 Buhârî, Edebü’l-Müfred, II/35; Suyûtî, Câmiu’s-Sağîr, h. no: 9997, II/580.
15 İbni Hanbel, Müsned, IV/227.
16 Age., III/452.
17 Dârimî, Mukaddime, 14, s. 14; Heysemî, Mecmau’z Zevaid, c.VII, s. 281.
18 Âl-i İmrân 3/100; Mâide 5/51. Kur’ân-ı Kerîm’de Yahudi, Hristiyan ve diğer kâfirleri üst otorite edinmenin yasaklığı ile ilgili yaklaşık iki yüze yakın âyet vardır. Konu ile ilgili Kur’ân-ı Kerîm’de Velâyet Kavramı adlı çalışmamıza bakılabilir.
19 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 20764, XI/369.
20 Âl-i İmrân 3/144.
21 Bakara 2/285, Nisâ 3/136, 150-152, Hicr 15/90-92.
22 Bakara 2/208, Mâide 5/44-47, Nisâ 4/65, 105.
23 Hûd 11/113.
24 Nisâ 4/140, En’âm 6/68, Tevbe 9/65-66.
25 En’âm 6/108
26 Tevbe 9/31.
27 Yâsîn 36/60, Muhammed 47/25.
28 Nisâ 4/59.
29 Furkan 25/43, Câsiye 45/23.
30 Hac 22/73-74.
31 Hâzin, Lübâbu’t-Te’vîl, I/162.
Haziran 2021, sayfa no: 6-7-8-9-10-11
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak