Ara

Îman Sâlih Amellerle Kuvvet Bulur

Îman Sâlih Amellerle Kuvvet Bulur

Îmânı güçlendiren ve onu ihsan hâline çıkaran şey; mârifette yakîn ve sâlih amellerdir. Bu sebeple Hz. Peygamber (sav); “Sizin en takvâlınız benim, çünkü Allâh’ı en iyi bileniniz benim”1 buyurmuştur. Sâdece mârifetle yetinmeyen Allah Rasûlü (sav) de: “Ölene (yakîn kendisine gelene) kadar”2 ibâdetle emrolunmuştur.3 Bu emrin gereğini en güzel şekilde yerine getiren Rasûlullah (sav); ‘Ayakları şişene kadar geceleri namaz kılmış ve kendisine: ‘Ey Allâh’ın Rasûlü, Allah Teâlâ senin gelmiş geçmiş her şeyini bağışladığı hâlde niçin böyle yapıyorsun?’ dediklerinde; “Şükredici bir kul olmayayım mı?”4 buyurmak sûretiyle ümmetine örnek olmuştur. Ameller ancak Hz. Peygamber’in (sav) örnekliği ile “sâlih” olma hüviyetine kavuşurlar.

“Sâlih amel” kavramı Kur’ân-ı Kerîm’de yüze yakın âyette kullanılmıştır. Bu kavramın içerisine emir tekrârının çokluğuna göre cihâdı (emribilma’ruf ve nehyianilmünkeri, inzârı, tebşîri, dâveti, tebliği, düşmanlarla mukâteleyi), namazı, zekâtı, haccı, orucu, hukûka riâyeti ve ahlâkî davranışları da girdirecek olursak sayı binlere çıkar. Bu da gösterir ki îman sâdece bir temennî değildir; davranış ve eylemlerdir. Hz. Peygamber (sav) mü’minleri bu davranış ve amellere teşvîk etmiş ve bu çerçevede şöyle buyurmuştur: “Allah (cc) sizin mallarınıza ve sûretlerinize bakmaz; fakat amellerinize ve kalplerinize (niyetlerinize) bakar.”5

Îmânı, sözde mârifete indirgeyip sâlih ameli de sâdece “barışa hizmet” olarak tanımlayan anlayışın temelinde bid’at bir ekol olan mürcieyi sinsice diriltme, amelsiz de Müslüman olunabileceğini vurgulama ve moderniteyi biricik hayat tarzı olarak görüp, Kur’ân ve Sünnet’in emrettiği ibâdeti yapmayanlara şirin gözükme kompleksi vardır.6 Şöyle de denebilir: Modern dünyâda namazsız, hacsız, zekâtsız, cihadsız; dünyâ sistemiyle rahat uzlaşacak, iddiası olmayan, hayâta müdâhale etmeyen, batı hâkimiyetine ses çıkarmayan bir din hedeflenmektedir. “Bilinmeli ki gerçek îmâna; farzları yerine getirerek, Allâh’ın koyduğu kurallara riâyet ederek, Hz. Peygamber’in (sav) sünnetine ittibâ ederek ulaşılır. Kim bunları tam olarak yaparsa îmânını kemâle erdirmiş olur.”7 Bu çerçevede Yüce Allah (cc), kurtuluşun şirksiz sâlih amel ve îmanda olduğunu şu âyetle bildirmiştir: De ki: ‘Ben ancak sizin gibi bir insanım; şu farkla ki bana ilâhınızın bir tek ilâh olduğu vahyediliyor. Kim Rabbine (rızâsına ermiş kâmil bir mü’min olarak) kavuşmayı arzu ediyorsa, sâlih amel işlesin ve Rabbine ‘ibâdet ve itâatte’ hiçbir şekilde (hiçbir varlığı) şirk koşmasın.”8

Yüce Allah, tüm peygamberlere; “Temiz ve helâl şeylerden yeyiniz, sâlih ameller işleyiniz. Ben sizin yapmış olduğunuz tüm amelleri detaylarına kadar bilirim.”9 buyurmak sûretiyle hiç kimsenin peygamber de olsa amellerden muaf tutulmadığına vurgu yapmıştır. İnsanlardan dînî tekliflerin ve amellerin kaldırıldığına inanmak küfürdür. Bu konuda ulemâ icmâ etmiştir. Şer’î teklifler denilen “emânet”e10 riâyetin îmânı desteklediğine ve takviye ettiğine Hz. Peygamber (sav) şu buyruğu ile işâret etmiştir: “Emânete (şer’î tekliflere) riâyet etmeyenin îmânı yoktur.”11 Hak dînin özüne müdâhale ederek bir şeyler katmak nasıl ki dinde aşırı gitmekse, dînin içini boşaltıp amelleri yok saymak da bir başka aşırılıktır. Bu bağlamda Allah (cc), Yahudi ve Hristiyanları uyarmış12 ve Hz. Muhammed (sav) de aynı tehlikeye karşı ümmetinin dikkatini şu hadisle çekmiştir: “Sizi dîninizde aşırı gitmekten sakındırırım. Çünkü sizden önceki ümmetler dinlerinde aşırılık (ya ekleme yapmak veya tamâmen boş vermek) sebebiyle helâk olmuşlardır.”13 Mürcie denilen ve modern versiyonuyla yeniden kurgulanan, amellerin yapılmasını önemsemeyen ekol de bu anlamda dinde tam bir aşırılıktır.

İnandım deyip sonra da denenmeden14; îmânın gereği olan sâlih ameller icrâ edilmeden ne emânete lâyık olunup sosyal değişime zemîn hazırlanır ne de uhrevî kurtuluş olur. Mevzû ile alâkalı olarak İbn-i Abbas da (ö. 68/687); “Kim Lâ ilâhe illallâh der ve Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği ile amel ederse ancak kurtuluşa erebilir.”15 demiştir. Kelime-i tevhîdin cenneti açan anahtar olmasında bir şüphe yoktur ama bu anahtarın dişleri vardır ki onlar, sâlih amellerdir. Bu dişleri sıralarsak; gıybet ve yalandan uzak bir lisan, hîle ve hıyânetten arınmış gönül, haram ve şüphelilerle beslenmeyen mîde, bid’at ve hevânın olmadığı sâlih amellerdir.16 İnsanı cennete girdirecek olan farzların tamâmı kelime-i tevhîdin hakkıdır.17 Bu farzlar edâ edilmedikçe kurtuluş gerçekleşmez. Birçok İslâm âlimi farzları kasden terketmenin insanı küfre götüreceğine dâir görüşler beyân etmişlerdir. Rasûlullah (sav), Muaz b. Cebel’e (ö.17/638) bâzı tavsiyelerde bulunmuştur. Bu tavsiyelerin ilki îmanla alâkalı, diğerleri ise amelî konulardır. Hadis şöyledir: “Ey Muaz! Öldürülsen de, yakılsan da sakın Allâh’a (cc) hiçbir varlığı şirk koşma, anne ve babana isyân etme, bilerek namazı terk etme, içki içme, günahlardan uzak dur, cihaddan kaçma, âilene gerekli harcamalarda bulun…”18

Yüce Allah, amelleri kullarının güçleri dâhilinde emretmiştir. Onların kaldıramayacağı davranışları teklîf etmemiş19 ve “Dinde zorluk yüklememiştir.”20 Hz. Peygamber’in (sav) buyurduğu gibi; “Din kolaylıktır. Dîne kimse gâlip gelemez. Günahlardan kaçının, sâlih amellerle Allâh’a (cc) yaklaşın, müjdeleyin, sabah ve akşamları O’nun yolunda yürüyerek (cihâda çıkarak) Cenâb-ı Allah’tan yardım isteyin.”21 Yüce Allah (cc), bütün bu sâlih amellere kat kat sevap vereceğini buyurmuş22 ve Rasûlullah (sav) da bu husûsu şöyle tefsîr etmiştir: “Sizden birinizin İslâm’ı yaşaması güzel olursa; Allah (cc), yaptığı her iyi amele on katından yedi yüz katına kadar sevap verir.”23 Tüm bunlara rağmen ameller konusunda ideal olan devamlılıktır. Amelleri kesintiye uğratıp biraz yapıp sonra tamâmen terk etmek doğru bir davranış değildir. Nitekim Hz. Peygamber (sav) de bu konuya bir olay üzerine şöyle değinmiştir: “Bir gün Rasûlullah (sav), Hz. Aişe’nin (ö.58/677) yanına gelmiş ve yanında bir hanım görmüş, Hz. Aişe (r.anha) o hanımdan (övgüyle) bahsetmiş ve geceleri uyumayıp namaz kıldığını haber vermiştir. Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav): “Bu hususta dikkatli olun. Gücünüzün yeteceği şeyleri yapın. Allâh’a (cc) yemîn ederim ki siz ibâdetten usanmadıkça Allah Teâlâ (karşılık vermekten) usanmaz. Allah, ibâdetin az da olsa devamlı olanını sever.”24 Özellikle nâfilelere dalarak âileyi ve çocukları ihmâl etmek, eşlerin karşılıklı görevlerini yapamaması ileride tehlikeli sonuçlar doğurabilir. Bu anlamda itidâlli olmak her zaman en doğru olandır. Hattâ Peygamber Efendimiz, gece ibâdetlerine yoğunlaşarak âile bireylerini ihmâl eden bâzı arkadaşlarını uyarmış ve dinde ruhbanlaşmayı şiddetle yasaklamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm’de sıkça vurgulanan ve emir tekrârı yapılan “sâlih amel” kavramının îzâhını yine Kur’ân-ı Kerîm ve Hz. Peygamber (sav) yapmıştır. İslâm âlimleri de nasslardan hareketle; Hz. Peygamber’in (sav) örnek alınmadığı, niyetin olmadığı ve yalnızca Allah Teâlâ’nın rızâsının gözetilmediği amelleri sâlih amel olarak değerlendirmemişlerdir.25 Eğer böyle bir ölçü konulmamış olsaydı, insanlar hevâlarını önceleyerek İslâm’ın ibâdetle ilgili uygulamalarını yürürlükten kaldırabilirler veya ümmetin üzerinde Rasûlullah’tan (sav) tevârüs ederek oluşturduğu icmâyı ve yaşayan sünneti yok edebilirlerdi. İbâdetler; cihad, namaz, zekât, infak, oruç, hac ve tüm ahlâkî davranışları içermektedir. Dayanaklarını vahiyden alan ve Allâh’ın rızâsının gözetildiği sosyal, siyâsî, iktisâdî ve hukûkî eylemlerimiz de ibâdet kapsamındadır. Hepsi sâlih amel olarak zikredilen bu amellerden ayrı olarak, Hz. Peygamber’in (sav) Kur’ân-ı Kerîm’den alıp hayâtının genişlik alanına yansıttığı davranışlar da sâlih ameldir. Yolda insanlara sıkıntı veren birşeyi kaldırmaktan tutun da “Bir mü’mine güleryüz gösterme”26ye kadar sâlih amelin alanını geniş tutan Rasûlullah (sav), “Yapılan her iyiliği sadaka”27 olarak değerlendirmiş ve ümmetini güzel davranışlara yönlendirmiştir. Kişi, “takvâ” denilen irâdeye bağlı üstünlük konumuna ancak, yaptıklarında Allâh’ın (cc) rızâsını gözetmek, yalnızca O’nun için yapmak ve niyetinde O’nun hoşnutluğunu kazanıp İslâm’ın onay vermediği eylemlerden uzak durmakla ulaşabilir. Bu üstün duruma ancak benliği O’nun yolunda fedâ etmekle varılabilir.

Sâlih amellerin sonuçlarıyla ilgili mezheplerin görüşlerini Kelâm ulemâsı yeterince açıklamıştır. Burada bunların tekrârını yapmamakla berâber şu iki husûsu belirtmekte fayda görüyoruz. Birincisi; sâlih ameller insanı mânen yüceltir ve varlığına bir anlam kazandırır. Bu anlam sâyesinde rûhî gelişim ve değişimi yaşayan insan, ilâhî emânete lâyık hâle gelir. Sâlih amelleri hakkıyla yerine getiren bu insanlar, ilâhî lütufların nüzûlüne vesîle olurlar. İkinci olarak da; sâlih amelleri gereği gibi yapan mü’minler bilmeli ki takvâ ile Allâh’a Müslümanca kavuşma arasında bir ilgi vardır. “Yaptığı sâlih amellerle sevinen mü’min”in28 Allâh’ın (cc) huzûruna Müslüman olarak varması sâlih amellere verilecek en büyük ödüldür. Yüce Allah (cc), bu ödülü kazanmanın yolunu bizlere şöyle bildirmiştir: “Îmân edip (îmanlarının gereği olarak) sâlih amel işleyenlerin, birbirine hakkı ve sabrı tavsiye edenlerin dışında insan(lar) ziyandadır.”29

Dipnotlar:

1 İbni Hanbel, Müsned, VI/61.

2 Hicr 15/99.

3 Taberî, Câmiu’l-Beyân, IV/554; Sâbûnî, Et-Tefsîr’ül-Vâdıh’ul-Müyesser, s.651.

4 İbni Hemmam, Musannef, h.no: 4746, III/50; Müslim, es’Sahih, 50, h.no: 2820, III/2172; Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, II/271.

5 İbni Hanbel, Müsned, II/285; İbni Hanbel, Kitâbü’s-Sünne, h.no: 1168, s.214.

6 Günümüzde bâzı ilâhiyat öğretim üyeleri İmam Ebu Hanife’nin ve İmam Maturîdî!nin de Mürcie mezhebinden olduğunu iddia ederek amelsiz bir Müslümanlığı öne çıkarmak istemektedirler. Bu anlayış onlara yapılan bir iftirâdır. Târihî hakîkatlerle kesinlikle bağdaşmaz.

7 Buhârî, II, Îman, 2, h.no: 1, I/15.

8 Kehf 18/110.

9 Mü’minûn 23/51.

10 Ahzâb 33/72.

11 İbni Hanbel, Kitâbü’s-Sünne, s.110.

12 Nisâ 4/171, Mâide 5/77

13 Nesaî, Menâsik, 24, h.no: 217, V/268.

14 Bakara 2/214; Ankebut 29/2-3

15 Begavî, Tefsîr’ul-Begavî (Muhtasar), s.921.

16 El-Hâni, el-Kevâkib’ud-Dûrriyye, s.320.

17 İbni Abdulmuhsin, Fıkhu’l-Ediyye, s.179.

18 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, IV/215.

19 Bakara 2/286.

20 Hac 22/78.

21 Buhârî, Îman

22 Bakara 2/245, 261.

23 Buhârî, Îman, h.no: 41, s.23.

24 İbni Hanbel, Müsned, IV/231; Nesaî, Îman, 47, h.no: 29, VIII/123; İbni Hamza, Esbâb-ı Vürud-il Hadis, II/37.

25 İbni Kayyim, Medâricu’s-Sâlikîn, I/95-6.

26 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid, c.III, s.131.

27 Heysemî, Mecmau’z-Zevâid,III/131.

28 Sülemî, Hakâiku’t-Tefsîr, I/114–5.

29 Asr 103/2–3.

Aralık 2020, sayfa no: 8-9-10-11

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak