Ulemâ-i kiram, kavimlerinin seyyididir. Sami Efendimiz (k.s.) de, bizim seyyidimiz (efendimiz) olduğundan dolayı, onun hakkında bize birçok şey anlatıldı. Kendilerini bizzat görünce, onunla ilgili anlatılanların hepsi aklımdan çıktı. Zihnimde, sadece, gönlüme o an gelen güzel düşünceler kaldı. Kalbimde, Sami Efendimiz (k.s.)'e karşı çok büyük bir muhabbet oluştu. Leylâ ile Mecnûn'a, Ferhat ile Şirin'e, Aslı ile Kerem'e o zaman hak verdim. Her an gözetimi altında bulunduğumuz Üstazımız Hacı Hasan Efendi (k.s.), gönlümde, Allah (c.c.)'tan gayri bir şeye meyil belirdiğinde, derhal müdahale ederlerdi. Buna sebep olarak da, şeyh-i kâmilde yok olanın, bu dönemde, bir başkasına ilgi duymasının uygun olmayacağını ifade buyururlardı. O günlerde, Sami Efendimiz (k.s.)'in bir yakınına mektup yazmıştım. Kardeşlerimize olan sevginin Sami Efendimiz (k.s.)'den, ona olan hasretin Fahr-i Kâinat (s.a.v.)'dan, İki Cihan Güneşi (s.a.v.)'ne olan muhabbetin de Rabbimiz (c.c.)'den geldiğini beyan ederek, bütün sevginin kaynağının Cenâb-ı Hakk (c.c.) olduğunu ifade etmeye çalışmıştım. Sami Efendimiz (k.s.)'den gelen mektup, sözlerin doğruluğunu tasdik ediyordu. Her şeyin israfı olduğu gibi, sevginin de israfı vardır. Bu israf, başkalarının ancak, Cenâb-ı Mevlâ (c.c.)'nın muhabbetinden dolayı sevilebileceğini idrakle önlenir. Onu görünce, "Acaba Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) nasıldı?" diyorduk. Hacı Hasan Efendimiz (k.s.), Sami Efendimiz (k.s.)'i, askerliği sonrasında ziyaret ettiğinde, bu görüşme esnasında kendilerine, Sami Efendimiz (k.s.) tarafından teveccüh olur. Bu teveccüh ânında kalpleri rikkate gelir ve gönlünde şu düşünce canlanır: "Bir mürşid-i kâmilin teveccühü, kalbindeki nûr-i İlâhîyi gönüllere yansıtması böyle olur da, Fahr-i Kâinât (s.a.v.)'ın teveccühü, Allah Teâlâ (c.c.)'nın Cemâl'i nasıl olur acaba?" Beşerdi ama zamanın insanlarına hiç benzemiyordu. Onu görenler, ondaki hâlin güzelliğinden ibret alıyorlardı. Hakk Teâlâ (c.c.)'nın izni ile, yiyecek ve içeceklerdeki helallik ve haramlık durumlarını biliyordu. Bir defasında, sabah kahvaltısında önüne getirilen, her zaman yediği bisküvileri yemez. Daha sonra, o bisküviyi üreten fabrika sahiplerinin fâize bulaştıkları öğrenilir. Küçücük yavruların kabiliyeti, nûr-i İlâhî ile bakan gözlerine malûm olurdu. İşitmeleri pek hassas olan Üstazımız (k.s.), kulağa hoş gelmeyen nâme ve sesleri dinlemezdi. Son nefeslerinde bile, "Kur'ân-ı Kerim dinlemek istiyorum." buyurmuşlardı. Bir hâfızın Kur'ân tilâvetini, arştan daha yeni iniyormuşçasına dinlerler, bu lâhûtî sadâ sanki, âyât-ı İlâhîyye'yi indiren Cenâb-ı Mevlâ'dan geliyormuş gibi kendilerini bir huşu kaplardı. Öğüt, nasihat, tesbîhat ve evradla meşgul olan dilleri, Hak Teâlâ'nın râzı olmayacağı hiçbir kelâmı konuşmazdı. Okuduğu ya âyet, ya hadis, ya da ehlullâhın sözleri olurdu. Mübarek dilinden dökülen kelimeler âdeta kalplere yazılırdı. Seslerinde de bir keramet olacak ki, tane tane ifadeleri, zâhiren duyulması mümkün olmayan yerlerden işitilirdi. Bahçelerinde görüşmek için beklerken, odalarında konuştukları mübarek sözleri, kulağımıza net olarak geliyordu. Keşif ehli olanlar, onunla aynı mekânda olmadıkları halde, emir ve tavsiyelerini duyarlardı. Hind'de, Yemen'de bulunanlara da nasihat eder, hoş sohbetlerini onlar da işitirdi. Herkesin kendisini istirahat ediyor zannettiği zamanlarda, -biiznillah tayy-i mekân i ile -dostlarıyla mânen halleştikleri çokça anlatılır. Develi ilçesinden Borazan Hacı Mehmet Kalkan'la uzun süre sohbet ettikleri yâd edilir. Kâğıt ve kalemle elleri, edebî kelamlarıyla dilleri hep insanlığın kurtuluşu için gayret etmiş, gecesini gündüzüne katarak telif etmiş olduğu eserleri, zihinleri Kur'an ve Sünnet çizgisine çekmiştir. Fakire, yoksula seller gibi ikram eden; elleri, dilleri, gönülleri elbette tarife sığmaz. Niğde'nin Şeyhler köyünden, yedilerden Hüseyin Efendi'ye gönderdiği hediyeler, kılık-kıyafet değiştirerek kendisinden defalarca yardım alan fakirlere bu durumu -onların hilelerini bildikleri halde-ifade etmemesi, daha neler neler geliyor hatıra... Hayır ve hasenata, hasta ve düşkünlerin yardımına koşan; kabir, sual, defter, mîzan, sırat, mahşer görmeden Hak Teâlâ (c.c.)'nın huzuruna varan Efendim! Rabbimiz (c.c.) sizi ve emsalinizi, "Bilesiniz ki, Allah'ın dostlarına korku yoktur; onlar üzülmeyecekler de. Onlar, iman edip de takvaya ermiş olanlardır." (Yunus, 10/62-63) âyetiyle vasfediyor. Ne mutlu sizin gibi bir hayat yaşayanlara ve ne mutlu bu yolda gayret edenlere...
Mesaj Bırak