Ara

Hak Yolcusunun Dil İle İmtihânı

Bağla ağzını Hakkı, sadef gibi gizlen ve suskun ol, Ki, dilin ziyânındır, hem şüphesiz can düşmanındır. Erzurumlu İbrahim Hakkı (ks)[1] Hak yolcusu’, Allah Teâlâ’ya kul olabilme niyetini/amacını taşıyanlar için kullanılan genel bir tabirdir. Bu yönüyle her inanç mensubu kendisini ‘doğru yolda’ ve ‘Hak yolcusu’ olarak görebilir. İslâm açısından bütün müslümanlar, Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanmaya hayatlarını endekslemeleri gereken kişiler olmalarından dolayı, kendisinden önceki inanç sistemlerini gelişiyle hükümsüz kılan Kur’ân-ı Kerîm’e/İslâm’a inanan herkesi ‘Hak Yolcusu’ olarak kabul etmiştir.[2] Allah Teâlâ’ya kulluk yolunda düşünce, eylem ve hizmetleriyle daha hassas bir çizgide hayat yaşayabilmeyi kendilerine hedef olarak belirleyen ‘sûfîler’ ise Allah Teâlâ’nın rızâsını elde edebilmek için madde ve mânâ arasındaki özel dengeyi yakalayabilme adına yaptıkları yolculuklarını ‘seyr u sülûk’, bu yolculuğa malı, canı ve bütün varlığıyla baş koyan kimselere ise ‘Sâlik’ veya ‘Tâlib’ ismini vermişlerdir. Daha çok mânevî seyirlerinin hedeflerine vurgu yapan bu tanımlarında dervişler, sâliki, ‘menzil-i maksuda varma azmine sahip hedefe ulaşma gayretiyle vuslat yolunu tutan bu yolun gereklerini maddî ihtiyaçlarından önde tutan kimse’[3] tâlibi ise ‘Kulluk yolunu ve Hakk’ın ubûdiyet yolunu arayan kimse’[4] olarak takdim etmişlerdir. Sûfîler, bu yola baş koyan kimselerin riâyet etmeleri gereken hususları Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye dairesinde şekillendirmişler ve bu ilkeleri bir rehber/kılavuz olarak tâlibin/sâlikin önüne koymuşlardır. Tasavvuf ehlinin kendisine dikkat edildiği sürece kişinin maddî ve mânevî ilerleyişini sağlayacağını ifâde ettikleri önemli bir başlık ise ‘dil’ ve ‘sâlikin/tâlibin dil ile olan imtihânı’ konusudur. ‘İnsanların düşündüklerini ve duyduklarını bildirmek için kelimelerle veya işaretlerle yaptıkları anlaşma’[5] şeklinde tanımlanan dil, sûfîlere göre müslümanın/mü’minin Cennet anahtarı olabileceği gibi Cehennem Zakkum’u da olabilecek özelliğe sahip bir uzvudur.[6] Çalışmamızda, günümüzde de insanların büyük ölçüde kendisiyle imtihânı kaybettikleri dil konusunu sûfîlerin hassasiyetleri çerçevesinde bir değerlendirmeye tâbi tutmak istiyoruz. SÛFÎLERE GÖRE DİLİN NİMETLERİ/KAZANIMLARI Kur’ân-ı Kerîm’de, ‘Bir sadaka vermeyi yahut iyilik yapmayı yahut da insanların arasını düzeltmeyi emredenleri hariç, onların aralarındaki gizli konuşmaların çoğunda hiçbir hayır yoktur. Kim bunları sırf Allâh’ın rızâsını kazanmak için yaparsa, biz ona büyük bir mükâfat vereceğiz.’[7] âyetiyle dile getirildiğine göre kişinin/müslümanın konuşması sadaka verme, iyilik yapma ve insanların arasını düzeltme için olmalıdır. Âyette zikredilen güzelliklerin yolu Hak yolcusunun/tâlibin dilini hayra ve güzelliğe kanalize edebilme becerisini bağlıdır. Bu nedenledir ki sûfîler, Hz. Peygamber’in (sav) ‘Allâh’a ve âhiret gününe inanan ya hayrı söylesin ya da sussun.’[8] fermanını kendilerine rehber edinerek hareket etme yolunu tercih etmişlerdir. Sûfîlere göre dilin hayrı söylemesi; Allah Teâlâ’yı zikretme, insanları iyiliği emredip kötülüklerden alıkoyma, ilmi hayatın devamı için söz söyleme, insanların arasını düzeltmek için dilin kullanılması, Allah Teâlâ’nın mesajı Kur’ân-ı Kerîm’i okuma ve Hz. Peygamber’e (sav) salât u selâm getirme gibi işleri ifâde etmektedir. Dil, sûfîlere göre îmân veya inkârın sadır merci olduğu için son derece dikkatli kullanılması gereken bir uzuvdur.[9] Eğer, ‘Hak Yolcusu/Tâlib/Sâlik’ bu uzvunu yukarda zikredilen güzellikleri elde etmek için kullanamazsa, biraz sonra dile getireceğimiz, dilin büyük afetleriyle karşı karşıya kalmaktan kurtulamayacaktır. Sûfîlere göre, dil ve kalp arasında derin bir bağ vardır. Öyle ki dil konuşmaya başladığında kalp susar ve dinler; dil sustuğunda ise kalp gayb ile konuşur. Bu yönüyle sûfîlerin, kalbin gayb âlemiyle irtibatını koparmaması için dil ile ilgili genel olarak susma/sükût etme çerçevesinde bilgi verdiklerini görürüz. Onlara göre, tâlib konuşmaya mecbur olmadığı halde konuşursa kalbinin nuraniyetinden bir nur o kelimeyle birlikte çıkıp gitmekte ve böyle davrandığı sürece kalbinde nur kalmamaktadır.[10] Onların bu ve benzeri ifadelerinden anlaşılmaktadır ki dilin önemli eylemlerinden birisi de susmak/sükût etmektir. Atalarımızın ‘Bize bizden olur ne olursa başım selamet bulur dilim durursa’ sözleri sûfîler için yol gösterici olmuştur. Onlar, Hakk’ı zikretme ve O’nu hatırlatıcı sözlerin dışında susmayı tercih ederek madde âleminin penceresi olan dili mânâ âleminin kapısı/mekânı olan kalbin hizmetine vererek seyr u sülûk/mânevî yolculuklarını güzelliklerle taçlandırmışlardır. GÖNÜL EHLİNE GÖRE DİLİN AFETLERİ/KAYBETTİRDİKLERİ Sûfîler, dilin yukarda zikredilen faydalarıyla birlikte birçok zarara (maddî-mânevî) sebep olabileceğini ve bu yönüyle dikkatli kullanılması gerektiğini sıklıkla vurgulamışlardır. Hz. Peygamber’in (sav); ‘Sabah olunca bütün organları dile müracaat eder ve şöyle der: ‘Bizim haklarımızı korumakta Allah’tan kork. Biz ancak senin söyleyeceklerinle ceza görürüz. Biz sana bağlıyız. Eğer sen doğru olursan biz de doğru oluruz. Eğer sen eğilir yoldan çıkarsan biz de sana uyar ve senin gibi oluruz’[11] hadis-i şerifleri sûfîlerin dilin afetlerini tespit etme ve bu afetlere karşı tâlibleri/sâlikleri uyarma noktasında harekete geçirmiştir.[12] Özellikle Gazalî, meşhur eseri İhya’da ve ‘Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn’ adlı eserinde konuyu enine boyuna değerlendirmiştir. Onun uyarılarına göre dil, kişinin şu afetlerle karşılaşmasına sebep olabilir: Boş konuşma anlamına gelen malayani; bir ihtiyaç yokken insanı meşgul edecek fuzuli konuşma; günahlar hakkında konuşmak anlamına gelen bâtıla dalmak; insanları birbirine düşürecek münakaşa ve mücadele; insanların birbirlerine düşman olmalarına sebep olacak husumet; insanların nefretini çekecek yapmacık konuşma; kişiyi mânevî bataklığa sürükleyecek sövmek ve çirkin sözler söylemek; ilahî kahrın altında insanların ezilmesine sebep olacak lanet etmek; insanları doğrudan ve güzelden uzaklaştırabilecek teganni ve şiire yönelme; insanları gaflete düşürecek mizah; insanlar arası sevgiyi azaltacak alay ve istihza; dostların hakkını ihmal anlamına gelen sırrı ifşa etmek; karşılıklı güveni zedeleyen söz verip caymak; kişiyi kul hakkına sokan yalan ve yalan yere yemin; kardeşinin etinin yemek anlamına gelen gıybet; insanları dışlayan ve kötü hallerini yayma anlamına gelen nemime/kovuculuk; münafıklık alameti olan ikiyüzlülük; yağcılığın göstergesi olarak kabul edilen övme/aşırı yüceltme; konuşmada ince/hassas hataları fark edememe; yalandan söz verme; anlatılmak isteneni yanlış nakletme; bir başkasının sözündeki ve niyetindeki bozuklukları ortaya koyma anlamına gelen tartışma…[13] Her başlık üzerinde detaylı bir şekilde duran Gazalî,[14] dilin bu afetlerinin kişi ve toplum çapında sebep olacağı büyük tahribatı sıklıkla dile getirmiştir.[15] Gazalî, dilin bu afetlerinden kurtuluş yolunu şu özet cümlesiyle ölümsüzleştirmiştir: ‘Lisanın hatası büyüktür, bundan ancak sükût etmekle kurtuluş mümkündür.’[16]   SONUÇ Dili, felaketlerden korumak için ‘sükût etme’ çerçevesinde konuyu değerlendiren sûfîlerin bu konuda birçok uyarısı olmuştur. Onlardan birkaç tanesi şu şekildedir: Ebû Amr-ı Evzâî (ö.?): ‘Konuştuklarının amelinden sayılacağını bilen az konuşur.’[17] Ebû Ali b. Kâtib (ö.?): ‘Allah korkusu bir kalbe yerleşti mi dil artık boş şeyler konuşmaz.’[18] Fudayl b. Iyaz (ö.187/803): ‘Hacca gitmek, savaş ve cihada çıkmak dili tutmaktan daha zor değildir.’ Lokman (a.s) : ‘Söz gümüş ise sükût altındır.’[19] Eşrefoğlu Rûmî (ö.874/1469): Sumtle[20] ağzını bağla, göresin Hakk’ı ayan, Göz bağı, bu cihan halkının ağzıdır heman.[21] Sûfîler, Allah Teâlâ’nın rızâsını kazanabilme yolculuğunda dilin telafisi mümkün olmayan büyük yaralar açıcı özelliğine her fırsatta dikkat çekmişlerdir. Birçok güzelliğiyle birlikte dilin bu afetlerine karşı sükût şemsiyesi altına sığınmak gerektiğini ısrarla dile getirmişlerdir. Az/Özlü konuşma ve sükût etmenin kişiye sağlayacağı olumlu ilerleme daima sûfîlerin gündeminde olmuştur. Çalışmamızı İbrahim Hakkı Erzurumî’nin (ö.1194/1780) konuyla ilgili uyarılarını başlıklar halinde takdim ederek noktalamak istiyoruz:

  • Dilini, altınını sakladığın gibi sakla ki bir nükte ile kalbin hüzünlenmesin.
  • İnsanın iyi olması dilini tutması ve bol ihsanda bulunması anlamına gelir. Önce düşün sonra söyle.
  • Akıllı olanın dili kalbinde, ahmak olanın kalbi de ağzındadır.
  • Sözün en güzeli kısa ve anlamı derin olanıdır. Nice sükût, en etkili söz ve nice söz, bir zehirli oktur.
  • Dilini koruyan kendine, sırrını gizleyen de ruhuna ikramda bulunmuş olur.
  • Arifin göğsü sır kutusudur. Cahilin sükûtu ise cehaletini örter.
  • Sükût eden murada erer.[22]

  [1] İbrahim Hakkı, Marifetname, Sadeleştiren: M. Fuad Başar, Âlem Yay., İstanbul 2003, s.290. [2] Nisa 4/125; Rum 30/30. [3] Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, Kabalcı Yay., İstanbul 2001, s.302; Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul, 2005, s.540; Cafer Seccadî, Tasavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü, Çeviri: Hakkı Uygur, Ensar Neşriyat, İstanbul 2007, s.398. [4] Seccadî, Tasavvuf ve İrfan Terimleri Sözlüğü, s.457; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.337. [5] Palmer F. Robert, Semantik: Yeni Bir Anlambilim Projesi, Kitabiyat Yay., İstanbul 2001, s.7-8; İlhan Ayverdi, Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yay., İstanbul 2006, c.I, s.704. [6]Şihâbüddin es-Sivasî, Risâletü’n-necât min şerri’s-sıfâtı’z-zemîme, Süleymaniye Şehit Ali Paşa, No: 1391, 91a. [7] Nisa 4/114. [8] Buhar, Edep 31. [9] Gazalî, İhyau ulûmi’d-dîn, Tercüme: Mehmet A. Müftüoğlu, Tuğra Neşriyat, İstanbul Tarihsiz, c.III, s.233. [10] Zeynüddin Hâfî, el-Vasâyâ’l-Kudsiyye li’t-Tâlibîne’s-Sâlikîn, Süleymaniye Ktp., Tahir Efendi, Kol., kyt no.99328, 40b-41a. [11] Tirmizi, Zühd 61. [12] Bu konuda sûfîlere sadece bu hadis-i şerif ilham kaynağı olmamıştır. Onlar şu hadis-i şerifleri bu konuda sıklıkla kullanmışlardır: ‘Allah’a ve ahiret gününe inanan benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet eden insan evine kapansın günahlarına ağlasın. Allah’a ve ahiret gününe inanan ve benim Allah’ın Resulü olduğuma şehadet eden insan hayrı söyleyip ganimet kazansın, şerri söylemeyip sükût ederek selamette olsun.’ Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr, c.VIII, s.197. ‘Resulüllah ashabına sordu: ‘İnsanları Cehennem’e en çok sokan şeyin ne olduğunu biliyor musunuz?’ Ashap, ‘Allah ve Resulü daha iyi bilir’ dediler. Resulüllah şöyle buyurdu: ‘İnsanları Cehennem’e en çok sokan şey iki açıklıktır: Ferc ve Ağız.’ Buhari, Edebü’l-Müfred, Âlemü’l-Kütüb, Beyrut 1984, s.111. Bkz., Beyhakî, Kitâbü’z-Zühd, Tercüme: Enbiya Yıldırım, Semerkand Yay., İstanbul 2005, s.154-155. Bu konuda Gazalî’nin dile getirdiği hadis-i şerifler için bkz., Gazalî, İhya, c.III, s.236-241. Eşrefoğlu Rûmî’nin konuyla ilgili dile getirdiği hadis-i şerifler için bkz; Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, Metin Yayın Dağıtım, İstanbul Tarihsiz, s.317-328. Son dönemim etkili isimlerinden Mahmud Sami Ramazanoğlu’nun konuyla ilgili naklettiği hadis-i şerifler için bkz., Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe, Erkam Yay., İstanbul 2005, c.IV, s.76-82. [13] Gazalî, İhya, c.III, s.243-355; aynı müellif, Ravdatü’t-Tâlibîn ve Umdetü’s-Sâlikîn, s.170-180. Eşrefoğlu Rûmî de ‘yalan, şirk, fuhuş konuşmak, dilenmek, yalandan medh etmek, bilmediğini söylemek, dalga geçmek, dünya muhabbetine dair sözler sarf etmek, başkalarını güldürmek için yalan yanlış söz söylemek, yalan söylemek, koğuculuk yapmak, gıybet ve sırrı ifşa etmek’ gibi başlıklar altında dilin afetlerini dile getirmiştir. Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s.316-343. [14] Gazalî’den büyük ölçüde etkilenerek eserini oluşturan Harpûtî de Gazalî gibi bu konuları detaylı bir şekilde dile getirerek sükût etmenin üstünlüğü konusu üzerinde durmuştur. Abdüllatif Harpûtî, Abdüllatif, Tercüme: Ahmet Aslantürk, Eser Neşriyat, İstanbul 1981, s.406-430. [15] Gazalî gibi Abdullah el-Hânî de ‘gıybet, nemime, hemz (fesat çıkaracak söz), lemz (ayıplamak), istihza (alay), övmede aşırı gitme ve güzel konuşmak için sözü uzatma’ gibi başlıklar altında tâlibin/sâlikin dile karşı korunmasını tavsiye etmiştir. Abdullah el-Hânî, Âdâb, Tercüme:Ali Hüsrevoğlu, Erkam Yay., İstanbul 1985, s.131-132. [16] Gazalî, İhya, c.III, s.243; Harpûtî, Abdüllatif, s.409. [17] Ebu Nuaym, Hilyetü’l-Evliya, Dâru’l-Kütübi’l-Arabî, Beyrut Tarihsiz, c.VI, s.143. [18] Kuşeyri, er-Risale, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut Tarihsiz, s.31. [19] el-Hânî, Âdâb, s.132. [20] Sumt: Sükût. [21] Eşrefoğlu Rûmî, Müzekki’n-Nüfûs, s.342. [22] İbrahim Hakkı, Marifetname, s.292-298.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak