Önceki bölümde ilham kavramı, tanım ve özellikleri, dînî ve îtikâdî hükmü hakkında bâzı özel ve genel bilgiler verilmiştir. Bu bölümde ilham hakkında doğru bilinen bâzı yanlışlıklar konusunda örnekler verilip açıklamalar yapılacaktır. Bilim dünyâsında ilham, rûhun bilinçaltı bir faaliyeti, bir ürünü olup olağanüstü bir hal olarak tanımlanmaktadır. Fakat dehâ ile karıştırılmamalıdır. İnsanın aklı üzerinde Allâh’ın icrâ ettiği etki anlamına gelir. Özel anlamda peygamberleri sevk ve idâre eden ilâhî inâyet olup tabiat–üstüdür. Felsefî anlamda bilginin kaynakları arasında sayılmasa da, vahiy ve ilhâmın da bir tür kaynak olduğu unutulmamalıdır. Genel olarak vahiy sâdece Peygamberlerin, ilham ise velîlerin bilgi kaynağı olarak kabûl edilir.1 Ancak ilhâmı vahiyden ayıran bâzı hususlar vardır:
- a) Vahiy Peygamberlere melek aracılığıyla gelir,
- b) İlham velîlere aracısız olarak gelir.
- c) Vahiy bir toplumu ilgilendirir,
- d) İlham kişiye özgüdür.
- e) Vahiy genel, ilham özeldir.
İlhâmın dînî bakımdan bir delil olmayacağı konusunda bâzı görüş ayrılıkları olsa da hakkında icmâ vardır. Keşfü’l-mahcûb adlı eserinde Hucvirî, ilhâmın dînî hükümler konusunda neden bir delil olamayacağı görüşünü farklı bir şekilde isbât etmektedir. Ona göre: “Farklı kişiler birbirine zıt iki tür ilham aldıkları iddiasında bulunabilirler. Bu durumda, iki iddiadan doğru ile yanlışı ayırt etmek için mutlakâ kesin bir delîlin bulunması gerekir. Böyle olunca iddia konusu olan özel delille bilinmiş olur. O zaman da ilhâmın hükmü bâtıl olur.” İlhâmın Nitelikleri: Eğer şeytan tarafından gelirse buna vesvese denir. Vâridât: Kalbe gelen şeyin sebebi kesin olarak bilinmiyorsa buna vâridât denir. Tam olarak Hakk’a teveccüh olmadığı gibi, ibâdetlere karşı bir soğuma varsa şeytânîdir. Eğer dünyâ işlerine yönelik birtakım hârika işler zuhûr ediyor ve bunları alenen yapıyorsa makbûl bir şey değildir. Yanında olmayan bir şeyi bir anda orada bulundurması, kış mevsiminde yaz meyvesi, yaz mevsiminde kış meyvesi; tayy-i mekân (astral mekânda yolculuk), tayy-i zaman (astral zamanda yolculuk), duvar yarılmadan girip çıkmak, su üzerinde yürümek ve havada uçmak gibi şeyler. Bunlar şeytânî olduğu gibi Rahmânî de olabilir. Kişinin yaşantısıyla ilgilidir. Bu ilhamlar her ne kadar kerâmet kabîlinden olsa bile halka ifşâ etmek Allah indinde makbûl değildir. Çünkü bu tür olayların istidrac kabîlinden olması da mümkündür. Eğer sâdece âhiretle ilgili olursa Rahmânî olup ilâhî feyzdir.2 İslâm toplumunda ve mü’min kalbinde ilham olayının vukûu şer’an mümkündür. Târih boyunca meydana geldiğinde de şüphe yoktur. Öyle ki, kalbi seyr-i ilallâha sülûk eden her insanın nefsinde ve çevresindekilerde buna rastlamak mümkündür. Prensip olarak bunu böylece anladıktan sonra diyoruz ki, mü’minin kalbi bir bakımdan değişik dalgaları almaya müsâit bir araç gibidir. Şeytânî duyguları alabileceği gibi Rabbânî vâridâtı veya nefsânî hisleri de algılayabilir. Bununla berâber birçokları içinden çıkamamakta ve sırlara vâkıf olanlar az olmaktadır.3 Bu tür vâridâtların sırrını ancak mürşid-i kâmiller çözer. Dedik ki, kalbi olan değişik dalgalar hisseder, tanır ve aralarını ayırır. Bâzıları her çeşit ilham türleri için alâmetler tesbit ederek insanda ilim ve zevkin birleşmesini ve bu ilhamlar arasında temyiz yapabilmesini öngörmüştür. Bu konuyu Şeyh Ahmed ez-Zerrûk “Kavâid-i Tasavvuf” kitabında belirli ölçülere bağlayarak şeytânî telkinin alâmetlerinden acelecilik ve sinirliliği zikretmiş, ancak zikirle ortadan kalkacağını, nefs-i hâcisin alâmetlerinin de çok ısrâr etmekte olduğunu, melekle ilgili havâtırın zikirle gerçekleşip yanında kalbî bir hoşnutluk bulunduğunu ve Rabbânî ilhâmın da tevhid konusunda meydana geldiğini söylemiştir. Peygamberlerin dışında hiçbir kalp mâsum değildir. Her zaman gerçekle sahte telkîni ayırt etme gücüne de sâhip değildir. Ebû Süleyman ed-Dârânî: “Halkın sözünden kalbime gelen şeyleri ancak kitap ve sünnetten iki adâletli şâhidle kabûl ederim. Çünkü Cenâb-ı Hakk garantiyi sâdece kitap ve sünnette vermiştir. Onların dışında bir şey yoktur.” Kitap ve sünnetin imtihândan söz ettiğini görüyoruz. Vücûdun imtihânı olduğu gibi kalbin de imtihânı vardır. “İşte onlar, Allâh’ın kalplerini imtihân ettiği kimseler…”4 Doğru Sanılan Bâzı Yanlışlıklar 1-Bâzı mutasavvıflar hâtır, keşif ve ilham ile yetinip Kitap ve Sünnet, akâid, fıkıha ihtiyaç olmadan seyr-i ilallâh olacağını sanmaktadır. Bu durumda olanların ölçüyü kaybettikleri anlaşılmaktadır. Halbuki ölçüsü olmayan yerde insan dâimâ hatâdadır. Cenâb-ı Hakk “Andolsun ki insanlar tek ümmetti. Sonra Allah, müjdeleyici ve uyarıcı olarak peygamberleri gönderdi. İnsanlar arasında, anlaşmazlığa düştükleri hususlarda hüküm vermeleri için, onlarla berâber hak yolu gösteren kitapları da gönderdik. Ancak kendilerine apaçık deliller geldikten sonra, aralarındaki kıskançlıktan ötürü dinde anlaşmazlığa düştüler..”5 Ölçüyü kaybettiğimiz yerde dalâlet başlar. 2-Bâzı mutasavvıflar bir kısım kalplerin mâsumluk derecesine ulaşabileceğini tasavvur etmektedir. O kalplere gelen herşeyi vahiymiş gibi telakkî etmektedir. Böylece evliyânın kalplerini peygamberlerin kalplerine eş tutarak mâsum saymaktadır. Bu ise açık bir küfür ve sapıklıktır. “Muhakkak ki o (Kur’ân) âlemlerin Rabbinin indirmesidir. (Resûlüm) Onu Rûhu’l-emîn (Cebrâil) uyarıcılardan olasın diye, senin kalbine indirmiştir.”6 3-Mutasavvıfların birçoğu ölçüsüz hareket etmekte ve şeyhlerin kalbinin mâsum olduğunu tasavvur ederek sapmakta ve başkalarını da sapıtmaktadır. İleri gelen mutasavvıflardan biri “Kur’ân’a yemîn ederim ki şeyhim bana puta secde etmeyi emretse secde ederim” demiş. Yazık o şeyhe ve mürîde! Bunlar şeytânî vesveselerdir. İlhamla vesveseyi birbirinden ayırmak için helâl lokma gerekir. Onun için büyükler: “Boğazından ne geçtiğini bilen nefsinin telkinlerini de tanır” demişler. Hayalcılık Beyin ve Akıl Hastalıkları Midemiz, kalbimiz, karaciğerimiz hasta olduğu gibi beynimiz de hasta olabilir. Karaciğerin kimyâsı bozulduğunda sarılık olduğu gibi beynin kimyâsı bozulduğunda da şizofreni, depresyon ve panik gibi hastalıklar oluşur. Şizofrenide kişinin düşüncesi üzerindeki denetimi bozulur. Rüyâ, hayâl ve madde dünyâları arasındaki sınırlar birbirine karıştığında “reality testing” yetisi bozulmuş olur. Kişi aklına gelenlere veya rüyâsında gördüğü herşeye inanıp yaşamını ona göre şekillendirmeye kalkışır, bu bir nevi akıl hastalığıdır.7 Çocuklarla akıl hastaları için her inandıkları şeyler gerçektir. Onun için çocuklar, oynadıkları oyuncak arabalarını gerçek sanırlar, gece gündüz onun hayâli ile yatıp kalkarlar. Bir akıl hastası da kendini dünyânın en zengin adamı olarak bilebilir. Bütün dünyânın hazîneleri kendi elindedir, evler dükkânlar, mağazalar bütün bankalar onundur. Hem aynı zamanda velî ve kerâmet sâhibi, en büyük mürşiddir. O aynı zamanda peygamberlerle, velîlerle, cinlerle ve meleklerle hattâ Allah’la (hâşâ!) konuşup görüştüğünü söyleyebilir. Hastalığı daha ileri boyutlara varınca kendisinin peygamber veya mehdi olduğunu da söyleyebilir. Bu şeyleri de birbirine karıştırmamak gerekir. Müteşeyyih Müteşeyyih, şeyh olmadığı halde şeyhliğe özenen veya kendisini öyle göstermeye çabalayan kimsedir. Bu kimseleri Hz. Mevlânâ bir şarlatan olarak tasvir ediyor. “Bu yolda kendinin şeyh olduğunu iddia eden, kendi gözü hasta olduğu halde başkasının gözüne ilaç yapmaya kalkışan bir şarlatana benzer. Böyle bir herifin göze çekeceği de yün ve kıl gibi gözü kör eder.” (Mesnevî/ 2272) “Sözde Bâyezid-i Bestami’nin yanlışını tutmaya çalışır. Fakat iç yüzünden Yezid bile utanır.” (Mesnevî/ 2279) “Semâvî sofra ve ekmekten nasipsiz. Cenâb-ı Hakk, onun önüne kemik bile atmamış.” (Mesnevî/ 2280) “İrşad sofrasını açtım, Allâh’ın halîfesiyim diye barbar bağırıyor.” (Mesnevî/ 2282) Hele namazı, orucu kaldıran sahtekârlara ne dersiniz? “Siz Allâh’a kavuştunuz. Namaz, oruç ve diğer farzlar sizden kaldırıldı” diyen ajanlar…! Saf Anadolu insanını kandırıp yoldan çıkarmaya çalışan madrabazlar meydanda cirit atmaya başladılar. Din istismarcıları, merhamet avcıları, himmetçiler ve daha bilmem neciler… Meydanı boş buldukça daha nice müteşeyyihler çıkacak Allah bilir… Dipnotlar: 1 Sosyal Bilimler Ans. II/231, Risale Yayınları 2 Şerhu’l-akâid Ramazan Efendi, s.63, 1320- Dersaâdet. 3 Said Havva, Ruh Terbiyemiz, s. 302, 305,306, 309 4 el-Hucurât, 48/3 5 Bakara, 2/213 6 Şuarâ, 26/192, 193, 194, 195 7 Prf. Dr. Nevzat Tarhan, Kendinizle Barışık olmak, s. 65, 2004
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak