Ara

Güzelin Vasfı

 

Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in vârisi Hacı Hasan Efendimiz (k.s.), tahtını, tâcını terk etmeden; görevini, düzgün ve sağlam bir şekilde yerine getirenlerin hakiki derviş olduğunu ikrar ederdi.

Pâk Nesil Aleyhisselât ü vesselam'ın nur neslinden gelen ve o kaynaktan kana kana içen Üstazımız, "Mezar taşıyla iftihar edilmez ama, o pâk nesilden geliyoruz; ne yazık ki bu nimetin kadrini bilemedik." buyururlardı. Sami Ramazanoğlu (k.s.)'nun halifesi, Van'ın Gevaş ilçesinden Adana'ya hicret eden bakkal H. Hasan Efendi, Üstazımız hakkında şöyle der:"Ne söyleyeyim; ana evliya, baba evliya, kendisi evliya." Bu iki muhterem zatın icazeti, Âlemlerin Fahri, Muhammed Mustafa (s.a.v.) tarafından verilmiştir. Yahyalılı Hacı Hasan Efendimiz (k.s.) ile Adanalı Hacı Hasan Efendi (k.s.)'ye, iki Hasan anlamına gelen 'Haseneyn' tabirini kullanır hakikat erleri. Müstesna Huy Cisim, endam ve huyları gayet güzeldi. Asil bir soyun edep ve ahlakı, her hal ve davranışlarında görülürdü. İnsanlar, şahsımızda, dinimizi görüp, değerlendirme yaparlar diye, İslâmî emir ve yasakları, bir kuyumcu hassasiyetiyle yaşarlardı. Zorluklar karşısında tanınan ruhsatları, Dînî ölçüler içerisinde çok iyi değerlendirmekle birlikte, azimetle ameli tercih ederlerdi. Müstehaplara farz gibi yapışır, kıbleye karşı oturur, çaya şekeri tek atar, israf olmasın, diye çayını bütünüyle içerdi. Elbisesinin düğmelerini iliklerken, sağ tarafı üste getirirlerdi. Giyimlerinde düzgün ve temizlerdi. Elbiseleri; ne şalvar, ne de pantolon, ikisi arası, dar olmayan, vücut hatlarını belli etmeyecek şekilde idi. Pardesüsüz pek namaz kılmazlardı. Görevlerini ücret karşılığında değil, Hakk'ın rızasını gözeterek, fîsebîlillah yaparlardı. "Maddi bir yardımda bulunmazsanız; imamlık, hatiplik, irşad ve ıslah çalışmalarında bulunurum." buyururlardı. Mahallemizin camiinde fahri olarak görev yaparlar yıllarca. Camii'ye kadro gelip maaşla hizmet devam etmeye başlayınca, vazifeyi, kardeşleri Hacı Abdullah Efendi'ye devrederler. Etrafı Aydınlatan Nur Dînî bilgileri aile fertlerine her fırsatta öğretirlerdi. İki evladını hafız, bizi de İmam Hatip Okulu'nda ve İlahiyat Fakültesi'nde okuttular. Yaz tatillerinde de, medrese tahsili gören hocalardan ders almamızı temin ettiler. Helal yoldan geçimimizi sağlamamız için, her birimizi de meslek sahibi yaptılar. Evlatlarının taliminin yanında, dost ve yâranın çocuklarının okumalarına da madden ve manen yardımcı oldular. Akraba ziyaretlerine önem verirler, aile içinde saygınlığı olan kimseyi ziyaretle, hısım, akrabayı toplar nasihatte bulunurlardı. Memleketimizde, geçimi temin için çıkılan yaylalarda, halkı irşat buyurdukları gibi tebliğ ve davette, kadınları da ihmal etmezlerdi. Çadırın içinden, dışarıda toplanan hanımlara, İslâmî emir ve yasakları anlayabilecekleri üslupta anlatırlardı. Mahallemizdeki kimsesiz dul kadınları toplar, yemekler vererek gönüllerini hoşnut ederdi. İlmiyle âmil ulemayı sever, onlarla da ilmî münazaralar yaparak, meclisi, cennet bahçesine çevirirlerdi. Hiç şüphesiz, kafa ve gönüllerini ilim ve irfanla doyurduğu gibi, midelerini de ihmal etmezlerdi. Hemen hemen taşradan gelen herkes; amir, memur onunla tanışır, her türlü ikramına mazhar olurlar, bir ömür boyu unutamazlardı onu. Mektup, tebrik ve selamlarla yâd ederlerdi birbirlerini. İlişkilerinde çok samimi ve sıcak olan Üstazımız, mektup kağıdının üzerine, bizim, küçük, sabi ellerimizin resmini çizerek, içini sevgi dolu kelamlarla doldurarak dostlarının gönüllerini hoşnut ederlerdi. Hasetlikle kendisine cephe alan muhaliflerin, halli müşkül işlerini görerek, sımsıcak dostluğu sağlarlardı. Üstazımıza kin ve düşmanlık besleyen biri vardı. Askerden gelen oğluna rapor almak için çırpınan bu kişinin bitmeyen işini, Üstazımız, "Kötülüğe karşı iyilikle muamele"nin Ahlâk-ı Nebî (s.a.v.) olduğunu düşünerek hallederler biiznillah. Kâmil mürşidin en belirgin özelliği de, Allah (c.c.)'ın ve Rasûlü (s.a.v.)'nün ahlakıyla ahlaklanmaktır hiç şüphesiz. Çünkü Rabbimiz (c.c.), Kur'ân-ı Azimüşşan'ında, Habîb-i Ekremini güzel ahlakla tavsif eder.
Herkesin Baş Vurduğu KapıRadyodan haberleri takip ederler, evimize gelen gazete ve dergileri de birimize okutarak, dünyada olup bitenlerden haberdar olurlardı. Günlük meselelere, sohbet ve vaazlarında, yeri geldikçe değinirlerdi. Sözlerini, müşkül meselelere çözüm getirmedikçe bitirmezlerdi. Bir kısım menfaat düşkünlerinin, silahlarını satmak için, sûnî bahanelerle dünyayı karıştırdıklarını, çok tatlı bir üslupla anlatırlardı. Dağdaki çobandan tutun, devletin en yüksek kademelerinde bulunan ve değişik meslek grubunda yeralan insanlarla dahi diyalogu çok kolay temin ederlerdi. İdari noktada, o tarihte üst kademede bulunan bir görevliye, siyaseti en ince ayrıntılarına kadar İslam tarihinden örneklerle anlatmışlardı. İnsanın vücut yapısıyla alakalı, anatomi üzerine ihtisas yapan bir uzmana; gözün, kaşın ve eklemlerin esrarengiz sırlarını anlatır; hoca ve hacıya da, İslâmî bilgilerden malumat vererek, görüştüklerinde derin izler bırakırdı.
Kalp üzerine doktora tezi hazırlamakla meşgul bir İlahiyat öğrencisine, kalbin maddi ve manevi yapısını anlatırlar saatlerce. Halbuki o talebe, bu çalışmasını, henüz ona anlatmamıştır.Dar bir alana iki daireyi yerleştirmekte zorluk çeken bir mimara, Üstazımız, Hak Teala tarafından kendisine ihsan olunan yetenekle, her türlü ihtiyacı karşılayan evleri çizerler. Doktora gidecek hastalar, müşkilini halledemeyen çaresizler, çocuğundan, hanımından, çevresinden rahatsız olanlar hep ona gelirlerdi. Başı ağrıyan ilacını Üstazımızdan isterdi. Gönüllerin irşadında, nefislerin tezkiyesinde, ruhların olgunlaşmasında çok büyük bir istidada sahiptiler. Tabilerine evrat ve ezkar verdikleri gibi, onları manen de yetiştirirlerdi. Ona candan evlat olanlar, başkaları tarafından tanınırdı. Hac taatinde bir amca, kötü huylardan vazgeçip, daha yeni ıslah olan bir hacıyı, "Siz Hacı Hasan Efendi'nin evladısınız." diye kucaklar. Geçimleri Geçimlerini, kendi elleriyle, müstesna bir beceriyle tanzim ettikleri levha ve panolarla temin ederlerdi. Allah (c.c.), Muhammed (s.a.v.), Hulefa-i Raşidin, Aşere-i Mübeşşere ve Ashâb-ı Kehf'in isimleriyle süsledikleri, deryada yüzen gemi resimleriyle, ev ve mescidleri tezyin ettiği gibi, kafa ve gönülleri de ilim, irfanla aydınlatırdı. Bağ ve bahçemizi, ev-bark ve maişetimizi, kendi çalışmalarıyla elde ettiği kazançla sağlamıştır. Ortak olduğu dükkanlardan gelen ahiret kazancına pek çok sevinirlerdi. Paranın kıymetli olduğu devrelerde, kendi namına fakire verilen yardıma sevindiği kadar hiçbir şeye sevinmemiştir herhalde. Alan el değil, veren el olmak şiarıydı Üstazımızın. "Hz. Davut, ne güzel kuldur, elinin emeğini yer." buyurur Nebiler Nebisi (s.a.v.). Derviş Mevlâ-yi Müteâl'i, postu üzerinde zikrederken; akrabasını, hasta, yoksul ve muhtacı gözeterek de anardı. Bir defasında akşam namazını eda eder etmez, çocukları aç ve bî ilaç olan dul kadına bir çuval un göndererek kadının ihtiyaçlarını karşılar. Hâlik-ı Lemyezel'i, batıl inanç ve görüşlere, bidat ve sapıklıklara karşı mücadele ederek de zikrederdi. Meşru olmak şartıyla; ana ve babaya itaatin, üstazına saygıdan önce geldiğini, o günlerde çokça sözü edilen Şia'nın yanlış görüşte olduğunu, ehl-i hak ulemanın görüşlerini serdederek her fırsatta ifade buyururlardı. Cehalet, cimrilik, tembellik, dalalet, ticari yanlışlık, fuhuş ve her türlü ahlaksızlığa karşı amansız direniş göstererek de gece-gündüz Azamet ve Kibriya sahibi olan Sübhânımız'ı hatırlardı. Ulemayı toplar, "Kitaplarınızın tozunu silkeleyin." buyurarak ilmî toplantılar, mübahaseler, görüşmeler yaparlardı. Hayır kurumlarına hizmette, haline göre en büyük yardımı kendileri yapar, halkı da teşvik ederlerdi. Hakk'ın izniyle, bir çok camiin yapımını teşvik etmişlerdir. İrşad ve ıslahlarına vesile oldukları cemaatle de, bu mekanların tezyinini sağlamışlardır. Zenginlere nasihat gözüyle bakar, yiyecek ve içeceklerin temiz kanaldan gelmesini, hak edene verilmesini öğütlerlerdi. Kibre düşmememiz için; Allah'ın verdiği sıhhat ve zeka ile kazancın temin edildiğini, bir damarın tıkanmasıyla bedenin, küçücük bir rahatsızlıkla akim kaybolabileceğini ifade ile, ölmeyen, ezeli ve ebedi olan Rabbimize güvenmemizi anlatırlardı. Allah için sevdiğimiz kadar; kötülük ve isyana, müsebbiplerine buğz etmemizi tavsiye buyururlardı. Kavm ve kabile ayırımına, materyalizm, maddecilik, kalpteki putlara, sihir ve büyü, taassub ve zulme de katiyen müsade etmeyerek Zât-ı Kibriyâ'yı hatırlarından hiç çıkarmazlardı. Üstünlüğün takvada olduğunu söylerler; gösterişli kimselerdense, şalvarı eski, gönlü mütevazı olanlara gıyaben teveccühte bulunduklarını ima ederlerdi. Mezhep, meşrep farkı gözetenler en büyük hasmıydı onun. Öyle mütevazıydı ki Üstazımız, 1939 yılında Nakşı, 1965 yılında da Kadiri icazetnameyi almasına rağmen, sohbetlerinde yetişen bir görevliye, "Size intisap edip tekrar çalışayım." diyerek, muhatabının, enaniyet, benlik kirlerini yok etmeye çalışırdı. O'nun Gözünde... Teşbih ve seccadesiyle yetinip evde hapsolanlara, mescid köşelerinde bekleyenlere; dünya ile ahreti ölçülü götürmelerini, çalışıp alın teriyle kazandıklarını yemelerini şiddetle tavsiye ederek Rabb-i Müteâlimiz'i zikrederlerdi. Üstazımıza göre, eli tesbih çekerken, tarlaya da mahsûlü eken derviş makbuldü. Mürşid-i Kâmilimiz'e göre, gece evrat ve ezkarını okurken, gündüz de masa başında memuriyetini hak ve hukuka riayet ederek gerçekleştiren salik, bu nurlu yola devam eden, kıymetli bir evlattı. Seherde; istiğfar, Tevhit ve Salât ü Selâmını göz yaşlarıyla okuyup da; amiriyet ve idaresindeki insanları koruyup-gözeten, zulme terk etmeyen huzur aslanları makbulüydü. Rasûl-i Ekrem (s.a.v.)'in vârisi Hacı Hasan Efendimiz (k.s.), tahtını, tâcını terk etmeden; görevini, düzgün ve sağlam bir şekilde yerine getirenlerin hakiki derviş olduğunu ikrar ederdi.
Bitmez güzelin vasfı ağaçlar kalem olsa...
 
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
 

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak