Ara

İmânda İhlâs Esastır / Dr. Mehmet Sürmeli

Kur’ân-ı Kerîm, medenî sûrelerde münafıklıktan sakınmanın önemi ve nifak ehlinin vasıfları üzerinde çok durmuştur. Özellikle; Bakara, Âl-i İmran (Uhud savaşı sahnelerinde), Nisa, Enfal, Tevbe ve Münafikun sûrelerinde onlardan sıkça bahsetmiştir. Tevbe suresinde münafıkların sıfatları ve rezaletleri ayrıntılı olarak ortaya konduğu için bu sureye “münafıkların çirkinliklerini açığa çıkaran” anlamında sure-i fadâha da denilmiştir.[1] Münafikun suresi ise müstakil olarak münafıklardan bahseder ve ilginç tahliller yaparak mü’minleri bu inkârcı gruba karşı uyanık tutar. Hatta Resullullah (sav), Münafikun suresi nazil olduktan sonra Cuma namazlarında bu sureyi okumuş ve sahabilerini nifak ehline karşı teyakkuz halinde tutmuştur. Arapçada, münafık kelimesinin türediği nefekun قفنkelimesi, alt geçit ve tünel anlamlarında kullanılır. Nasıl tünelin bir tarafından girilip diğer tarafından çıkılırsa; istiare yollu münafıklar için de kullanılan bu kavramla, nifak ehlinin dine bir taraftan girdikleri diğer taraftan da çıktıkları hatırlatılmıştır. Nitekim münafıkın tanımında da bu durum göz önünde bulundurulmuş ve şöyle tarif edilmiştir: “İslâm’a (şeriata) bir kapıdan girip, diğer bir kapıdan da çıkmak suretiyle dini inkâr eden kimsedir.”[2]  Îmânlarını dille söyleyip küfürlerini kalpte gizlemek; hayır yönlerini gösterip şerlerini saklı tutmak[3] diye de tanımlanan münafıklık en anlaşılır biçimiyle Kur’ân-ı Kerîm ’de şöyle açıklanmıştır: “İnsanlardan öyleleri de vardır ki (kalpleriyle) Îmân etmedikleri halde (dilleriyle) Allâh’a ve ahiret gününe inandıklarını söylerler.”[4] Îmân ettiğini söyleyen kimse hem inancında samîmi olup yalnızca Allâh’ın (cc) rızasını gözetmeli hem de îmânının gereği olarak Allah (cc) için salih ameller yapmalıdır. Bu durum; îmân ve salih amellerin yalnızca Allâh’a (cc) özgü kılınması anlamına gelen dinin derinlik boyutuyla alakalıdır. Dinin derinlik boyutu olmadan, sadece dille ikrar edilen bir inançla kişi kurtulacağını iddia ederse yanılır. Şu âyet  konuyu yeterince vuzuha kavuşturmaktadır: “Hâlbuki onlara her türlü batıl inançtan uzak olarak tüm kalpleriyle yalnız Allâh’a kulluk/ibâdet etmeleri, namazı özenle kılmaları, zekâtı hakkıyla vermeleri emredilmişti. Zaten dosdoğru din de budur.”[5] İman sadece bir temenni veya dille ifade edilen bir söz olsaydı münafıklık belki de hiç olmayacaktı. İman, inançtaki samimiyetin salih amellerle hayata yansımasıdır; Allâh’ın emirlerine ve yasaklarına içtenlikle teslimiyettir. Bu teslimiyet amelî olarak ispat edilmelidir. “(İbadet- ler dahil) sıkıntı ve zorluklarla sınanmadıkça, mü’minler sadece ‘inandık’ demekle bırakılacaklarını mı sanıyorlar.”[6] âyet i îmân için ödenmesi gereken zorunlu bedele işaret etmektedir. Bu bedeli ödemek istemeyen münafıkların îmânı pragmatiktir. Allâh’a (cc) karşı pazarlık(!) halindedirler. İmanları işlerinin rast gitmesine bağlıdır. Onların bu halini şu âyet -i kerime veciz bir şekilde ortaya koymaktadır: “Kimi insanlar da vardır ki bunlar Allâh’a şartlı kulluk ederler. (dolayısıyla böyle bir insanın inancı pamuk ipliğine, ibâdeti de hayatta rahat etme şartına bağlıdır.) Bu yüzdendir ki işleri rast gittiğinde bu durumdan; Allâh’a kulluktan memnuniyet duyar. Bir sıkıntıya maruz kaldığında ise Allâh’a küsüp ona ibâdetten vazgeçer ve böylece hem dünyayı hem ahreti kaybetmiş olur. İşte esas kayıp da budur.”[7] Cihad ibâdeti olmasa ve İslâm dini, îmân ettiğini iddia eden kimselerden yerine göre canda ve malda fedakârlık istemeseydi belki de münafıklar zümresi tarihte hiç olmayacaktı. Onları ortaya çıkaran esas sebep, cihadın mukatele boyutunun farz kılınması ve dinin onlardan canlarıyla ilgili fedakârlıkta bulunmalarını istemesidir. Pragmatik bir anlayışa sahip olan kimse elbette ki bu isteğe olumlu cevap vermemiştir ve vaziyeti idare etme yoluna gitmiştir. Münafıkların pragmatik îmân ları şu âyet te daha da açıktır: “Onlar sizi gözetleyip dururlar. Eğer size Allah’tan bir fetih nasip olursa: ‘Biz de sizinle beraber değil miydik?’ derler. Eğer savaşta kâfirler kazanırsa, onlara: ‘Biz, size üstünlük sağlayıp sizi mü’minlerden kurtarmadık mı?’ derler. Kıyamet gününde Allah, aranızda hükmedecek ve mü’minlere karşı kâfirlere aslaüstünlük tanımayacaktır.”[8] Bu ilahi buyruk; mü’minleri egemenlikleri altına sokmak, onların hâkimiyet mücadelesini baltalamak, kendilerini zillete düşürmek,maneviyatlarını bozmak, birliklerini çökertmek, servetlerini talan etmek, özgürlüklerini kısıtlamak, Allah yolunda davette bulunanları yasaklamak için çalışan kâfirlere karşı Müslümanların takınması gereken siyasi, sosyal ve ekonomik tavrı belirlemektedir.[9] Yüce Allah Müslümanlara karşı hain planlar hazırlayan münafıklara karşı somut hedefler göstermiş veonlarla ortak meclisleri paylaşmayı bile yasaklamıştır: “Allah, size Kur’ân-ı Kerîm ’de şu hükmü bildirmiştir: ‘Allâh’ın âyet lerinin inkar edilip alay ve eğlence konusu yapıldığını işittiğiniz zaman, bu çirkefliği yapanlar başka bir konuya geçmedikçe onların yanında oturmayın.’ Aksi takdirde siz de onlar gibi olur, onlarla aynı kefeye konursunuz. Hiç şüpheniz olmasın ki Allah, münafıkları da diğer bütün kâfirleri de topluca cehenneme tıkacaktır.”[10] Bu âyet e göre münafık meclislerinde oturup onların küfürlerine razı olanlar da küfre girerler. Bir günahın işlenmesine rıza gösterip bu günahı işleyenlerin içine karışan kimse de günahta onlar gibidir.[11] Çünkü münafıklar günah işleme hususunda birbirlerini ayartan kimselerdir. Kur’ân-ı Kerîm onların bu çirkin niteliklerini mü’minlere şöyle anlatır: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirinden (yanadırve hepsi aynı)dır. Onlar birbirlerine dince uygun görülmeyen davranışları emrederler, iyi ve güzel olanları ise yasaklarlar. Çok da cimridirler. Onlar Allâh’ı unuttular, Allah da onları kendi hallerine terk etti. Şüphesiz ki münafıklar (Allâh’a) itaat etmeyen (azgın) kimselerdir.”[12]

Günah noktasında; “Konuştukları zaman yalan söylemek,vaat ettiğinde caymak, emanete ihanet etmek”[13] onların karakteri olmuştur. “Ahdine riâyet etmeyenin dini yoktur, emaneti yerine getirmeyenin îmânı yoktur.”[14] Gerçeğini kavrayamayan münafıklar din ve dini sembollerle alay etmeyi çok severler. Şu âyet onların bu çirkin davranışlarını ortaya koymaktadır: “Müslüman görünerek İslâm’a karşı gizli eylem planları ve eylem yapan münafıklar, kafalarındaki, kalplerindeki nifakı ve ikiyüzlülüklerini ortaya dökecek bir surenin mü’minlere indirilmesinden çekinirler. ‘Siz dilediğiniz şekilde alay edin! Allah çekindiğiniz şeyi, ikiyüzlülüğünüzü kesinlikle açığa çıkaracaktır.’ de. Eğer onlara niçin alay ettiklerini sorarsan ‘Biz sadece lafa dalmış şakalaşıyorduk.’ derler. Allah ve O’nun âyet leriyle; onun peygamberiyle mi alay ediyorsunuz.’ de.”[15] Âyet -i kerimede de görüldüğü gibi âyet lerle alay etme gibi bir günahı bile çok basite indirgeyen münafıkların bu kötü durumunu Abdullah b. Mes’ud (r.a) şöyle tefsir etmiştir: “Mü’min, günahlarını (o kadar büyütür ki) sanki üzerine düşecek bir dağ gibi görür. Facir bir insan ise günahlarını burnunun üzerine konan küçücük bir sinek gibi görür.”[16] Konuşmuş olduğu o mizahi kelimeler sebebiyle Nebinin diliyle ayıplandığının[17] ve “Doğu ile batı arasından daha uzaklıktaki cehennem çukuruna yuvarlanacağının”[18] farkında bile değildirler. Yüce Allah (cc), mü’minlerle alay eden ve onları dillerine dolayan münafıkları şu rivâyet te olduğu gibi bazen tehdit bile etmiştir: “Ey dilleriyle îmân edip fakat kalplerine îmânın girmediği güruh! Müslümanların gıybetini etmeyin ve onların mahrem durumlarını araştırmayın. Sizden kim onların gizli şeylerini araştırırsa, Allah (cc) da onun gizleyip bilinmesini istemediği hallerini ortaya çıkarır ve evinin ortasında rezil eder.”[19] Mekke döneminde olmayıp Medine döneminde mukatelenin farziyeti ile ortaya çıkan bu grubun çıkış nedenini Kur’ân-ı Kerîm merkezli olarak şu başlıklar halinde ortaya koyabiliriz:

1. Menfaatperestlik. Medine’de mü’minlerin sayıca az olduğunu gören Abdullah b. Übey ve arkadaşları şartların aleyhlerine dönmesinden endişe etmişler ve her iki tarafı da idare etme yoluna gitmişlerdir. Güya Allah Rasûlü’nün risaletini tasdik etmişler ama bunu gönülden yapmamışlardır. Herhangi bir yaptırıma uğrama endişesiyle İslâm’ın getirdiklerini tasdik eder gibi gözükmüşlerdir.[20] Mü’minlerin zaman içerisinde bir felakete düşmeyeceklerinden emin olamadıkları için[21] menfaatperest bir davranış şeklini seçip münafık olmuşlardır. Kur’ân-ı Kerîm onların bu hastalıklı ruhhallerini şöyle anlatır: “Kalplerinde hastalık olanların (kendi kendilerine) ‘şansımızın kötü gitmesinden korkuyoruz’ diyerek onların (kâfirlerin) işine yarayan bir tavır sergilemekte yarıştıklarını görebilirsin…”[22]

2. Cihad korkusu ve buna bağlı olarak ölüm endişesi.Cihadın mukatele boyutu ile ilgili emirler gelince Medine’de mü’minler ile münafıklar birbirinden ayrıştı. Bu emirler gelmezden önce münafıklarla gerçek mü’minler arasında görünüşte hiçbir fark gözükmeüyordu. Mü’minlerle namaz kılıyorlar ve oruç tutuyorlardı.İsteksiz de olsa İslâm’ı kabul ediyor görünüyorlardı.Fakat İslâm uğruna canları feda etme vakti gelince münafıklar açığa çıkmaya başladı. Göstermelik îmânları üzerindeki perde açıldı.[23] Bu durum Nisa suresinde şöyle dile getirilmiştir: “İman etmiş olanlar ‘Keşke cihad hakkında bir sure indirilmiş olsaydı.’ derler. Ama hükmü açık bir sure indirildiğinde onda savaştan söz edilince kalplerinde hastalık olanların ölüm baygınlığı geçiren kimsenin bakışı gibi sana baktıklarını görürsün. Onlara yakışan da budur.”[24] Münafıklara en ağır gelen âyet ler cihad âyet leridir.[25] Bu âyet ler onların kalplerindeki hastalığı ortaya koymuş ve îmânî noktada ayrılmalarına neden olmuştur.

3. Cehalet. Allâh’ı hakkıyla bilip takdir edememe verisalet davasını anlayamamaları. Eğer Allah Teâlâ’yı Kur’an’dan ve Rasulullahtan gereği gibi öğrenebilselerdi kalplerindeki bu hastalığı tedavi edebilirlerdi. Fakat cehaletleri ve cehaletteki ısrarları onları ikiyüzlü bir hayatı tercihe itmiştir.

4. Riyaset Davası. Hz. Peygamber’in (sav) hicreti öncesinde Medine’deki Hazrec ve Evs kabilesi bir araya gelerek Abdullah b. Übey’in devlet başkanı olması hususunda anlaşmışlardı. Hz. Muhammed (sav),Medine’ye teşrif edince onun riyaseti suya düşmüş ve bunun üzerine ibni Übey Resulullah’a bitmeyen bir düşmanlık sergilemiştir. Etrafındakileri de aynı düşmanlığa sevk ettirmiştir. Kur’ân-ı Kerîm ’de onların bu hırslı durumu şöyle hikâye edilmiştir: “Onlar (münafıklar) ‘Allâh’ın elçisinin yanında bulunanlar için (hiçbirşey harcamayın ki dağılıp gitsinler)’ diyenlerdir. Oysa göklerin ve yerin hazineleri Allâh’ındır. Fakat münafıklar bunları anlamazlar…”[26]

5. Çekememezlik. Riyaset davasında bulunan ve kavmi tarafından çok sevilen Abdullah b. Übey, tüm Evs ve Hazreçli mü’minlerin sevgisi Rasûlullah’a (sav) kanalize olunca bundan dolayı büyük bir rahatsızlık duymuştur. Bu rahatsızlığın oluşturduğu haset ve çekememezlikle Hz. Peygamber’e düşman olmuş ve kendisi gibi kimselerle ayrı bir cemaat oluşturmuştur.

6. Dinin infak talebi. Kur’ân-ı Kerîm ’de infak ve türleri sıkça dile getirilir ve mü’minler Allah yolunda cömert olmaya çağırılır. “En çok sevdiklerini Allah için vermeye”[27] davet edilirler. İslâm’ın infak talebi münafıklara her zaman ağır gelmiş ve dine karşı cimriliği tercih etmişlerdir. Kur’an onların bu cimri davranışlarını şöyle haber vermektedir: “Münafık erkekler ve münafık kadınlar birbirlerinin velileridirler. Onlar birbirlerine kötülüğü emreder ve iyi davranışları yasaklarlar. Cimrilik ederler…”[28]

7. Şahsiyetsizlik ve Siliklik. Kişiliği oturmayan insanlar kararsız olurlar konjektöre göre vaziyet ederler. Bu tip şahsiyetsiz insanların çokluğu Abdullah b. Übey gibi bir kişinin etrafında toplanmaya zemin hazırlamıştır. Bu kimse- ler Müslümanlarla kâfirler arasında mekik dokumak suretiyle silikliğin en ilginç örneklerini vermişlerdir. Kur’an bu şahsiyet yoksunu insanları şu önemli benzetmeyle dile getirmiştir: “Münafıklar, mü’minlerle kâfirler arasında bocalayıp dururlar. Ne mü’minlere ne de kâfirlere bağlanırlar. Allah kimi saptırırsa ona asla çıkar yol bulamazsın.”[29]

8. Dinin, hayatın tüm alanlarına hitap etmesi ve kendisineinananlardan kuşatıcı bir îmân talebi. Münafıklar sıradan bir hayatı tercih eden kimselerdir. Hayatın tüm boyutlarını vahye teslim etmeyi istemezler. Hele de dinin toplumsal ve siyasal alana kurallar koyması onların işine gelmez. Bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm ’e ve Hz. Peygamber’e yeri geldiğinde düşmanlıklarını göstermişlerdir.

Yukarıdaki saymış olduğumuz veya sayamadığımızdaha başka sebeplerle varlık sahnesine çıkan bu insanlara karşı yüce Allah bizleri uyarmıştır. Hz. Peygamber de benzeri uyarıları hadisleriyle yapmıştır. Kaçınmamız gereken nifak alametlerini Kur’ân-ı Kerîm ’e göre şu başlıklar altında sıralayabiliriz:

1. Dilleriyle îmân edip kalpleriyle inkârı tercih ederler.[30]

2. Fesatçıdırlar fakat fesatçılığı kabul etmezler.[31]

3. Mü’minlere karşı alaycı bir tavır sergilerler.[32]

4. Cihadın, eceli öne alacağına inanırlar.[33]

5. Cihada engel olurlar ve kendileri de isteksiz davranırlar.[34]

6. Cimridirler.

7. Kâfirlerin hükümleriyle muhakeme olmayı severler.[35]

8. Kâfirleri veli edinirler.

9. İzzeti kâfirlerin yanında ararlar.[36]

10. Menfaatlerini her şeyin önünde tutarlar.[37]

11. Namaza karşı çok üşengeçtirler.[38] Yatsı ve sabahnamazları ise onlara en ağır gelen namazlardır.[39]

12. Allâh’ı (cc) çok az anarlar, hatırlarına bile getirmezler.[40] Rasulullah (sav) mü’minleri Allâh’ı (cc) çok zikretmeye çağırmış ve şöyle buyurmuştur: Allâh’ı çokça zikreden nifaktan beri olur.”[41]

13. Kişiliksiz ve kararsızdırlar.[42]

14. Korkaktırlar.[43]

15. Mü’minlerin başına gelen musibetlere sevinirler.[44]

16. Hz. Peygamberi üzmekten zevk alırlar.[45]

17. Kötülüğü emredip iyiliğe engel olurlar.[46]

18. Müslümanların arasına fitne sokup onları birbirine düşürmek isterler.[47]

19. Hz. Peygamber dâhil insanların namusuna iftira edebilirler.[48]

20. Yahudi dostudurlar.[49]

21. Yalan yere yemin etmeyi alışkanlık haline getirirler.[50]

22. Mü’minlere karşı süslü laflar etmeyi severler.[51]

Yukarıda sayılan kötü sıfatlarla donanan kalpleri hastalıklı,gönülleri inkârla dolu, yalanı şiar haline getiren ve kâfir tasallutunu her şeyin üzerinde tutan nifak ehli tarihin her döneminde olmuş ama en yoğun çalışmalarını Hz. Peygamber’e karşı vermişlerdir. Tüm bu kötü durumlarına rağmen Resulullah, onlara karşı her zaman siyaseten güzel davranmıştır. Onları İslâm toplumununsamîmi bir üyesi yapmak için çok çalışmış, Abdullah b. Übey dâhil olmak üzere onları zaman zaman ziyaret etmiştir. Bu yakınlığın neticesinde birçoğunu kazanmıştır. Fakat nifakta direnenler için ise Müslümanlaratoplu tavır koymayı öğreten Kur’ân-ı Kerîm, “onlara istiğfar etmemeyi (rahmet ve bağışlanma duası yapmamayı)”[52] emretmiş; en son olarak da “Hiçbir münafığın cenaze namazını kılmayın”[53] emrini vermiştir. Mü’minler bugün sadece bu ilahi emri yerine getirse, münafıklara tavır koyabilse çoğu hizaya gelecektir.Gelmeseler bile toplumda bir saflaşma olacak ve gerçek mü’minlerle münafıklar birbirlerinden ayrılacaklardır.

[1] Sabunî, Muhammed Ali, Kıbes min Kur’an,c. IV, s. 8.

[2] İsfehanî, Rağıb, Müfredât, s. 819.

[3] Cürcanî, Târifât, s. 245.

[4] Bakara 2/8.

[5] Beyyine 98/5.

[6] Ankebut 29/2.

[7] Hac 22/11.

[8] Nisa 4/141

[9] Fadlullah, Hüseyin, Min Vahyi’l-Kur’an, c.VIII, s. 317.

[10] Nisa 4/140.

[11] Hazin, Ali b. Muhammed, Lubabu’t-Te’vil,c. II, s. 111

[12] Tevbe 9/67.

[13] Buhari, 25, îmân .

[14] Ahmed, Müsned, c. III, s. 135.

[15] Tevbe 9/65-66

[16] Tirmizî, 38, Kıyamet, 49, Had. no: 2497, c.IV, s. 658.

[17] Ebu Davud, Edep, Had. no: 4990, c. V, s. 265.

[18] Müslim, 54, Zühd, 6, Had. no: 2988, c. III, s. 2290.

[19] Ebu Davud, Edep, Had. no: 4880, c. V, s. 195.

[20] İbni Kesir, Tefsiru’l-Kur’ani’l-Azim, c. IV, s. 368.

[21] Zemahşerî, Keşşaf, c. I, s. 629

[22] Maide 5/52

[23] Mevdudî, Tefhimu’l-Kur’an, c. V, s. 360-1.

[24] Nisa 4/77; Ayrıca bak: Muhammed 47/20; Tevbe 9/86.

[25] Zemahşerî, Keşşaf, c. IV, s. 316

[26] Münafikun 63/7

[27] Al-i İmran 3/92

[28] Tevbe 9/67.

[29] Nisa 4/143.

[30] Bak: Bakara 2/8.

[31] Bak: Bakara 2/11.

[32] Bak: Bakara 2/14; Tevbe 9/65.

[33] Bak: Al-i İmran 3/156, 168.

[34] Bak: Al-i İmran 3/167-8.

[35] Bak: Nisa 4/60, 65

[36] Bak: Nisa 4/139.

[37] Bak: Nisa 4/14.

[38] Bak: Nisa 4/142; Tevbe 9/54.

[39] Müslim, 5, 42, Had. no: 252, c. I, s. 451-2.

[40] Bak: Nisa 4/142.

[41] Camiu’s-Sağir, c. II, s. 518.

[42] Bak: Nisa 4/143.

[43] Bak: Enfal 8/49; Tevbe 9/49, 56.

[44] Bak: Tevbe 9/50.

[45] Bak: Tevbe 9/61.

[46] Bak: Tevbe 9/67.

[47] Bak: Tevbe 9/107.

[48] Bak: Nur 23/11-13.

[49] Bak: Haşr 59/11.

[50] Bak: Münafikun 63/1-2.

[51]Bak: Münafikun 63/4.

[52] Bak: Tevbe 9/80. [53] Bak: Tevbe 9/84.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak