Ara

İlmin Kapısı Ebu’l-Hasaneyn Hz. Ali (ra)

İlmin Kapısı Ebu’l-Hasaneyn Hz. Ali (ra)

Kıymetli kardeşlerim!

Enes b. Malik (ra) anlatıyor: ‘Bir gün Fahr-i Kâinat Efendimiz, Hz. Ali’yi çağırdı. ‘Ya Ali!’ dedi, Allah seni Benim üzerime dört haslet ile mükerrem kıldı. Hemen Hz. Ali Efendimiz, dizlerinin üzerine kalkıp başını toprağa koydu:

‘Anam-babam sana feda olsun, Yâ Rasûlallah! Hiç köle efendisinden üstün olur mu?’ dedi.

Biz: ‘Yâ Rasûlallah! Bu dört şeyin ne olduğunu beyan buyurur musunuz?’ dedik. Efendimiz (sav) kabul edip lütuf ve latife kabilinden bakınız ne güzel cevap verir:

‘Allah Teâlâ ona, Fâtıma gibi bir hanım, Hasan ve Hüseyin gibi iki güzel oğul ve benim gibi bir kayınpeder nasip buyurdu ve onun nikâhı semâda kıyıldı. Bana ise bu saydıklarım nasip olmadı.’

Nikâh mevzuu, İsmail Hakkı Hazretleri’nin Muhammediye Şerhi’nde şu şekilde manzur-ı fakîranem olmuştu: ‘Hz. Ali Efendimiz, Fâtımatü’z-Zehrâ’ya dünür göndermeyi arzu eder; fakat kimi göndereceğine karar veremez. Düşünür, Sıddîk-i Azam Hz. Ebu Bekir’i gönderse, oğlu var. Ömer’ül-Faruk’u gönderse, onun da oğlu var. Kendi kendine ‘Dinde utanma olmaz, en iyisi bizzat ben gideyim’ der.

Rasûlullah Efendimizin (sav) huzur-ı saadetlerine varır. Yüzü kıpkırmızı geçmiş, hayâsından konuşmaya imkân yokken Rasûlullah (sav): ‘Yâ Ali! İçinde bir hal var seni utandırıyor, niye konuşmuyorsun?’ der.

Hz. Ali (ra); ‘Yâ Rasûlallah! Utanarak söylüyorum, Fâtımatü’z-Zehra’yı bana Allâh’ın emriyle nikâhlar mısın?’ der. Peygamber Efendimiz (sav); ‘Allah Allah’ der. Bugün Fâtıma’nın boyu-posu gözüme farklı görününce Aliyyu’l-Murtazâ gelse de kızımı ona versem, diye aklımdan geçirmiştim. ‘Kızım Fâtıma, buraya gel! Amcamın oğlu gelmiş, Allâh’ın emri ile seni nikâhına almak istiyor, olur mu?’ buyurur.

Fâtıma annemiz genç kızlığın vermiş olduğu utangaçlıkla içinden: ‘Allah Allah! Ben de bugün sabahleyin, ‘Şayet babam beni biriyle izdivaç edecek olursa Aliyyu’l-Murtaza’ya verse’ diye düşünmüştüm’, der. Cibril-i Emin derhâl gökten yere gelir: ‘Allâh’ın selamı var Yâ Muhammed! Semadaki merasim yeryüzüne inmiş. Sizin kalbinize ilham suretinde gelen, Aliyyu’l-Murtaza ile Fâtımatü’z-Zehrâ’nın nikâh merasimi idi. O da semâda tamamlandı. Yalnız Hâlık-ı Zü’l-Celâl soruyor; Fâtıma nikâhına bedel olarak ne ister?’

Hz. Fâtıma (r.anhâ) der ki: ‘Ben dünyevî olan altın-akçe, bohça ile nikâhımı kıydırmam; ben uhrevî bedel istiyorum.’Cibril-i Emîn yerle gök arasında gitti-geldi. ‘Allâh’ın selamı var, Firdevs-i A’lâ cennetini, Fâtıma’nın nikâhına bedel versek razı mı sor?’ diyor. Buna binâen Hz. Fâtıma: ‘Hayır, razı değilim, cenneti istemiyorum. Babam, yarın ümmetinin derdine düşüp de şefaat ettiği zaman, geriye kalan olursa ben de onlara şefaat etmek istiyorum.’ Cibril-i Emîn tekrar semâ ile arz arasında gitti-geldi ve: ‘Allâh’ın selamı var, sana istediğin şefaat hakkını verdi’, buyurdu.

İşte onların evlenmesi böyle mübarek kılınmıştı. Sultan-ı Enbiya Muhammed Mustafa (sav), Hz. Ali Efendimize hitaben bir gün şöyle buyurdu:

‘Ya Ali, Allâh’ı sever misin?’

‘Severim ya Rasûlallah.’

Beni sever misin?’

‘Anam-babam, tatlı canım sana kurban olsun, severim ya Rasûlallah.’

‘Hânenin bekçisi, hayat arkadaşın Fâtımatü’z-Zehrâ’yı sever misin?’

‘Yalan söyleyemem, onu da severim ya Rasûlallah.’

‘Kuzuların Hasan ve Hüseyn’i de sever misin?’

‘Onları da severim Yâ Rasûlallah.’

‘Ya Ali! Gönül bir, sevgi dört. Bir tek gönle bu kadar sevgiyi nasıl sığdırdın?’ buyurunca kâinatın Efendisi, Hz. Ali (ra), bu çetin suale cevap veremez, sükût eder. Hâlbuki kendisi ilmin kapısı kardeşlerim.

Allah şefaatine nail etsin, bu kadar âlim olan Ali (ra) cevap veremeyince, mahzun bir şekilde Fâtımatü’z-Zehrâ vâlidemizin yanına varır. Vâlidemiz, kendilerini kırgın görünce, onun etrafında dönüp, ‘Kurban olayım ya Ali! Niye böyle mahzun duruyorsun?’, der. Hz. Ali (ra) olanları bir bir anlatır. Fâtımatü’z-Zehrâ (r.anhâ): ‘Şöyle cevap verseydin ya Ali! Allâh’ı akıl ve îmanımla, Peygamberi’ni îmanım ve ruhumla, Fâtımatü’z-Zehrâ’yı insânî nefsimle, Hasan ve Hüseyin’i tabiî, babalık şefkat ve merhametimle severim.’

Hz. Ali (ra) koşarak tekrar Rasûlullah’ın (sav) huzuruna varır ve Fâtımatü’z-Zehrâ’dan aldığı cevabı aktarır. Bunun üzerine Hz. Muhammed (sav): ‘Hayır ya Ali! Bu sualin altından sen kalkacak gibi değildin; o cevabı, nübüvvet ağacının meyvesi olan Fâtıma verse gerektir.’

Fahr-i Kâinat Efendimiz (sav), Hulefâ-i Râşidîn hakkında şöyle buyurur: ‘Sadakatin (doğruluğun) şehri benim, kapısı Sıddık-ı Azam. Sadakatin kapısından gelen oradan gelsin. Adaletin şehri Benim, kapısı Ömerü’l-Faruk. Adalet kapısından gelen oradan gelsin. Hayânın şehri Benim, kapısı Osmân-ı Zinnûreyn. Hayâ kapısından gelen oradan gelsin. İlmin şehri Benim, kapısı Ali’dir. İlim kapısından gelen oradan gelsin.’

Mevlâmız şefaatlerinden bizleri mahrum etmesin. (Âmin.)

Hamd olsun âlemlerin Rabbi olan Allâh’a!

 Mayıs 2022, sayfa no: 36-37

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak