'Onlar görüldükleri zaman Allah (cc.) hatıra gelir.', ayet-i kerimesini doğrularcasına, Özbekistanlı 107 yaşındaki Mahmut Can hazretleri misafirlerine hurma, lokum, ekmek, çay vb. ikrâmlar ettiğinde bizlere Rabbi Züllcelâlin Rahman, Rahim, Vehhab sıfatlarını hatırlatıyordu. Mekke-i Mükerreme'deki hanesinde kendisini ziyaret ettiğimizde itina ile koruduğu Sami Ramazanoğlu (ks.)'nun hediye ettiği cübbe de duvarlarında asılı idi. Mahmut Can Hazretleri, Abdulhalikı Gocdevani (ks.)'ye Hızır (as.)'ın talim ettiği 11 edebi bizlere tavsiye etti. Her nerede olursak olalım Rabbimizin bizi gördüğünü tefekkür ederek huzurla oturmamızı öğütlüyordu. Bu esnada ilerleyen yaşına rağmen yanında bulunanlara bir bir hizmet etmesi ve gönlünden çağlayan ilahi rahmetten biiznillahi Teâlâ ikramda bulunması iltifatın en büyüğü idi. Türkiye'de çeşitli yerlerde hizmet verdikten sonra emekli olan, daha sonra Almanya vs. yerlerde görev yapan İbrahim Çelik hocamız Yahyalı'da üstadımızı ziyaret esnasında bağların üzümünden, pekmezinden haber verilince, Hoca Efendi, 'Üstadım, ben diğer pekmezden istiyorum.' deyince üstadımız, 'Sohbet esnasında bu nimet sunuldu.' buyurdular. Yahyalı'nın Yerköy mahallinde Cenâb-ı Hakk'tan gelen feyizle cemaat inlemeye başladığında, ortaya konan baklava tepsisini işaret ederek üstadımız: 'Gözlerin görmediği, kulakların duymadığı, beşer kalbinin hatırlayamayacağı manevî nimet dünya nimetine yer bırakmadı, tepsiyi kaldırın' buyurur. Develi'nin 'Tombak' köyünden H. Ahmet Yalçın'ın evinde hiç konuşmak nasip olmadan sükût durulmasına rağmen, gönüller ilâhi rahmetle arınıyordu. H.Ahmet Efendi'nin kerimeleri nefes nefese babasının hanesine gelerek 'Sami Efendi (ks.) geldi.' deyince babasının, 'Ne duruyorsun evladım, babanın evine ilâhi rahmet yürüyor koş.' buyurduğunu daha sonra işittik. H. Hasan Efendi (ks.) askerden dönerken Yeşilhisar istikametinde trenin düdük sesi duyulunca Yeşilhisarlı H. Ahmet Efendi'nin hanımı, 'Ahmet Efendi, kalk Hasan Efendi geliyor.' deyince kendisine nereden bildiğini soran kocasına Ahmet Efendi'nin hanımı, 'Trenin düdük sesinden biliyorum.' der. Üstadımız seher vakti Ahmet Efendi'nin hânesine gelip kapıyı çaldığında içerden Ahmet Efendi'nin, 'Buyrun Hasan Efendi.' sözünü duyunca üstadımız, 'Ne oldu size, kerâmet ehli olmuşsunuz.' buyururlar. Ahmet Efendi, 'Keramet bizde değil hanımda.' derler. Açık meşrep olan üstadımız 'Anam bana pilav pişirsin.' derler, sabah olunca da Yahyalı'ya gelirler. Yıllarca evlerinde bayram yapmadıkları halde, sadık dostu Kılavuz Hafız'la birlikte Sami Efendimiz'in huzurlarında bayram yapmak için yola çıkarlar. Arefe günü Adana'da görev yaptıkları cami önünde Sami Efendi hazretleri bu iki misafirini defalarca kapıya bakarak beklerler. Daha sonra akşam olduğunda devlethâneye kabul edilirler. Sami Efendimiz akşam namazını kıldırırken, 'Allahu Ekber' dediklerinde gönüllere Cenab-ı Hakk'ın azâmeti dolar. Secdelerde, 'Rabbim, bizi ve cemaatimizi de affeyle, mağfiret eyle.' niyâzı kalplerde dalgalanır. Rükû ve secdelerde bu manevi ağırlığın yüküyle nasıl kalkarız diye düşünürlerken, 'Allahu Ekber' sedası onları tekrar kaldırır. Adeta miraç zevki yaşayan H. Hasan Efendi, 'Bu namaz ömrüme yeter.' buyurmuşlardı. Namazdan sonra iki minder serilir, Sami Efendimiz'in sağ ve sol dizlerine dizler dayanır, gözler kapanır, kalpler arşa açılır. Bir mürşid-i kâmilin teveccühüne mazhar olunur. Acaba Fahri Kâinat Efendimiz'in teveccühü böyle olur da acaba Allahımız (cc.)'ın Cemal-i Bâkemal'i nasıl olur. Tefekkürle bir bir makamlar geçilerek, fenâfışşeyh, fenâfillah makamlarına ulaşılır. Bu sene Hacc'da gördüklerimizi bu satırlara sığdırmamız mümkün değil. Kabe-i Muazzama'nın gölgesinde ekseriyetle Celâl sıfatının tecellisine mazhar olan nice Allah dostları vardır. Yatağı yer, yorganı güneş-semâ olan nazlı kullarını ancak Rabbimiz kendisi bilir. Cemâl sıfatıyla yoğrulan Ravza-i Pak-i Nebi'ye âşık, Fuzûli'nin ifadesiyle Medine sokaklarında dolaşan köpeklere yem olmayı arzulayan, âşkından pâre pâre olup havada uçuşan zerrecikler gibi Rasulullah'ın Kabr-i Saâdeti'ni kuşatan demir parmaklıklara yapışmak isteyen sevgililer bize her halleriyle Allah (cc.)'ı hatırlatıyordu. Bilâl Mescidi'nin yanında 82 yaşlarında Türkistanlı Zekeriyya hazretlerini ziyaret etmek nasip oldu. Yıllar öncesi Mescid-i Saâdet'te bir Cuma günü yan yana durmuştuk. Kendisini tanımıyordum ama baktığı zaman gözleri kalbimde idi. Her haliyle Allah'ın sevgili kulu olduğu belliydi. Konuşup görüşmek nasip olmadı ama biz kendisinden çok istifade etmiştik. Bir an huzurlarında günahlara nedâmet duymaya vesile oldu. Bir sonraki ziyaretlerimizde yatsı namazını Mescid-i Saâdet'te eda ettikten sonra mübarek ellerini öpmek nasip olmuştu. Bu sefer huzurlarına bir akşam namazını müteakip dahil olduk. Meclis, Sami Ramazanoğlu'nun 40 yıldır ahbabı olan bir gönül erinin sohbete gelişiyle daha da nurlandı. Suriyeli zat, yüzündeki tebessümü, dilindeki tatlı sözlülüğü, cebinden çıkarıp cemaate bir bir dağıttığı şekerleri ile mükrim bir insandı. Mecliste Suriyeli hadis ve tefsir âlimleri ve benzeri birçok yerden gelen aziz misafirler vardı. Genç bir âlim olan Zekeriyya hazretlerinin baş ucundan çıkarıp, elleriyle takdim ettiği hadis kitabından, Peygamberimiz'in ziyaretinde gönderilen salât-ı selamlara ruhu ulvîlerinin mukabele edecekleri bilindiğinden, tevbe ve istiğfardan bahseden bölümler okunurken gönül arzu ederdi ki herkes orada olsun. Okullarda hocalarımızdan çok dersler gördük ama bu ders başkaydı. Peygamberimiz (s.a.v)'in hadis-i şerifleriyle rahmet-i ilâhi o meclisi kuşatmıştı. Melekler iştirak etmiş gönüller adetâ nûra boyanmıştı. Her hadis-i şerifin bitiminde, şam-ı şeriften kendisine nazar edildiğinde, 'Ne büyük kudret sahibisin Mevlam.' dedirten, gayr-ı ihtiyari sevgi duyulan sûreten ve sîreten güzel bir zâtın salavât-ı şerife getirmesiyle Kubbe-i Hadrâ'nın gölgesinde gönül antenlerine dokunan o sesi unutmamız mümkün değil. 'Kabrinde babasını memnun etmek isteyen dostlarını ziyaret etsin.' hadis-i şerifine riayetle Konyalı şair, edip, mütefekkir, gönül adamı Ali Ulvi Bey'i hanelerinde ziyaret etmek nasip oldu. Uzun bir vakitten sonra onu görüyordum. Aşığa, baktığı dağ ve taş mâşuku göründüğü gibi bize bu zat da Sami Ramazanoğlu Efendimiz'i hatırlattı. Üstadımız Medine'de 20 gün kadar hanelerinde kalmışlardı. Her sabah sohbetlerinde, cemaati hüngür hüngür ağlatıyor, âşıklar, sadıklar, gönlü yanık dervişler, mü'minler kendinden geçiyordu. Bir ara rahatsızlıklarında Dr. Ali Kemal Belviranlı, 'Efendim, bir ay istirahat buyursanız.' deyince üstadımız, 'Doktor bey, istirahat et, konuşma demek, bana öl demektir. Biz kardeşlerimize konuştukça sıhhat buluyoruz.' dediklerini Ali Ulvi Bey bize anlattı. Tahir Hocamız da, gözlerinden akan yaşlarla duraklaya duraklaya, 'Âh, Hasan Efendi kardeşimin tabutuna konan tozları gözlerime sürme çeksem.' derken kadim dostluğun en güzel örneklerinden birini bize gösteriyordu. Sohbetleri anında Mühiddin-i Ârâbi (ks.)'ye büyüklerin, ariflerin sıfatı sorulduğunda cevaben, 'Kemâle ermek' buyurur. Efendim daha nelerdir dediklerinde, 'Kemâlini gizlemektir.' derler. Üstadımızın âşıklarından H. Ahmet Atasayar'ı da hayatta iken ziyaret etmek isterdik ama ne var ki onu binlerce ashâb-ı güzînin yattığı ezvâc-ı tahiratın, ehli beytin, nice Resulullah âşıklarının bulunduğu cennet-ül bâkide Fatihalarla yad ettik. Melekler vasıtasıyla dört tarafından tutulup gül desteleri gibi cennete serpilecek olan goncalardan Muhammedi meşrep bir zat-ı âli daha vardı ziyaret edilecek olan. Yıllar öncesi, 'Eyüp sırtlarından size bir kabir alalım.' denildiğinde, 'Herkesin arzusu verilseydi bizim gönlümüz cennet'ül bâkiyi isterdi.' diyen, son yolculuğunda kendisine ruhu ulvileri arş-ı âlâya uçarken kapı olacak olan yeri gösteren Mahmut Sami Ramazanoğlu'nun kabri saâdetini de Hâlıkımız bize ziyaret ettirdi. Arzın her neresinde veliyyi kâmil olsa severiz. Tasavvufî edep, intisap ettiğimiz zâtın tavsiyelerine bihakkın riayetle diğerlerine de ikramda kusur etmemeyi gerektirmektedir.
Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak