Ara

Hastalık ve Musîbetler / Ramazan Sodan

Hastalık ve Musîbetler / Ramazan Sodan

Muvakkat sıkıntı, hastalık, meşakkat ve musîbetler insanı üzer ve mânen hasta edebilir. Bunun için bunlardan da yararlanmasını bilmeliyiz. Küfür ve delâlet dışında her türlü hâlimiz için Allâh’a hamd etmeliyiz. “Olabilir ki siz bir şeyden hoşlanmazsınız, halbuki o sizin için bir hayırdır.” (Bakara, 216.)

 

Musîbetlere “Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler” deyip teslîmiyet göstermeliyiz. Cennet ucuz değil, bir musîbet ve meşakkate düçar olduğumuzda sabırla karşılamalıyız. Allah bizi görüp gözetmekte, müjdelemekte, îmân edenlere büyük ecir vaad etmektedir. Çekilen sıkıntı ve zorluklar Allah için olunca büyük ecir, sevâb olur. “Hayrul umuri Ahmazuha.” İşlerin en hayırlısı, zorlu olandır. Hem Müslümanın musîbeti kârlıdır. İsyanla değil teslîmiyetle rızâ gösterdiğinden, kalb ve rûhun büyük lezzeti vardır.

Elimizde olmayarak başımıza gelen musîbetleri sabır ve metânetle karşılar şükredersek, huzûr-u kalbi yakalarız.

Hiçbir musîbet Allâh’ın izni olmadan gelmez. Bütün musîbetler insan için kârdır. Ölüme varıncaya kadar, kâr olur. Yalnız dînî musîbetler kâr değildir. İşlediğimiz her günah, her şüphe kalb ve rûhumuzda yara açar. Asıl musîbet, muzur musîbet, dîne gelen musîbettir. Dînî musîbet için Dergâh-ı İlâhiyye’ye, O’nun Rahîm ismine ilticâ edip sığınmalı, korunmak için her vakit Allâh’a el açıp duâ etmeliyiz. Dînî musîbette âhiretimizi kaybedebilir veya günahlara dalar, günahkâr bir kul olarak âhirete gideriz. Bu sebeple dînî musîbet dışındaki musîbetler gerçek anlamda musîbet değildirler.

Bir kısmı İhtâr-ı Rahmânî’dir. Bir ilâhî îkazdır. Bir kısmı ise günahlara kefârettir. Bir kısmı da gafleti dağıtır. Aklı başa getirir. Hatâdan döndürür. O vakit musîbet, hastalık değil devâ olur.

Yalnız şekvâ, şikâyet, yakınmak musîbeti ziyâdeleştirir. Üstelik sevap kazanacak yerde, isyânıyla günâha girer, bir şey de elde edilemez.

Müslümanlar, her türlü zulme uğrasalar bile, ebed onlarındır. Gâlip onlardır. “Allâh’a tâbi olan topluluk gerçek gâliplerin ta kendisidir.” (Mâide, 56.) âyeti bu husûsu îlân ediyor.

Hem zevâl-i lezzet elem olduğu gibi, zevâl-i elem dahi lezzettir. Evet, kişi geçmiş neşeli sefâlı günlerini düşünse, geçtiği için üzülür, hayıflanır, o günlerini hasretle hatırlar ve geçmiş musîbetli, elemli günlerini hatırlasa geçmesinden bir nevi mânevî lezzet hisseder. Elhamdülillah, şükür, o belâ geçti, sevâbını bıraktı gitti der. Bu sebeple, gelen musîbet ve hastalıkların, sabırla sevâbını bırakıp geçeceğini düşünüp ah, of demeden, şikâyet etmeden takdîre rızâ gösterip, tevekkülle karşılarsa maddî ve mânevî, rûhî ve kalbî sıkıntılarını en az zahmetle geçirir.

Musîbet ve hastalıklarda insanın üç cihette şikâyete hakkı olamaz:

Birincisi, Allah insan vücûdunun mâlikidir. Mülk Allâh’ındır. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, isimlerinin cilvelerini gösterir. Şâfî ismi hastalığı istediği gibi, Rezzak ismi de açlığı iktizâ eder.

İkincisi, hayat musîbetlerle, hastalıklarla neşv-ü nemâ bulur, gelişir, kemâl bulur, kuvvet bulur, terakkî eder, netîce verir, tekemmül eder. Hastalıklara karşı direnç kazanılır, insan vazîfelerini yapar. Yoksa yeknesak, monoton, istirahat döşeğindeki hayat, iyi bir hayat değildir. Kötülüğü netîce verir.

Üçüncüsü, bu dünyâ imtihan yeridir. Hizmet yeridir. Lezzet ve ücret, mükâfât yeri değildir. İnsanlar hastalık ve musîbetlere, dînî olmayana sabretmek şartıyla, büyük sevap kazanabilir.

En kıymetli şey hayat ve hayâta hizmettir. Hayâta hizmetin en fazîletlisi de ebedî hayâtı kazandıracak hizmetler yapmak yâni îman hizmeti, iyilikler ve sâlih ameller yapmaktır.

Hayât-ı fâniyyeyi boş şeylere sarf etmek, hayâtı kaybetmektir. Sâdece maddî ve nefsî şeyler hayâtı boğar. Meyvesiz sıkıntı, meşakkat çekmek, insanı hasta eder. Fakat musîbeti, hastalığı teslîmiyetle sevap umarak karşılarsa, o zaman hastalıktaki maddî elem erir. Hastalığın acısı hissedilmez. Bu sebeple önemli olan her şeyi meyveli, semeredar hâle getirmek gerekir.

Aynen öyle de, eğitimin gâyesi de faydalı, ruhlu olmalı. İnsan fennî ilimleri öğrenir de Allâh’ı bilmezse, kâinâtın hârikalığını öğrenip de Allâh’ı bulamazsa o ilim ruhsuzdur. Bilim evham olur. Her şey şüpheli olur. Korkutucu olur. “Tsunami dünyâyı yutar mı? Meteorlar dünyâya çarpar mı? Sonum ne olacak?” soruları insanı bunaltır. “Şiddetli bir deprem olursa biz de yıkıntılar altında kalır mıyız? Hayâtımı kaybeder miyim?” diye meraklı, korkulu, evhamlı bir düşünce içinde olur. Meselâ depremin yüklendiği anlamı düşünse, mânâlarına dikkat etse insan uyanacak.

Enbiyâ Sûresi, 9. Âyette Allah (cc) “yüz çevirenleri, müşrikleri helâk ettik” buyuruyor. Dünyâda insanlara uyansın diye tövbe imkânları verildiği, uyanmayınca onların helâk edildiği bildirilmektedir. İsrâf edenler, inkârdan vazgeçmeyenler, ibret almayanlar, aşırı gidenler olarak Kur’ân’da ifâde edilmiştir. Duhan Sûresi, 27. Âyette Firavunun lakabı, minel müsrifîn, aşırı gidendi olarak ifâde edilmiş. Allah “ona her âyetimizi, delilimizi gösterdik. Ders almadı, aşırı gidendi” diyor. Firavun hakîkatı kabûlde direnmiş, delillerden bir ders almamış, ömrünü isrâf etmiş. İşte insanoğlu da ömrünü isrâf etmemeli, her musîbetten, başa gelen her şeyden ibret almalı, ölüm sekerâtı gelmeden önce uyanmalı, her hâli faydalı hâle çevirmelidir.

Belâlar, hastalıklar gafleti kaldırır. Günahların bağışlanmasına vesîle olurlar, bunun için de Allâh’a niyazda bulunmalıyız. Başımıza gelen sıkıntıları sabırla karşılamalıyız. Peygamberler bile gelen çeşitli musîbet ve hastalıklara mâruz kalmıştır. Hem meselâ hastalık duânın vaktidir. Hastalık duâ için verilmiş, insan hastalıkla aczini anlayıp Rabb’ine sığınır. Şifâ ise duânın netîcesi değil; Cenâb-ı Hakîm-i Rahîm şifâ verse fazlından verir. Hem duâ istediğimiz tarzda kabûl olmazsa, makbûl olmadı denilmez. Allah menfaatimize hayırlı olan ne ise onu verir. Bâzen dünyâya âit duâlarımızı menfaatimiz için âhiretimize çevirir öyle kabûl eder.

Haksız yere sürgün ve hapis edilen velî bir zât: “Haksız garazla tevkif edilmem nedeniyle nefsime dedim ki: İnsanlar zulüm eder, kader adâlet eder, bu işte kader-i İlâhî’nin bir hissesi var, ve bu hapiste yiyecek rızkın var, o rızkın seni buraya çağırdı. Hikmet ve Rahmet-i Rahmâniyye’nin dahi büyük bir hissesi var ki; hapistekileri nurlandırmak ve tesellî vermek size sevap kazandırmaktır. Hem senin nefsinin bilmediğin kusurlarının bir hissesi var. O hisseye karşı tevbe etmelisin, daha bilemediğin sebeplerle bu cezâya müstehak oldun, sabır içinde şükretmelisin, diyerek nefsimin şikâyetini susturdum.” diyor.

Evet, insan başına gelen musîbetlere böyle bakmalıdır.

Kaderden sana atılan bir musîbet taşına mâruz kaldığın zaman “biz Allâh’ın kuluyuz, sonunda yine O’na döneceğiz.” (Bakara, 156.) söyle, mükedder olma. O seni senden daha ziyâde düşünür. Dünyânın her şeyi geçicidir. Bu da âhiret ve dünyâ için sevâbını bırakarak geçer de elem duyma.

 

Hem her şeyde güzellik, hayır ve rahmet esasdır. Az bir şeyde yanlış yapanlara, cezâ ve terbiyeye müstehak olanlara veya çok hayırlara vesîle için onlara rast gelir. Zâhiri cüz’î bir şer görünür, aslında hayır. Meselâ kar, soğuk, ateş, yağmur gibi unsurların çok yararı var, yanlış yapanlara cezâ olabilir. Hem hastalık olmazsa, sağlığın kıymeti bilinmez. Allâh’ın Şâfî ismi, Rahmet ismi asıldır. Binbir hikmet için hastalık olması, sağlıklı olmanın değerini anlamamızı sağlar. Musîbetler de öyle; iyilik asıl, kötülük fer’îdir. Ama kötülük olmazsa iyilik anlaşılmaz. Meselâ yağmurun binbir faydası var, onun için rahmet ismi verilmiş. Yağmurdan birinin zarar görmesi ile yağmur zararlıdır diyemeyiz.

“Çok güzellikleri gösteren bir çirkinlik dahi, dolayısıyla bir güzelliktir. Güzelliklerin görünmesine vesîle olan çirkinliğin olmaması veya görünmemesi, müteaddit çirkinlik olur. Bir çirkinlik bulunmazsa, güzelliğin çeşidi bir tek olur. Pek çok merhaleleri gizli kalır. Meselâ, soğuk olmaz ise sıcaklığın dereceleri, karanlık olmaz ise ışığın mertebeleri gizli kalır, bilinmez. Cüz’î şer ve zarar ve musîbet ve çirkinliğin bulunmasıyla, küllî hayırlar ve küllî menfaatler ve küllî nîmetler ve küllî güzellikler tezâhür eder. Demek çirkinliğin îcâdı çirkin değil, güzeldir. Çünkü netîcelerinin çoğu güzeldir.1 Sonra mülk O’nundur; mülkünde istediği gibi tasarruf eder. Allah bizi göz, kulak, lisan gibi hadsiz organlarla duygular ile hârika bir şekilde, en güzel şekilde yaratmış, fakat isimlerinin yansımasını göstermek için, seni hasta eder, aç eder, tok eder, susuz eder, çok hikmete binâen böyle tavırlarda gezdiriyor. Zâten hareketsizlik, atâlet bir nevi yokluktur. Hareket, tebeddülât ise bir nevi hayattır. Hayat harekâtla olgunlaşır. Belâlar ile terakkî eder, kuvvet bulur. İnkişâf eder, gelişir.2

El-hâsıl, biz musîbetler karşısında: “Hakk şerleri hayr eyler, zannetme ki gayr eyler. Mevlâ görelim neyler, neylerse güzel eyler.” diyelim.

Dipnotlar

1 Şualar: 15 Şua, 610 sh.

2 Mektubat: 12 Mektup, 75 sh.

Kasım 2018, sayfa no: 56-57-58-59

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak