Ara

Hz. Muhammed (sav)’in Risâletine Îmân Edilmeden Dünyevî ve Uhrevî Kurtuluş Olamaz

Hz. Muhammed (sav)’in Risâletine Îmân Edilmeden Dünyevî ve Uhrevî Kurtuluş Olamaz

Hz. Muhammed’e (sav) kadar gönderilen peygamberlerin tamâmı bölgeseldir. Tek bir kavme peygamber olarak gönderilmişlerdir. Hz. Peygamber (sav) ise kendi zamânından kıyâmete kadar tüm evrene; insanlara ve cinlere rasûl seçilmiştir. Son elçi olmasına bağlı, getirmiş olduğu dinle berâber bütün dinler de yürürlükten kalkmıştır. Peygamber Efendimiz de şerîati da “nâsihtir.” Hz Peygamber’in evrenselliği şu âyette açıkça ifâde edilmiştir: “De ki: Ey İnsanlar! Ben sizin hepinize gönderilmiş olan bir elçiyim…”1 Aynı vurgu şu âyette de yapılmıştır: “Biz, seni bütün insanlığa müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik. Fakat insanların çoğu bu durumu bilmiyorlar.”2

 

Hz. Peygamber’in (sav) risâletinin evrensel olması, O’na îmân etmeden îman iddiasının geçerli olmayacağının açık bir ifâdesidir. Zaman zaman tartışmalar yapılmakta ve bu tartışmalarda yanlış sonuçlara varılmaktadır. Yanlış sonuçların tamâmı usûl (yöntem) eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Usûl eksikliğine bağlı olarak Kur’ân-ı Kerîm’e parçacıl yaklaşılıp bütünlük esâsı gözden uzak tutulmakta, subjektif davranılarak bireysel ve ideolojik yaklaşım öne çıkarılmakta ve Kur’ân-ı Kerîm’le bu kanâatler desteklenmek istenmekte, makāsıdü’ş-şerîa denilen dînin gönderiliş amaçları göz ardı edilmektedir. Hattâ şunu çok iddialı olarak söyleyebiliriz; ülkemizdeki ilâhiyat alanında söz söylemeye çalışanların çoğunda İslâmî ilimlerle alâkalı büyük bir metodoloji (usûl) eksikliği vardır. Bu alanla ilgili bilgiler köklü olarak ikmâl edilip vahiyle mutābakat arzeden yeni açılımlar ortaya konmadıkça hatālar daha da çoğalacaktır. Bağlamından koparılan bir âyetle Kur’ân’a istediklerini söyleten akedemisyenler ve ideolojik önderler dîni tahrîf yarışına girmektedirler. Şâyet metodolojik donanım sağlanmaz ve ehliyetsiz kişiler hüküm īmâl etmeye devâm ederlerse, ītibarsızlaştırılan din anlayışıyla sekülerizme kapı aralamanın sonu gelmeyecektir.

Hz. Peygamber’in (sav) risâletine, îmânı dışta tutarak yeni bir din arayışı veya “Hak din türetme ve üretme girişimi” yeni değildir. Fakat İslâm’ın orijinalliğini koruması, hayâtın genişlik alanına Kur’ân ve Sünnet’le hükümler vaz’edip boşluk bırakmaması ve bu çerçevede modernizmle, Batı medeniyeti ile hesaplaşmayı özünde barındırması; yeni hakīkat (!) arayışlarının başlıca sebebidir. Tüm bu aramalar sonucu kim ne derse desin, hangi hükmü verirse versin; Allah Teālâ nihâî hükmünü vermiştir: “Allah katında tek geçerli din İslâm’dır.”3 “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa o ondan aslâ kabûl olunmayacaktır.”4

Hz. Peygamber’in (sav) risâletine karşı çıkanlar veya onsuz bir din tasavvuru düşünenler çok çarpık bir yaklaşımla tevhīdi: “lâ ilâhe illallâh/Allah’tan başka ilâh yoktur.” biçiminde kabûl etmekte ve Hz. Peygamber’in (sav) risâletini içeren “Muhammedün rasûlullah” kısmını reddetmektedirler. Bununla ilgili yazılan hezeyanlar ciltleri dolduracak kadar çoktur. Bu çirkin yaklaşıma birkaç şekilde karşı çıkılabilir. Evvelâ şunu belirtmekte fayda vardır; tevhīdin iki rüknü vardır. Birinci rükün: Allah’tan başka ilâh yoktur. İkinci rükün: Hz. Muhammed (sav), Allâh’ın elçisidir. Bu rükünlerden birini kabûl edip diğerini kabûl etmeyen kâfir olur.

Tevhīdin bütünlüğünü parçalayarak peygambersiz bir din tasavvurunun öncülüğünü yapanlar âyetlerden bile yanlışlarına delil aramışlardır. Bu bağlamda Bakara Sûresi’nin 62. âyetini fütursuzca yorumlamışlar ve Allâh’a îmân ettim deyip peygamberi reddetmenin kişiyi dalâlete düşürmeyeceği yanlışını savunmuşlardır. Savundukları “Peygambersiz Müslümanlık” ile ilgili makāleler ve kitaplar yazmışlardır. Amaç temsilcisi olmayan bir din anlayışı ile sünneti yok edip kâfir medeniyetine ve sultasına alan açmaktır.5

Hz. Peygamber’in olmadığı bir din anlayışını öne çıkarmak isteyen sapık anlayışa Allah Teālâ şu âyette cevâbını vermiştir: “Allâh’ı ve peygamberini inkâr edenler, (Allâh’a inanıp peygambere inanmamakla) Allah ile peygamberlerinin arasını ayırmak isterler ve ‘Biz (peygamberlerin) bāzısına inanır, bāzısını da inkâr ederiz.’ diyerek îmanla inkâr arasında bir yol tutmak isterler.”6 Yüce Allah böyle bölünmüş ve parçalı bir îmânın netîcesini bir sonraki âyette hükme bağlamıştır: “İşte bu kimseler(Allah ile elçisinin arasını îman bakımından ayıranlar) gerçek kâfirlerdir. Biz, kâfirlere rezil ve perişan edici bir azap hazırladık.7 Âyet-i kerîmede, Allah ile elçileri veya elçiler arası ayırımın hakīkī kâfirlik olduğuna vurgu yapılmıştır ki bu hükmün nedeni tevhīdin rükünlerini veya îmân esaslarını parçalamaktır. Parçacıl bir îmânı kabûl etmektir. Mü’minler her gün yatsı namazından sonra okudukları âyette: “…Allâh’ın elçileri arasında bir ayırım yapmayız.”8 gerçeğini gönülden ikrâr ederler. Îman açısından peygamberler arasında bir ayırım yapmadıklarını vurgularlar. Bir tek peygamberi inkâr etmenin bütün peygamberleri inkâr etmek anlamına geldiğini bu âyetle bilirler. “Muhammed, Allâh’ın rasûlüdür”9 mutlak hakīkati Kur’ân-ı Kerîm’de yer almışken ve Yüce Allah (cc): “Kim Allâh’ı, meleklerini, kitaplarını, elçilerini ve âhiret gününü inkâr ederse kesin bir şekilde sapıtmıştır.”10 buyurmuşken, Hz. Peygamber’in (sav) risâletini inkâr eden kimse Allâh’a (cc) inansa bile nasıl Müslüman olur? Âhirette nasıl kurtulur? Arz ettiğimiz gibi bu yaklaşımın sebebi subjektif bakış açısı ve usûl eksikliğiyle berâber câhillik ve kötü niyettir. Hristiyan ve Yahudi güdümlü dünyâ sistemine hizmettir. Müslümanlığı doğru yaşamanın en önemli kriteri olan Hz. Peygamber’in şahsında sünnetini dışta tutarak Müslümanların ölçülerini ellerinden almaktır. Bu anlayış Müslümanların hidâyetini karartma çalışmasıdır.

Metodik düşünmenin sahabe dönemindeki en büyük temsilcilerinden olan Abdullah b. Mes’ūd (ra), Kur’ân bütünlüğü ile ilgili şöyle demektedir: “Kim Kur’ân-ı Kerîm’den tek bir harfi inkâr ederse bütün Kur’ân’ı inkâr etmiş olur.”11 İbni Mes’ūd’un (ra) görüşünü tefsir ve teyit mâhiyetinde büyük Hanefî Ālimi Serahsî (rh.a) de şöyle söylemektedir: “Kim ki bu dînin hükümlerinden birisini inkâr ederse “lâ ilâhe illallâh” hakīkatini inkâr etmiş olur.”12 Allâh’ın (cc) varlığını kabûl edip bu varlığın hayâta emir ve yasaklarıyla; vahiy ve peygamber göndermek sûretiyle müdâhalesini kabûl etmemek, dîne Firavnî veya Ebûcehlî bir yaklaşımdır. Bu ifâdeleri sertlik formunda kullanmıyoruz. Söylemek istediğimiz, saymış olduğumuz küfür önderlerinin de hayâta müdâhale etmeyen bir din tasavvurunun peşinde olduklarını beyandır. Târihsel ve ilmî bir tespittir. Hattâ Hz. Peygamber’in (sav) bizzat kendisi bir hadislerinde konumuzla da ilgili olarak şöyle buyurmuştur: “Kim ki benim peygamberliğime îmân etmezse Allâh’a (cc) îmân etmiş sayılmaz.”13 Çünkü elçiyi kabûl etmeyen, onu göndereni de kabûl etmez. Bu nedenle Hz. Peygamber (sav), birçok hadîsinde “Muhammedün Rasûlullah” gerçeğinin kelime-i tevhīdin bir rüknü olduğuna vurgu yapmıştır. Hz. Peygamber (sav), Muaz b. Cebel’i (ra) Yemen’deki ehli kitâba (Hristiyanlara) muallim ve kadı olarak gönderdiğinde şu emri vermiştir: “Onları evvelâ Allah’tan (cc) başka ilâh olmadığına (teslîsin reddine), Muhammed’in (sav) Allâh’ın rasûlü olduğuna dāvet et. Buna itāat edip kabûl ederlerse onlara günde beş vakit namaz kılmalarını bildir…”14 Hz. Muhammed’in (sav) risâletini kabûl edip Müslüman olan ehli kitap için ise iki kat sevap verileceğine Hz. Peygamber (sav) şu buyruğu ile işâret etmektedir: “Üç grup insana iki kat sevap verilecektir. Bunlar; hem kendilerine gönderilen peygambere hem Hz. Muhammed’e (sav) îmân eden ehli kitap; sāhibinin ve efendisinin hakkını yerine getiren köle; yanındaki bir câriyenin en güzel şekilde eğitim ve öğretimi ile meşgūl olup sonra da onu özgürlüğüne kavuşturan ve akabinde onunla evlenen kimse.”15 Zîrâ Hz. Peygamber (sav), îman iddiasında bulunan kimse için “en çok sevilen kimse” olmak zorundadır. Onu sevmekle onu göndereni sevmek arasında kesin bir ilgi vardır.16 Bu ilgiyi Rasûlullah (sav) şöyle dile getirmiştir: “Sizden birinize ben; babasından, çocuklarından ve tüm insanlardan daha sevgili olmadıkça îmân etmiş sayılmazsınız.”17 Uhrevî kurtuluşun da tevhīdin bu iki rüknünü birbirinden ayırmamakla mümkün olacağına hadiste değinilmiştir: “Kim ki Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in O’nun peygamberi olduğuna kalbinden sadâkatle îmân ederse mutlakā cennete girecektir.”18 Tevhīd kelimesinin ikinci rüknünü çıkardığınızda, dîni de parçalamış olursunuz. Allâh’ı kabûl edip şerîatını inkâr yanlışlığına düşersiniz. Zîrâ Hz. Peygamber, İslâm’ı tebliğ etmiş, kapalılıkları açıklamış, içeriğini yaşamak sûretiyle örnek olmuştur. Dolayısıyla Allâh’a îmân edilip Peygamber’e îman dışta tutulamaz. İslâm’da bu anlayış küfürdür.

 

Hz. Peygamber’in (sav) risâleti kabûl edilmeden îman iddiasında bulunmak ve uhrevî kurtuluştan bahsetmek yukarıda da açıklandığı gibi mesnedsiz bir iddiadır. Kur’ân’ın bütünlüğüne de aykırıdır. Konuyla ilgili ilimsiz ve insafsız iddiada bulunan ve bu çerçevede Yahudilik ve Hristiyanlık gibi muharref dinleri İslâm’ın seviyesine çıkarmak isteyenler bu hususla alâkalı hadisleri kasıtlı olarak görmezlikten gelmektedirler. Çünkü Allah Rasûlü’nün (sav) buyrukları bu konuda oldukça nettir. Şu hadis Hz. Peygamber’in (sav) hem risâletini hem de getirdiği şerîatı kabûl etmeyenlerin ākıbetini açıkça ortaya koymaktadır: “Canımı elinde tutan Allâh’a yemîn ederim ki bu (dāvet) ümmetinden ister Yahudî ister Nasrânî olsun, kim ki benim peygamberliğimi duyar da gönderilmiş olduğum risâleti kabûl etmezse mutlakā cehennem ehlinden olur.”19 Hadis bāzı rivâyetlerde “Bana îmân etmezse” şeklinde vârid olmuştur.20

Bir kimse Allâh’ın (cc) varlığını kabûl eder; Allâh’ın (cc) peygamber olarak gönderdiği Hz. Muhammed’in (sav) elçiliğini inkâr ederse kâfir olur. Bu durum; O’nun elçi göndermesini kabûl etmemek ve O’nun ulûhiyetini reddetmektir. Yahudi ve Hristiyanlar bu gruptandır.21 Hz. Muhammed’in (sav) risâletinden Tevrat’ta ve İncil’de bahsedilmiş22 ve bugünün iletişim ortamında onu ve getirdiği dînin adını duymayan kalmamıştır. Ayrıca Yüce Allah (cc), Hz. Peygamber’den (sav) önceki peygamberlerden onun/Hz. Muhammed’in peygamberliğini tasdîk ve ona yardım konusunda söz de almıştır.23 Ehl-i kitap, “Onu sıfatlarıyla öz oğullardan daha iyi tanımıştır.”24 Abdullah b. Selâm (ö. 43/663), “Kesinlikle öz oğlumdan Hz. Peygamberi daha iyi bilirim.” diyerek âyetteki hakīkate vurgu yapmıştır.25 Konumuzla ilgili şu rivâyet çok derin anlamlar içermektedir: “Adamın birisi, Rasûlullâh’a (sav) gelip şöyle söylemiş: ‘Ey Allâh’ın elçisi! Bir adam İncil’e sıkı sıkıya bağlı, diğeri Tevrat’a sıkı sıkıya bağlı; kendilerine gönderilen peygamberlere îmân ediyorlar fakat sana îmân edip tâbī olmuyorlar, haklarında ne dersin?’ Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şöyle buyurdu: ‘Yahudi ve Hristiyanlardan kim beni işitir de bana tâbī olmazsa cehennemdedir.”26 Hattâ Hz. Muhammed (sav), kendi risâletini inkâr eden ehl-i kitâba şöyle bedduā etmiştir: “Ey Allâh’ım! Elçini yalanlayan ve senin yolundan insanları engellemeye çalışan kâfirleri kahreyle…”27 Tüm rivâyetler içerisinde şu rivâyetin apayrı bir yeri vardır: “Hz. Ömer (ra), elinde Tevrat nüshaları ile Hz. Peygamber’e (sav) gelmiş ve Ey Allâh’ın rasûlü! Benî Kurayza Yahudilerinden komşum olan birine uğradım ve bana bunları yazdı; sana onları arz edeyim mi? deyince Rasûlullâh’ın (sav) gazaptan rengi değişmiştir. Hz. Ömer, onun kızgınlığını anlayıp şöyle mukābelede bulunmuştur: ‘Rab olarak Allâh’a (cc), din olarak İslâm’a, peygamber olarak Hz. Muhammed’e (sav) râzı oldum.’ Bunun üzerine Rasûlullah (sav) şu târihî cevâbı vermiştir: Sizin aranızda (şimdi) Mûsâ (as) da olsaydı ve siz beni terk edip Mûsâ’ya (as) bağlansaydınız dalâlette olurdunuz.28Ümmetlerden siz benim payıma, peygamberlerden de ben sizin payınıza düştüm.”29

Hz. Muhammed (sav), kendi risâletine tavır koyan ehl-i kitâba karşı özellikle peygamberliğini kabûl etmelerini emretmiştir. Ölmek üzere olan bir Yahudi gencinin yanına ziyârete gitmiş ve ona son ânında Allah’tan (cc) başka ilâh olmadığını ve kendisinin de O’nun peygamberi olduğunu kabûl etmesini telkīn etmiştir. Çocuk, Rasûlullâh’a (sav) olumlu cevap verip rûhunu teslîm edince Hz. Muhammed (sav) şöyle buyurmuştur: “Kardeşinizin cenâze namazını kılın.”30 Tüm bu rivâyetlerden anlaşılıyor ki ehl-i kitap başta olmak üzere herkes dünyevî ve uhrevî kurtuluş için Allâh’ın varlık ve birliğiyle berâber Hz. Peygamber’in (sav) risâletini de kabûl etmek zorundadır. Âyetleri kendi bütünlüğü içerisinde değerlendirmekten āciz ve Kur’ân ilimlerine uzak bāzı dalâlet ehli zevâtın söylemlerinin hakīkat ile bir ilgisi yoktur. Bunlardan bāzıları cehâletlerinin ve birileri tarafından kullanıldıklarının farkına varıp âhir ömürlerinde tevbe ettiklerini söyleseler de işledikleri suç; Allâh’a, Rasûlüne ve tüm ümmete karşıdır. Bu bağlamda Kurtubî’nin şu tesbîti çok önemlidir: Bir kimse Allah Teālâ’ya ibâdet etse, cennet, cehennem vb. her şeyi tasdîk etse fakat Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğini kabûl etmese, âhiret hayâtında dünyâda iken yaptığı güzel şeylerin hiçbirinden fayda görmez. Çünkü Hz. Muhammed (sav)’in peygamberliğini inkâr eden mutlak kâfir olur.31

Unutmayalım ki Kur’ân-ı Kerîm bir bütündür. İslâm bir bütündür. Kur’ân-ı Kerîm’in tek hükmünü reddeden; eskilerin deyimi ile zarûrât-ı dîniyye’den bir emri veya yasağı inkâr eden dînin tamâmını inkâr etmiş sayılır. “Îmânın tadı Allah ve rasûlünün her şeyden daha sevgili olması, kişinin sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi ve küfre dönmekten ateşe atılırcasına tiksinmekle alınır.”32 Hz. Muhammed (sav) son peygamberdir.33 Onun risâletini ve sevgisini inkâr ederek hidâyette olmak mümkün değildir. “Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğini kabûl etmeden de insanlar kurtulabilir”diyenler, İslâm’ın son ve evrensel din oluşuna da gölge düşüren câhil ve art niyetli kimselerdir. Hz. Peygamber’in (sav) risâleti ile tüm insanlığa tebliğ edilen din, modernite ve emperyalist dünyâ düzeni ile hesaplaşacak tek hak dindir. Onun risâletini dışta tutarak yol aramak emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Hz. Peygamber’in risâletini kabûl etmeden Müslüman olunacağını savunanlar tek kutuplu bir dünyâya; gavur eksenli bir sisteme de bilerek veya bilmeyerek onay vermektedirler.

Sonuç:

Kur’ân-ı Kerîm bir bütündür. İslâm bir bütündür. Kur’ân-ı Kerîm’in tek hükmünü reddeden; eskilerin deyimi ile zarûrât-ı dîniyyeden bir emri veya yasağı inkâr eden dînin tamâmını inkâr etmiş sayılır. “Îmânın tadı Allah ve Rasûlü’nün her şeyden daha sevgili olması, kişinin sevdiğini yalnızca Allah için sevmesi ve küfre dönmekten ateşe atılırcasına tiksinmekle alınır.34 Hz. Muhammed (sav) son peygamberdir.35 Onun risâletini ve sevgisini inkâr ederek hidâyette olmak mümkün değildir. “Hz. Muhammed’in (sav) peygamberliğini kabûl etmeden de insanlar kurtulabilir” diyenler, İslâm’ın son ve evrensel din oluşuna da gölge düşüren câhil ve art niyetli kimselerdir. Hz. Peygamberin risâleti modernite ve emperyalist dünyâ düzeni ile hesaplaşacak tek hak dindir. O’nun risâletini dışta tutarak yol aramak emperyalizme ömür biçip hayat hakkı tanımaktan başka bir şey değildir. Ferâsetli Müslüman ise bu oyuna gelmeyendir.

Dipnotlar:

1 A’raf 7/158.

2 Sebe 34/28; Hz. Muhammed’in (sav)) evrensel bir peygamber olması ile ilgili olarak Nisâ 4/79; En’ām 6/19; Enbiyâ 21/107; Sād 38/87.

3 Âl-i İmran 3/119.

4 Âl-i İmran 3/85.

5 Daha düne kadar Abant toplantılarında “Muhammedsiz Müslümanlığın” çalışmalarının moderetörleri birden kulvar değiştirip siyâsetin nîmetlerinden pay kapma yarışına girdiler. Ülkenin ilim ve irfan duāyeni(!) kabûl edilen bu zevâta söz söylemek ne mümkün. Şerre destek olanlar hak ehliyle cihâd ettiklerini zannetmektedirler. Dırar mescidinde imamlık yapan zâta dönüş yapmasına rağmen görev vermek istemeyen ve olayı kafasında canlı tutan Hz. Ömer’in basīretine ihtiyâcımız var. Unutkan kafalarla bir yere gidilmez. (M.S.)

6 Nisâ 4/150

7 Nisâ, 4/151.

8 Bakara 2/285.

9 Fetih 48/29.

10 Nisâ 4/136.

11 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 15946, VIII/422.

12 Serahsî, Usûl, I/73.

13 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 27216), X/114-5.

14 Nesaî, Zekât, 23, h. no: 1, IV /4.

15 Buhārî, 3, İlim, h. no: 97.

16 Âl-i İmran 3/31

17 İbni Hanbel, Müsned, III /177; Buhārî, 8, İman, I /9; Nesaî, Sünen, VIII/114-5.

18 İbni Hanbel, Müsned, V/229.

19 Müslim, 1, İman, 70, h. no: 240, I/134.

20 İbni Hanbel, Müsned, (tah: Muhammed Şakir, h. no: 19579), VII/137.

21 Hāzin, Lübâbu’t-Te’vîl, I/162.

22 İbni Sa’d, Tabakat, II/122; Hâkim, Müstedrek, h. no: 4224, II/671.

23 Âl-i İmran 3/81; İbni Hişam, es-Siretü’n-Nebeviyye, I/264.

24 Bakara 2/146; En’ām 6/20.

25 Ebû Cafer en-Nehhas, Meani’l-Kur’ân, II/407.

26 İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1776, III/330; Suyûtî, Esbâbü Vürûdi’l-Hadîs, s. 313.

27 Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III/42.

28 Bu dalâlet, Hz. Mûsâ’ya ittibâdan kaynaklanan bir dalâlet değildir. Aksine Allâh’ın emrine uymayarak gönderilen elçiye; Hz. Muhammed’e (sav)) uymamaktan kaynaklanan bir dalâlettir. (M.S.)

29 İbni Hemmam, Musannef, h. no: 10164, VI/113; İbni Hanbel, Müsned, III/470; İbni Hamza, Esbab-ı Vürud-il Hadis, h. no: 1402, III/135.

30 Heysemî, Mecmau’z-Zevaid, III/42.

31 Kurtubî, el- Câmî, li ahkâm’i-l Kur’ân, c. XX, s. 107.

32 Buhārî, II, İman, 9, I/9-10; Nesai, Sünen, VIII/96.

33 Ahzab 33/40; Tirmizî, 5, Siyer, no: 1553, IV/123; Nesaî, Gusûl, h. no: 21, I/209-10; Tahavî, Müşkil’ül Asar, h. no: 1298, II/35.

34 Buhāri, II, îman, 9, c. I, s. 9-10; Nesaî, Sünen, c. VIII, s. 96.

35 Ahzab 33/40; Tirmizî, 5, Siyer, no: 1553, c. IV, s. 123; Nesaî, Gusûl, no: 21, c. I, s. 209-10; Tahavî, Müşkilu’l-Âsâr, no: 1298, c. II, s. 35.

Ocak 2022, sayfa no: 8-9-10-11-12-13

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak