Ara

İlham / Hamdi Hatipoğlu

İlham / Hamdi Hatipoğlu

“İlham, ilmin sebeplerinden değildir.” (Mâtürîdî) İlham, feyz yoluyla insanın kalbine ulaştırılan bilgidir. Sözlükte “İçmek, birden yutmak” anlamındaki lehm (lehem) kökünden türemiş olan ilham kelimesi “yutturmak” demektir. Terim olarak “Allâh’ın doğrudan veya melek aracılığıyla iyilik telkin eden bilgileri insanın kalbine ulaştırması” diye tanımlanabilir. Bilgi kaynaklarını kullanmadan insanın zihninde (kalbinde) âniden ortaya çıkması ilhâmın esâsını teşkîl eder. Yaygın olmamakla birlikte ilham yerine havâtır, hevâcis ve firâset tâbirleri kullanılmış, ayrıca bunlara az çok farklı mânâlar yüklenmiştir. Hads, keşf, tecellî, vârid ilhâma yakın anlamlar verilen diğer bâzı terimlerdir. Sâdece bir yerde geçen ilham kavramıyla insan benliğine hem mânevî zaaflarını hem de güçlerini yerleştirdiği belirtilir (eş-Şems91/8). Müfessirler, Hz. Mûsâ’nın annesine yapılan vahyin doğrudan Allah tarafından kalbine ulaştırılan ilham anlamına geldiğini genellikle kabûl ederler. İlham kavramı hadislerde de yer alır. Hz. Peygamber (sav) Husayn adındaki sahabeye öğrettiği duâda, “Allâhım! Bana gerçeği bulma yeteneğini ilhâm et” ifâdesi mevcuttur.1 Yine Resûl-i Ekrem (sav) Allâh’ın kendisine ilhâm ettiği övgülerle O’na hamdettiğini açıklamış2, “Sizden evvelki ümmetler içinde ilham verilen kimseler vardı. Eğer ümmetimin arasında böylesi bulunursa o Ömer’dir.” demiştir.3 İlk defa Şia’nın aşırı gruplarına mensup Muğire b. Said el- İclî’nin “im-i a’zam” sâyesinde ilâhî bilgilerin kalbe akacağını iddia etmesinden sonra Ca’fer es-Sâdık’a nisbet edilen çeşitli rivâyetlerin de etkisiyle ilham, bâzı Şiî fırkalarının kendi imamlarına gelen kesin bilgilerin kaynağı olarak görülmüştür.4 Bundan yaklaşık bir asır sonra Hâris el-Muhâsibî, Zünnûn el-Mısrî, Bâyezîd-i Bistâmî ve Ebû Saîd el-Harrâz gibi sûfîler ilhâmı duyu, haber ve aklın ötesinde bilginin asıl kaynağı kabûl etmişlerdir.5 İlk devir sûfîleri Kur’ân ve Sünnet’e başvurarak değerlendirmeye tutmayı gerekli gördükleri ilhâmı sâdece îtikâdî konularda dikkate alırken, daha sonra yetişen sûfîlerce ilham, bütün dînî konularda kullanılan müstakil bir bilgi kaynağı hâline getirilmiştir. Diğer taraftan Mu’tezile kelâmcıları içinde (sahâbü’l-ilhâm) adı verilen bir grup, aklî bilginin tefekkür sonunda ilâhî ilham yoluyla meydana geldiğini savunmuştur.6 Nitekim Câhiz’in Kitâbü’l-ilhâm adlı bir eser yazdığı bilinmektedir. Ehl-i sünnet ilm-i kelâmının teşekkül etmeye başlamasından itibâren kelâm literatüründe ilhâmın mevcudiyeti ve ifâde ettiği bilginin değeri konusuna yer verilmiştir. Bilindiği üzere ilhâmın dînî konularda bilgi kaynağı olamayacağı söyleyen ilk Sünnî kelâmcı Ebû Mansur el-Mâtürîdî’dir. Mâtürîdî, insana âit bilginin eksikliğini öne sürerek doğrudan doğruya Allah’tan gelen ilhâmî bilgiye başvurmak gerektiğini iddia eden çeşitli grupların bulunduğuna dikkat çekmiş ve onların görüşlerini eleştirmiştir.7 İslâm âlimlerinin, gerek herkese verilen genel, gerekse velîlerde ortaya çıktığı kabûl edilen özel ilhâmın dînî konularda kesin bilgi kaynağı teşkil etmesi ve delil olarak kullanılmasına dâir görüşlerini iki noktada toplamak mümkündür:

  1. İlham, Allah tarafından veya melek vâsıtasıyla kalbe ulaştırıldığı için en doğru bilgi olup kesin delil kabûl edilebilir. Başta sûfîler olmak üzere İbn Sînâ, Abdulkâdir el-Bağdâdî, Gazzâlî, Fahreddîn er-Râzî, İbn Haldun, Zebîdî, Haydar el-Amûlî gibi âlimler bu görüştedirler.
  2. İnsan kalbine bâzı bilgilerin ilhâm edilmesi mümkün olmakla birlikte bunlar genel geçerliliği bulunan kesin bilgi kaynağı teşkîl etmez ve dînî alanda delîl olarak kullanılmaz. Sofiye ile onlara tâbi olanların dışında kalan İslâm âlimlerinin çoğunluğu bu görüştedir.

İmâm-ı Rabbânî ile Abdulvahhab eş-Şa’rânî ilhâmın hiçbir şekilde helâl, haram, farz, vâcip gibi dînî bir hükme mesned teşkîl edemeyeceğini belirtmişlerdir.8 Nübüvvet meselesi sona erdiğinden sâlih kullarda ortaya çıktığı kabûl edilen ilhâma dayalı bilgiyi, onların başkasına tebliğ etmekle yükümlü olmadıkları dikkate alınırsa bu tür bilgilerin bireysel deneylerin ötesinde bir anlam taşımadığı anlaşılır.9

(Devam edecek)

Dipnotlar 1 Tirmîzî, “Da’vât”, 69 2 Buhârî, “Tevhîd”, 36; Müslim, “Îman”,326, 327 3 Buhârî, “Fezâilü ashâbi’n-nebî”,6, “Enbiya”, 54; Müslim, “Fezâilü’s-sahabe”,23 4 Nevbahtî, Hayyât, el-İhtisâr, 110-111; el- Eş’arî, Makâlât, s.50- 51 5 Hâris el-Muhâsibî, s.78; Serrâc,170-171 6 Kâdî Abdülcebbâr, el-Muğnî, XII96 7 Kitabüt’tevhîd, s.6 8 (Alûsî, XVI.17-18) 9 İ.A, 22/98

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak