Halidiyyenin en temel usulü sohbettir. Sohbet usulü Halidiyye kaynaklarında genellikle “Allah’a ulaştıran en kolay ve en etkili yol” olarak tanımlanmaktadır. Şeyhin sohbetine katılan derviş ilahi feyzin tesirine ermeyi hedeflemektedir. İlahi tecelli ve füyuzata mazhar olan bir mürşidin sohbetine iştirak karşılıklı hal transferinin sağlanmasına yol açmaktadır. Sohbet ortamında ahlâkî kemalat sağlanmakta, birebir eğitim gerçekleşmekte, gönül dili kullanılmakta, manevî işaretler elde edilmektedir. Sohbette yeteneklerin keşfi, kabiliyetlerin ortaya çıkarılması, müridin istidatlarının gün yüzüne çıkarılması esastır.1 Halidiyyenin bir diğer temel hususiyeti hatm-i hâcegân geleneğidir. Hatm-i Hâcegân Nakşibendiyye meşayıhının sohbetlerini virdle bitirme âdetlerinin bir sonucudur. Hatm-i Hâcegân has odada gerçekleşir. Sükûnet esastır. Sesizliğin hakim olduğu loş ortamda dervişlerin derin tefekküre daldıkları, kendilerini Hakk’a adadıkları, nefislerinden sıyrılıp Hakk’a kulluklarını payidar kıldıkları aşk ve coşku seyridir. Hatm-i Hâcegân icra edilirken gözler kapatılır, etraftan dikkatler tek noktaya çevrilir, kesrette oyalanmak değil vahdet deryasına dalmak sağlanır. Efâl ve esmâ tecellisinden öte Zât tecellisinin hakikatlerine ermek hedeflenir. Hatmeye istiğfarla başlanır. Hatalardan pişmanlık, eksiklik ve kusurlara nedamet duyulur, işlenen günahlardan dolayı Allah’a tövbe edilir. Hatmede tövbe ve istiğfar sonrasında ölüm rabıtası, mürşid rabıtası ve huzur rabıtası gerçekleştirilir. Rabıtayla sağlanan sevgi bağı, muhabbet halkası, gönül tasfiyesi perçinlenir. Tasavvuf yolunun rehberleriyle sağlanan manevi irtibat Allah için birbirini seven müminlerin kenetlenmesini sağlar. Okunan Fatiha suresi, getirilen salavat-ı şerifler hatm-i Hacegânın kemale ermesini sağlar. Okunan virdler, çekilen zikirlerde sayıya riayet edilir. Sorumluluklar gereğince ve sabırla yerine getirilir. Bazen hatm’i hacegan’ın ardından toplu murakabe de yapılır.2 Halidilik tasavvufun hem tahalluk hem de tahakkuk boyutunu birlikte gerçekleştirir. Halidiyye dinin zahir-batın, şeriat-tarikat, ilim-amel, teori-pratik boyutlarını birlikte ele alan, tasavvufun nazari boyutundan çok ameli boyutuna önem veren, irfanî gelenek kadar zühd hassasiyetine önem veren bir tarikattır. Hâiidiyye her fırsatta şeriat kurallarına uymayı hedefler, itikadın güçlenmesini vurgular, sünnet-i seniyyeye sadakati önemser. Bu yönleriye Halidîlik bir tecdit ve ıslah hareketidir. Dinî uyanışın gerçekleşmesini, İslâmî hissisyatın artırılmasını, Müslümanların vahdetini hedeflemektedir. Tüm bu ideallerini gerçekleştirirken merkezi otoriteye bağlılığı önemser, devlet başkanına bağlılığı vurgular, ümmetin meşru otoriteye itaatini dile getirir. Ümmetin vahdetine, ümmetin dertlerine ortak olmaya, Müslümanların kardeşliğine, ümmet bilincinin canlı tutulmasına önem verir. Ulemanın sesine kulak verilmesini, ilmiye sınıfının güç kazanmasını, medrese ve tekke birlikteliğinin tesis edilmesini ve cehaletle mücadeleyi şiar edinit. Bidat ve hurafelerle mücadele eder, sünnet-i seniyyenin yaygınlaştırılmasını teşvik eder.3 Ehlisünnet esaslarına riayeti ve şer’î esaslara müstenîd bir tarikat anlayışını benimsemeleri dolayısı ile ulema nezdinde ve ilim çevrelerinde revaç bulan Nakşibendiyye kemâl devrini Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî (ö.1242/1826) tarafından teceddüd edildiği on dokuzuncu asırda yaşamıştır. Müntesip ve halifeleri, daha ziyade medrese menşeli olan Hâlidiyye’nin zuhûru, tarikat erbabı ile ulema arasındaki ihtilaf ve münakaşaları nispeten ortadan kaldırmış ve Hâlidiyye, son Osmanlı sultanlarının ilgisi sonucu devlet eli ile desteklenen bir tarikat olmuştur.4 Halidiyye savaşlarla bunalan, sanayi devrimi sonucu kıskaç altına alınan, milliyetçilik akımlarının artmasıyla ayrılıkçı girişimlere sahne olan, pozitivist ve ideolojik kasırgalarla kuşatılan on dokuzuncu asır Osmanlı coğrafyası için sığınma limanı ve tutunma kulpu olmuştur. Öyle ki Halidiyye ulemanın sahiplendiği, ilmî kıstasların ölçüt haline geldiği, şer’î şerifi müdafaa girişimlerine önayak olduğu, medrese ve tekke bütünlüğünün Osmanlı devletinin kuruluş ve yükseliş dönemlerinde olduğu gibi yeniden sağlayan bir tarikat olmuştur. Müntesipleri kararlılık, azim ve sebatlarıyla görünür olmuş ve kararlı duruşlarıyla Osmanlı coğrafyasında varlık göstermişlerdir. Her beldeye ayrı bir halife gönderme düsturuyla hareket eden Mevlânâ Halid-i Bağdâdî, İstanbul’a ayrı bir ehemmiyet vermiş ve Anadolu’ya birçok halife göndermiştir.5 Yetiştirip etrafa gönderdiği yetmiş civarındaki halifesiyle Nakşbendiyyenin pek çok yörede yayılmasını sağladığı için, Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’den itibaren tarikatı onun ismine nispetle Hâlidiyye adıyla anılır olmuştur. Osmanlı sultanı II. Mahmud’un lağvedilen Bektâşiyye tekkelerine daha çok Hâlidiyye meşâyıhını atamasıyla Hâlidiyye güçlü bir siyasî nüfuz elde etmiştir. Halidiyyenin Anadolu ve İstanbul’da güçlü bir tarikat konumuna gelmesinde buraya gönderilen halifelerin seçkin şahsiyetler oluşu önemli bir unsur olmuştur. Bu halifelerin kimlikleri incelendiğinde Hâlidiyyenin Anadolu’daki tesir halkası da daha iyi anlaşılacaktır. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifeleri karizmatik şahsiyetleriyle güçlü geleneğin oluşmasını ve kendi hizmet halkalarının vücuda gelmelerini sağlamışlardır. Bu halifelerden oluşan Hâlidiyye ocaklarından kısmen de olsa bir kısmını değerlendirmek yerinde olacaktır. 1. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî'nin halifelerinden Trablusşam müftüsü Ahmed-i Ervâdî'nin (ö.1275/1857) halifesi olan Ahmed Ziyâeddîn-i Gümüşhânevî (ö.1311/1893), İstanbul Babıâli'deki dergâhında yapmış olduğu faaliyetleriyle son dönem Osmanlı toplumunun siyasî, İçtimaî ve dinî hayatında önemli bir rol oynadığı gibi. Bağdâdî’nin geleneğine uyarak çeşitli bölgelere gönderdiği yüzün üzerindeki halifesiyle tarikatın yayılmasına çok büyük katkıda bulunmuştur. Kendisinden sonra dergâhtaki hiz-metleri halifesi Ömer Ziyâeddîn-i Dağıstânî (ö.1339/1920) ve onun halefleri devam ettirmiştir. Cumhuriyet döneminde yetişen Nureddin Topçu’nun şeyhi Abdülazîz Bekkine (ö. 1372/1952) ile Mehmed Zâhid Kotku (ö. 1400/1980) bu silsileye bağlıdırlar. 2. Bağdâdî'nin bir başka halîfesi Seyyid Tâhâ-yı Hakkâri vasıtasıyla ayrı bir silsile yayılmıştır. Anadolu'da faaliyet gösterip de silsilesi bu zata ulaşan ve Cumhuriyet dönemini idrak eden önemli şahsiyetler arasında, Es'ad-ı Erbilî (ö.1350/1931), Bitlis’li Muhammed-i Küfrevî, Seyyid Abdülhakîm-i Arvâsî (ö.1362/1943), Şeyh Ahmed-i Hanzevî (ö.1369/1949), Alvarlı Muhammed Lütfî (ö.1376/1956), Bolulu Muhammed Muhyiddîn Efendi (ö. 1396/1976), Mahmûd Samî Ramazanoğlu (ö.1404/1984), Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (ö. 1407/1987) vb. isimleri sayabiliriz. 3. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Halifelerinden Erzincanlı Abdullah-ı Mekkî kanalıyla gelen önemli şahsiyetlerden, onun halifeleri Terzi Baba adıyla maruf Erzincanlı Hayyât Muhammed Vehbi Efendi (ö.1264/1848), Edirne ve İstanbul’da faaliyet gösteren Yanyalı Mustafa İsmet Efendiyi (ö. 1289/1872) zikretmek gerekir. 4. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin bir başka halifesi Memiş Efendi diye tanınan Muhammed-i Kudsî’dir (ö.1269/1852). Bu zatın halifeleri, Konya merkez olmak üzere İstanbul, Kırım, Trabzon, Sivas, Tarsus ve Manisa’da faaliyet göstermişlerdir. Silistreli Hacı Feyzullâh Efendi (ö1292/.l875) ve Konyalı Topbaşzâde Ahmed-i Kudsî Efendi (ö.1307/1889) de onun halifelerindendir. 5. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifesi Alî-i Sebtî’den sonra yerine oğlu Şeyh Mahmud geçmiştir. Şeyh Mahmud’un oğlu Şeyh Said (ö. 1342/1925) de Hınıs'ta faaliyet göstermiştir. Alî-i Sebtî’nin halîfelerinden Mahmud-ı Sâminî ile onun halifesi Osman Bedreddîıı-i Erzurûmî (İmam Efendi) de doğu illerindeki faaliyetleriyle tarikatı yaymışlardır. 6. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin halifelerinden Muhammed b. Abdullah-ı Hâni (ö.1279/1862), Mûsâ Safvetî Paşa’mn daveti üzerine İstanbul'a gelerek Sultan Abdülmecid’le görüşmüştür. İstanbul'da pek çok mürit edinmiş, Anadolu’ya da halifeler göndermiştir. Ayasofya Camii vaizi Yusuf Efendi, Arpacılar Camii imamı Hacı Ahmed Efendi, Bursa’da Ulu Cami imamı İsmail Vehbî Efendi ve Kulalı İsmail Efendi onun Anadolu’da faaliyet gösteren halifelerinden bazılarıdır. 7. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin bir başka halifesi olan Osman Siraceddîn-i Tavîlî (ö.1283/1866) ve onun soyundan gelenler genellikle bugünkü İran ve Irak’ta faaliyet göstermişlerdir. 8. Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin Şeyh Hâlid-i Cezerî ve onun yolunu devam ettirenler ise Suriye, Irak ve Güneydoğu Anadolu’da Hâlidiyye’yi yaymaya çalışmışlardır. Görüldüğü gibi, Hâlidiyye şeyhlerinin faaliyetleri daha çok Irak’ın kuzeyi, İran’ın kuzeybatı coğrafyası, Suriye’nin kuzeydoğu sahası, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerinde yoğunlaşmış durumdadır. Hâlidiler Doğu Anadolu’da daha çok Bitlis ve Nurşin yörelerinde faaliyetlerini yoğunlaştırmışlardır. O bölgede faaliyet gösteren Kadiri şeyhi Abdurrahmân-ı Tâğî'nin Seyyid Tâhâ-yı Hakkâri’nin halifesi Sıbgatullâh-ı Arvâsî’nin etkisiyle Kâdirîlik'ten Hâlidîliğe geçmesiyle bölgede Hâlidilik daha da gelişmiştir. Daha sonra Nurşin’e yerleşen Tâği. burayı tarikat merkezi haline getirmiştir. Kendisi vefat edince, görevini halifesi Şeyh Fethullâh-ı Verkânisî ve Molla Muhammed Ziyaeddin devam ettirmişlerdir.6 Kuzey Irak ve Doğu Anadolu Bölgesi’nde Mevlana Halid-i Bağdadi ile yükselişe geçen Nakşibendiye tarikatı, aşiretler üstü konumuyla bölgedeki yerleşik yapıyı yeniden inşa etmiştir. Halid-i Bağdadi, 1266/1811 senesinde hilafet-i tamme ile Bağdat’a dönmüş, zamanla harap olmuş bulunan Abdulkadir Geylani zaviyesini imar ederek ilk tekkesini açmıştır. Müridlerine tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvuf dersleri okutup hatm-i hacegân yaptırmakla halkın sevgisini kazanmış, Bağdat’ın batı tarafında ikinci bir zaviyeyi faaliyete geçirmiştir. Bölgenin köklü ailelerinden Berzenci ve Haydari aşiretlerinin tarikata girmeleri ve Süleymaniye’de zaviye inşa etmeleriyle Bağdadi hazretleri bir müddet burada ders halkasını kurmuş, 1238/1822 tarihinde Salihiyye Dergahı’nın tesisiyle tarikat halkasını genişletmiştir. Mevlana Halid’in 1242/1827 yılında vefatıyla birlikte halifesi Muhammed el-Firâki’nin girişimleriyle Sulan Abdülmecid Hân Bağdat valisi Necib Paşa’yı Şam valiliğine tayin etmiş, Halidiler için Şam’da bir cami, tekke ve bir türbe inşa ettirmiştir. Daha sonra aşiretleri, ağaları, farklı mezhep mensupları ve kozmopolit yapısıyla farklı bir sosyal bünyeye sahip olan bölgede, Halidiler üst kimlik olarak dini kaynakları referans almışlar, medrese kökenli olan halifeleri ve müntesipleriyle tarikatlarının popülaritesini artırmışlar, kan davaları, evlilik, miras ve dini günlerin ihyası gibi toplumsal olaylarda çözüm üretmeleri ve yetkinlikleriyle tasavvuf olgusunu XIX. yüzyılda yeniden dünya gündemine getirmişlerdir. Halidiye kısa zamanda bütün bölgede yaygınlaşmış, XVIII. Asırda burada bulunan Kadiri ve Rifaiye tarikatlarının yerini almıştır.7 Sonuç Olarak Beş tarikattan icazetline atıfla camiu’t-turuk olan Mevlânâ Hâlid-i Bağdâdî’nin müritlerine söylediği, “meşreplerini geniş tutma ve tarîkat ihvanının sürçmemelerini görmeme” prensibiyle toplumun her kesimini kucaklayan bir tasavvuf çizgisi üzerinde olduğu söylenebilir. Prof. Dr. Kadir Özköse (Yenidünya Dergisi Mart 2017)
Dipnotlar: 1 Hamid Algar, “Osmanlı Türkiyesi’nde Hâlidî Nakşibendîlerin Usûl ve Âdâbı”, Nakşibendilik, haz. A. Cüneyt Köksal, trc. Zeynep Özbek, İnsan Yayınları, İstanbul 2007, s. 238. 2 Hamid Algar, “Osmanlı Türkiyesi’nde Hâlidî Nakşibendîlerin Usûl ve Âdâbı”, Nakşibendilik, s. 248. 3 B. Ebu Manneh, “Halidiliğin Yükselişine ve Gelişimine Yeni Bir Bakış”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler Kaynaklar-Doktrin-Ayin ve Erkan-Tarikatlar-Edebiyat-Mimari-İkonografi-Modernizm, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 358. 4 Hilmi Ziya Ülken, İslâm Düşüncesi –Türk Düşüncesi Tarihi Araştırmalarına Giriş-, Ülken yay., İstanbul 1995, s.158; İrfan Gündüz, Osmanlılarda Devlet - Tekke Münasebetleri, İstanbul 1983, s.69. 5 Hür Mahmut Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), İnsan yayınları, İstanbul 2003, s. 322-323. 6 Osman Türer, “Osmanlı Anadolu’sunda Tarikatların Genel Dağılımı”, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf ve Sufiler Kaynaklar-Doktrin-Ayin ve Erkan-Tarikatlar-Edebiyat-Mimari-İkonografi-Modernizm, haz. Ahmet Yaşar Ocak, Türk Tarih Kurumu Yayınları, 2. Baskı, Ankara 2014, s. 281-284. 7 Yücer, Osmanlı Toplumunda Tasavvuf (19. Yüzyıl), s. 39.
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak