Ara

Îman Ye’s Hâlinde Olmamalıdır

Îman Ye’s Hâlinde Olmamalıdır

Allah Teālâ, yaratmış olduğu hiçbir varlığa ebedîlik vermemiştir. Bu evrensel kural Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmıştır: “Biz senden önce hiçbir beşere ölümsüzlük vermedik. Şimdi sen ölürsen onlar ebedî mi kalacaklar? (Yaratılan) her canlı mutlakā ölümü tadacaktır. Sizi bir imtihan olarak hayır ile de şer ile de deniyoruz. Ancak bize döndürüleceksiniz.”1 Ölüm denileni, hayâtın sona erdirilmesini belirleyen Allah (cc), vakti saati geldiğinde hiçbir erteleme yapılmayacağını da bildirmiştir: “Allah, eceli geldiğinde hiçbir kimseyi aslâ ertelemez. Allah bütün yaptıklarınızdan haberdardır.”2 Hattâ insanlar ölümden kaçmak için türlü yollara başvursalar bile kurtuluş yoktur. Konuyla ilgili şu âyet her şeyi açıklamaktadır: “Nerede olursanız olun ölüm gelip sizi bulacaktır. Göğe yükselen sağlam kulelerde olsanız bile...”3 Ebedîlik ve ölümsüzlük, yaratılmayan ancak her şeyi yoktan var eden Yüce Allâh’a (cc) mahsustur. Kur’ân-ı Kerîm’in ifâdesiyle: “Yeryüzünde bulunan her canlı yok olacaktır. Ancak azamet ve ikram sāhibi Rabbinin bizzat kendisi bâkī kalacaktır.”4

“Allah, hanginizin daha güzel amel yapacağını sınamak için ölüm ve hayâtı yaratandır. Şüphesiz ki Allah Azîz ve Ğafûr’dur.”5 buyuran Allah Teālâ, varoluş amacımızın imtihan ve ubûdiyet6 olduğuna defalarca dikkat çekmiştir. Bu münâsebetle, önemli olan hayâtı vahiyle anlamlandırmak sûretiyle imtihanı başarıyla atlatmak ve bu yaşayış ve îmanla Allâh’a (cc) kavuşmaktır. Rabbimiz bizden şirk koşmaksızın kendisine gelmemizi istemiş ve şu tavsiyeyi yapmıştır: “Kim, Rabbine kavuşmaya inanıyorsa sālih ameller yapsın ve ibâdetlerinde O’na hiç kimseyi ortak koşmasın.”7 Çünkü Allah (cc), “Cennetini, müşriklere haram kılmış,”8 “yaptıkları için tartı bile koymayıp”9, “amellerinin fırtınalı bir gündeki küller gibi boşa gideceğini”10 söylemiş ve küfür üzere ölen kimselerin “deve iğnenin deliğinden geçmedikçe cennete giremeyeceğini”11 beyân etmiştir.

Kur’ân-ı Kerîm, hayâtın îmân üzere sonlandırılmasına çok önem vermiş ve ideal ölümü şu âyetle tanıtmıştır: “Ey îmân edenler! Allâh’a karşı nasıl takvâlı olmak gerekiyorsa öyle takvâlı olun. Mutlakā Müslüman olarak ölün.”12Müslümanca ölmek, peygamberlerin de oğullarına vasiyetidir.13 Hz. Yûsuf da, “Allâh’ım! Benim canımı Müslüman olarak al ve beni sālih insanlara kat/onlarla haşret.”14 diyerek Allah Teālâ’ya duā etmiştir. Dünyâda sālihlerle olan, âhirette de sālihlerle olur. Sālih insanlarla olanlar, onlar vâsıtasıyla ciddî gündemler oluşturmak sûretiyle, Allah’tan (cc) kopmazlar ve Rableriyle kesintisiz iletişim kurarlar. Böylece, îmanlarının zāyi olmasını önlerler. Çünkü kötü arkadaş, ilgisiz āile, cehâlet, fıtrata yabancılaşmak, vahiyden zihnen kopmak ve dâimî bir bilgilenme süreci yaşamamak, olumsuz çevre, günahlara çok dalmak, kibir, âhiret duygusunun zayıflığı, materyalist eğitim ve dîni dışlayan siyâsal ortamlar îmansızlığa dāvetiye çıkarırlar. Esefle belirtelim ki Müslümanlar bugün bu saydığımız olumsuz nedenlerle kuşatılmış vaziyettedirler. Îmânı koruma iddiasında olan mü’minlerin bu sayılan hususlarda ciddiyet göstermeleri elzemdir. Kendilerini koruyabilseler bile, materyalist kuşatmanın en büyük mağdurları olan nesillerini koruyamazlar. Zîrâ dayatmacı emperyalist kültür herkesi büyük küçük demeden sarmalına almıştır.

İnsanın Müslümanca ölebilmesi için Müslümanca bir hayâtı tercîh edip yaşaması gerekir. Müslümanca yaşarsa Müslümanca haşrolur. Bu silsileyi Hz. Peygamber (sav) şu veciz ifâdesi ile dile getirmiştir: “Her insan öldüğü hâl üzere diriltilir;15 Mü’min îmânı üzerine, münâfık da nifâkı üzerine...”16 Kişi, İslâm dışı bir hayâtı tercîh edip ömrünü Allâh’a (cc) isyân ile geçirir, can boğazına geldiğinde uhrevî makamlarının korkunçluğunu görünce tövbe ederse, bu tövbeyi Allah (cc) kabûl etmemiştir. Buna yeis hâlindeki tövbe ve îman denilir. Bu durumdaki bir kimsenin yeniden hayâta dönme imkânı kalmamıştır. Ayrıca âhirete; ölümden sonraki hayâta îmân etmek gayba îmânın bir parçasıyken, bu kişi âhiretteki makamlarını görünce inanmıştır. Yāni gayba değil şehâdete/sâdece gördüğüne inanmıştır. Allah (cc), böyle bir îmânı ve yeis(ümitsizlik) hâlindeki tövbeyi kabûl buyurmamıştır. Şu âyet-i kerîme bu duruma açıkça delâlet etmektedir: “Oysa ne ölüm ânına kadar kötülük işleyip duran, ama o an gelip çattığında “Şimdi tevbe ediyorum!” diyenlerin tevbesi kabûl edilecektir, ne de kâfir olarak ölenlerin. Biz, kâfirler için can yakıcı bir azap hazırladık.”17 Allâh’ın (cc) âhirete yönelik âyetlerinden bāzılarını müşâhede ile başlayan bu süreçteki îmânın makbûl olmadığını şu âyet daha açık resmetmiştir: “(Ey Muhammed!) Onlar (îmân etmek için) ancak kendilerine meleklerin gelmesini veya Rabbinin bāzı âyetlerinin gelmesini mi gözlüyorlar? Rabbinin âyetlerinden bāzısı geldiği gün daha önce îmân etmemiş veya îmânında bir hayır kazanmamış olan bir kimseye (o günkü) îmânı fayda vermez. De ki: ‘Siz bekleyin. Şüphesiz biz de bekliyoruz.”18 Yeis hâlinde îmân eden bu kimseler şâyet dünyâya döndürülecek olsalar, eski yalanlamalarına ve günahlarına tekrar avdet edeceklerdir.19 İmam Mâturîdî’nin(rh.a) beyânına göre böyle bir îman, ihtiyârî/özgürce edilen bir îman değildir. Kâfir birinin kendisinden azâbı ve ölüm ânındaki sıkıntıları def etmek için gerçekleştirdiği bir îmandır ki sāhibine hiçbir faydası yoktur.20 Kişi eğer yetişecek olursa; güneş batıdan doğduktan, deccal çıktıktan, dabbe zuhûr ettikten ve daha başka belâlar bizzat görüldükten sonra yapılan îmânın sāhibine hiçbir faydası olmaz.21 Bahsettiğimiz üzere artık gayba îman dönemi bitip şehâdet; azâbı bizzat görme dönemi başlamıştır. Ölümle çepeçevre kuşatılıp, âyetlerin bir kısmını görünce yeis hâlinde yapılan îman, Firavun’un îmânına benzetilmiştir. Kendisini tanrı īlân eden,22 İsrailoğullarının çocuklarını katledip yaşayanlarına en ağır işkenceler yapan23, siyâsal şirkin en büyük temsilcisi Firavun da Kızıldeniz’in sularında boğulmaya başlayınca Allâh’ın (cc) âyetlerini görmüş ve şu ifâdelerde hikâye edildiği üzere îman da etmiştir: “İsrailoğullarını denizden geçirdik. Firavun askerleriyle berâber zulmetmek ve saldırıda bulunmak için derhâl onları tākībe koyuldu. Nihâyet boğulmak üzere iken ‘İsrailoğullarının îmân ettiğinden başka hiçbir ilâh olmadığına inandım. Ben de Müslümanlardanım’ dedi. Yüce Allah: ‘Şimdi mi îmân ettin? Oysa daha önce isyân etmiş ve fesad çıkaranlardan olmuştun’ buyurdu.”24 Âyetten açıkça anlaşıldığı gibi Allah Teālâ, onun bir daha kurtulma umûdunun olmadığı andaki îmânını kabûl etmeyip reddetmiştir. Denilmiştir ki: “Canından umûdunu kestiğin ve boğulmaya başladığın bu güçlük ânında mı îmân ediyorsun.”25 Ayrıca “Şimdi mi îmân ediyorsun?” cümlesinde onu kınama, ayıplama ve azarlama vardır.26

İnsanın, son ânını îmanla noktalayabilmesi için cenneti dünyâda aramak gibi bir yanlışlığa düşmemesi ve dünyâ hayâtını mutlaklaştırmaması şarttır. Bu sebeple insan, ölümü sık hatırlayıp ākıbetini tefekkür etmelidir. Hz. Peygamber (sav), bu konuda şu uyarıyı yapmıştır: “Ağzınızın tadını bozan/yaşama zevkinizi yok eden ölümü çok hatırlayınız.”27Yaşadığımız dünyâdaki etkin Batı medeniyeti ölümü unutturmuş ve her an unutturmaya çalışmaktadır. Bu medeniyetin girdâbına dalan Müslümanlar da aynı hastalığa yakalandıkları için ölümü tefekkür kültüründen uzaklaştılar. Bunun sonunda, dünyâyı idealleştirip Batı medeniyetinin değirmenine su taşıyarak onunla hesaplaşamayacak bir entegrasyon yaşadılar. Artık kimse “Ben nasıl öleceğim?” sorusunun cevâbını aramaz hâle geldi. Hâlbuki Resûlullah (sav), ümmetine şu îkāzı yapmıştır: “Akıllı kimse kendini kontrol edebilen, benliğine hâkim olan ve ölümden sonraki hayat için çalışandır.”28 Ölümü hatırlatsın diye Hz. Peygamber (sav), mescidin yanına Cennetülbaki mezarlığını kurmuştur. Mescidinebî’ye ve Medîne çarşısına çok yakın olan bu mezarlık Müslümanların her an onu seyredip ölümü zikretmelerini sağlamıştır. Sırf ölümü hatırlattığı için kabir ziyâretini tavsiye etmiştir.29 Bu tavsiyelerinden amaç mü’minleri âhiret hayâtına hazırlamaktır. Nitekim hadiste şöyle vârid olmuştur: “Ölüm gelmeden önce ölüme hazırlıklı olun.”30 Çünkü ölüm, kişinin tüm sevdiklerinden ayrılık vaktidir. Yeni hayatta herkes kendi derdine düşecek ve en yakınlarından bile kaçacaktır.31 Hattâ Resûlullah (sav) bile, “Amel defterleri verilirken, yapılan işler mizanda tartılırken ve sırattan geçilirken, kendisinin bile ehlini hatırlamayacağını” söylemiştir.32 “Ölüm bilincinin zayıflığını, tembelliği, uykuya çok düşkün olmayı ve göbeklerin yağ bağlamasını” ümmeti hakkındaki korku alanları33 diye belirleyen Resûlullah (sav), ölümün zorluğuna da zaman zaman dikkat çekmiştir. Kendisi de son nefesini vermeden önce; “Ey Allâh’ım! Ölümün sekeratından/insanı kendinden geçirip ne yaptığını bilmez hâle getirmesinden sana sığınırım.”34duāsını yapmıştır. Ölümün kolay olması ile günâhı az işlemek arasındaki ilgiyi de şöyle açıklamıştır: “Günahları az işleyin ki ölüm size kolay olsun. Az borç yapın ki özgür kalasınız.”35 Ölüm ânının güçlüğünü: “Âdemoğlu yaratıldığından beri ölümden daha zor bir şeyle karşılaşmadı. Ama daha sonrasına göre ölüm, en kolayıdır.”36buyurmak sûretiyle âhiret ahvâlinin güçlüğüne işâret etmiştir. Bu güçlüğün içerisinde kabir azâbı da vardır.

Ehl-i Sünnet anlayışına göre, kabir azâbı haktır. Ebu Hanife (rh.a): “Kabir azâbı haktır, gerçekleşecektir. Rûhun cesede kabirde iāde edilmesi ve kabir sıkması olacaktır...”37. Allâme Ebucafer et-Tahavi de (ö. 321/933) yazmış olduğu akāid risâlesinde; “Kabir azâbının hak eden kimselere vâki olacağını, Münker ve Nekir suâlinin kabirde gerçekleşeceğini ve ītikatla ilgili sorular sorulacağını” söylemiştir. Konuyla ilgili Hz. Peygamber’den (sav) nakillerde ve sahabeden rivâyetlerde bulunmuştur. Kabir azâbının hak olduğu ile ilgili Ğâfir (Mü’min) Sûresi’nin 45-46. âyetleriyle, Tūr Sûresi’nin 45-47. âyetlerini delil getirmiştir.38 Ehl-i Sünnet ulemâsının, kabir azâbının olacağına dâir kanâatleri ilgili âyetlerle berâber, konuyla ilgili Hz. Peygamber’den (sav) sâdır olan rivâyetlerin tevâtür derecesine ulaşmasından kaynaklanmaktadır. Günümüzde bāzı akademisyenlerin aykırı kanâat belirtmeleri; konuyla ilgili âyetleri delâletlerinde netlik yok diye delil kabûl etmemelerine ve hadisleri ise tamâmen reddetmelerine dayanmaktadır. Bu anlayış rasyonel-pozitivist ve kompleksli bir yaklaşımla mâlûldür. Rivâyetlerin sahihliğini ve sakimliğini/sakatlığını bile ayırt etmekten āciz, dille ve kaynaklarla ilgili ciddî problemleri olan kimselerin müctehid imamları “Kur’ân bilmemekle” ithâm etmesi ise cehâlettir. Nebevî ulemâya saygısızlıktır.

Resûlullah (sav), vefât eden bir sahabisi için, “Kardeşinize istiğfâr edin, Allah Teālâ’dan onun sorulara güzel cevap vermesini isteyin. Çünkü o şimdi sorguya çekilmektedir.”39 buyurmuştur. Hattâ Hz. Peygamber’in (sav) risâletini kabûl edip ona ve getirdiği şerîata îmân etmenin uhrevî kurtuluşun sebeplerinden olduğu husûsunda açıklamada bulunmuştur.40 Hz. Muhammed (sav) kabir azâbından bahsettiğinde Hz. Ömer (r.a): “Yâ Resûlallah! O anda aklımız yerinde olacak (aklımız bize iāde olunacak) mı?” deyince Resulullah (sav): “Aynen şu hâliniz gibi olacaksınız”41demiştir. “Kabir suâlinden ve fitnesinden emîn olan kimselerin daha sonraki hayâtının kolay olacağına” dikkat çekmiştir.42 “Eğer ölülerinizi defnedip defnetmeyeceğinizden emin olsaydım, kabir azâbını işitmeniz için Allâh’a duā ederdim.”43 buyurmuştur. Kendisi de sürekli; “kabir azâbından Allâh’a sığınmıştır.”44

Ölümden sonraki hayat gerçek hayattır. Her an ölüme hazırlıklı olmak gerekir. Müslüman kimseye ölüm ânında bāzı müjdeler verilir ve o da bir an önce Rabbine kavuşmayı ister.45 Rabbine hoşnutlukla kavuşan insanların dünyâdaki güzel yaşayışlarına “Dört Müslüman şâhitlik ederse, bu şehâdet nedeniyle o kimsenin cennete gireceğini”46 açıklayan Resûlullah (sav), bāzı rivâyetlerde: “Üç yakın hânenin/komşunun ölüyü hayırla anmasını ve Allâh’ın bu kimselerin şehâdetlerini kabûl etmesini, günahlarının bağışlanma sebebi”47 şeklinde haber vermiştir. Cenâzenin kılınması ânında ölünün lehinde bu şehâdet yapılırsa Hz. Peygamber (sav) cenâzeyi kılmış; ölünün aleyhinde şâhitlikte bulunulduğunda ise o kimsenin cenâzesini kılmamıştır.48

Hz. Peygamber (sav), “Ey Allâh’ım! Beni Müslüman olarak yaşat ve mü’min olarak canımı al.”49 diye duā etmiştir. Kimin mü’min olarak öleceği belli değildir. Hadiste de izah edildiği gibi insan cennete ya da cehenneme ramak kala kesin dönüşler yapabilir.50 Şu hadîs-i şerif, bu çerçevede çok mānidardır: “Dünyâ güzel ve tatlıdır. Allah Teālâ, sizi yeryüzünde halîfe yaratmıştır. Sizin nasıl amel ettiğinize bakmaktadır. Dünyâya karşı duyarlı olun, kadınlar husûsunda (fitnelere karşı) bilinçli olun. İnsanlar çeşitli dereceler hâlinde yaratılmıştır. Fıtrat üzerine mü’min olarak doğar, mü’mince yaşar ve mü’mince ölür. Bāzıları fıtratı bozar kâfir (bir ortamda küfrü tercîh ederek) doğar, kâfirce yaşar ve kâfir olarak ölür. Bāzı kimseler ise kâfir (bir ortamda küfür tercîhi üzere) doğar, kâfirce yaşar ama sonunda Müslüman olarak ölür.”51 “Nasıl inanırsanız öyle yaşar, nasıl yaşarsanız öyle ölürsünüz” kuralınca, İslâm’ı bilinçli ve ihsan hâlinde yaşayıp îmân üzere ölme lütfunu Allah’tan (cc) dâimâ dileyelim.

Dipnotlar:

1 Enbiyâ 21/34-35.

2 Münâfikûn 63/11.

3 Nisâ 4/78.

4 Rahmân 55/26-27.

5 Mülk 67/2.

6 Zâriyât 51/56.

7 Kehf 18/110.

8 Mâide 5/72.

9 Kehf 18/105.

10 İbrâhîm 14/18.

11 A’raf 7/40.

12 Âl-i İmran 3/102.

13 Bakara 2/132.

14 Yûsuf 12/101.

15 Hâkim, Müstedrek, Cenâiz, h. no: 1254, I/489.

16 İbni Hanbel, Müsned, III/346.

17 Nisâ 4/18.

18 En’am 6/158.

19 En’am 6/28

20 Mâturîdî, Te’vilat, c. IV, s. 329.

21 Mâturîdî, a.g.e., c. IV, s. 329.

22 Şuarâ 26/29.

23 İbrâhîm 14/6.

24 Yûnus 10/90-91.

25 Zemahşerî, Keşşaf, II/354.

26 Şevkânî, Fethu’l-Kadîr, s. 797.

27 İbni Mace, Zühd, 31, h. no: 4258, c: II, s. 1422; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 348, I/304.

28 İbni Mace, Zühd, 31, h. no: 4260, II/1423.

29 Buhārî, Edebü’l-Müfred, Iyadet’ü-l Merda, s. 149; Heysemî, Mecmau’z Zevâid, c.III, s. 58.

30 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, I/213.

31 Abese 80/33-37.

32 İbni Hanbel, Müsned, VI/101.

33 Suyûtî, Camiu’s-Sagir, I/24.

34 İbni Mace, Cevaiz, h. no:1623, I/518.

35 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, h. no: 491, I/163; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 341, I/298.

36 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, II/219.

37 El-Kârî, Şerhu Fıkhı’l-Ekber, s. 170-1; Ebu’l Münteha, Şerh-u Fıkh-ı Ekber, s. 27

38 El-Hanefî, Şerh-ü’l Akidetü’t-Tahaviyye, s. 384-5.

39 Hâkim, Müstedrek, Cenâiz, h. no: 1372, I/526.

40 Hâkim, Müstedrek, Cenâiz, h. no: 1403, I/536.

41 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, III/47.

42 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 558, II/7.

43 Suyûtî, Camiu’s-Sagir, h. no: 7516, II/460.

44 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, II/55.

45 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, III/320.

46 Tahavî, Müşkil’ül Asar, h. no: 360, IV/200.

47 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, III/4.

48 Hâkim, Müstedrek, Cenâiz, h. no: 1348, I/518.

49 Heysemî, Mecmau’z Zevâid, II/106.

50 Age., VII/212, 216.

51 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 11143), IV/39.

Şubat 2022, sayfa no: 6-7-8-9-10-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak