Ara

Gönül Sarayını İlham ile Süsleyen Kapı: Nefs-i Mülheme

Tasavvuf ehli emmâre ve levvâme aşamalarından sonra birtakım ilhamlara mazhar olan sâlikin ‘mülheme’ derecesinde seyrine devâm edeceğini ifâde etmiştir.1 Sûfîlere göre sâlik, nefsi ıslah yöntemi içerisinde üçüncü aşama olarak kabûl edilen bu derecede,2 emmâre ve levvâmede olduğu gibi karar kılmayı değil daha üst aşamalar olan mutmainne, râzıyye ve merzıyye derecelerine ulaşmayı hedeflemelidir.3 Sûfîler, sâlikin/dervişin sülûkünde Rabbânî ilhamlara mazhar olduğu ‘mülheme’4 mertebesinde ibâdet ve hayırlarının bu ilhamların da tesiriyle arttığını ifâde etmişlerdir.5 Onlara göre sâlik bu mertebede dağ, deniz, ova ve çevresindeki herşeyi tefekkür edip ibret alacak bir kıvâma ulaşır.6 Bu süreçte sâlik, içerisini yakıp kavuran ateşe karşı dikkatli olmalıdır. Bu ateş sâlikin kararmış halde bulunan içerisini bembeyaz hâle getirecek etkendir. Sâliki yakıp kavuran bu ateş onun vücûdunda da birtakım değişiklikler meydana getireceği için sâlik dikkatli olmalıdır.7 Bununla birlikte ‘mülheme’ derecesi sâlikin gerçek anlamda Allah sevgisine ve aynı zamanda O’nun azametinden korkmasına sebep olacak bir aşama olarak da tanımlanmıştır. Sûfîlere göre bu aşamada mutlak yokluğun işâreti olarak ‘Hû’ ismiyle meşgûl olması gereken sâlik/derviş, melekût âleminin misâfiridir. Sâlikin bu mertebede makâmı ‘Ruh’, seyri ‘Seyr alellâh’, tabiatı ise ‘Su’dur.8 Nefs-i Mülheme Mertebesinde Sâlikin/Dervişin Sâhip Olduğu Özellikler Sûfîlere göre sâlik, ‘emmâre’ ve ‘levvâme’ mertebelerindeki iniş-çıkışların aksine ‘mülheme’ mertebesinde büyük ölçüde Kur’ân ve Sünnet merkezli bir hayâtı yaşamaya başlar. Sûfîlerin belirttiklerine göre bu aşamada güzel ahlâk ilkeleriyle donanan sâlikte ilim, tevâzu, tevbe, sabır, şükür, cömertlik, kanâatkâr olma, insanları affetme, özürlerini kabûl etme ve tahammül sâhibi olma gibi özellikler daha belirgin bir şekilde gün yüzüne çıkmaktadır.9 Yine ifâde edildiğine göre ‘mülheme’ mertebesinde sâlik bu güzelliklere sâhip olmakla birlikte amelsizlik ve ihlassızlık gibi durumlara da düşebilmektedir ve bu noktada sâlikin dikkatli olması gerekmektedir. Bu mertebede kazandıklarını muhafaza edebilmek için sürekli bir şekilde mücâhede ve riyâzete devâm etmelidir. Ayrıca sâlik, nefs ve rûhun tecellîlerini ayırt edecek bir halde olmadığı için bu mertebede mürşid-i kâmile olan ihtiyâcını aklından çıkarmamalıdır. Çünkü bu mertebe ayakları kaydıran, hayr ve şerri birarada toplayan bir yapıya sâhiptir.10 Tasavvuf ehlinin ifâdesine göre nefs-i mülheme mertebesinde sâlikin aklı ‘küll-i akıl’ ile sıfatlanır. Eşyâyı gerçek mâhiyetiyle müşâhede eder. Sâlik ardı ardına maruz kaldığı ‘kabz’ ve ‘bast’ hallerinin tesiriyle ‘beşeriyet’ hâlinin yok olmasına ve ‘rûhâniyet’inin artmasına şâhit olur. Bu mertebeye girişte sâlik kırmızı (‘Rabbim buyuruyor ki o, bakanlara sürur veren, sapsarı bir sığırdır, dedi’11 âyetinde dile getirilen sarıya yakın kırmızı renk) bir renkle muhâtab olur. Sâlike nefs-i mülheme mertebesinde ‘kerâmet’ ve ‘velâyet-i suğra’ lutfedilir.12 Sûfîlerin ifâde ettiğine göre sâlik bu mertebede bâzen âh u zâr edip bâzen de sükûnete ulaşabilir. Bâlî Efendi’nin de ifâde ettiği gibi bu mertebede sâlike ‘ism-i Âzam’ hürmetine melek vâsıtasıyla Rabbânî ilham gelir ve gönlü Allah sevgisi ile dolar. Cenâb-ı Hakk’ın yardımıyla fâsit düşüncelerden kurtulup ilham ile hayal arasındaki farkı öğrenir. Böylece makâmı yükselip nefsi mutmainne mertebesine dâhil olur.13 Sûfîler, birtakım ilhamlara kapı açmakla birlikte ‘mülheme’ mertebesinin hassas yapısına dikkat çekerek sâlike ayağının kaymaması için gerekli telkinleri yapmışlardır. Buna göre sâlik, ‘mülheme’nin kişiyi aldatıcı/kandırıcı doygunluğuna aldanmamalı, mücâhede ve riyâzet uygulamalarına hiçbir şekilde ara vermemelidir. Sûfîler, ‘mülheme’ mertebesinde mücâhede ve riyâzet uygulamalarına son veren sâlikin ‘levvâme’ hattâ ‘emmâre’ derecesine düşebilecek bir yapıya sâhip olduğu hakîkatini unutmadan hareket etmesi gerektiğini de hatırlatmışlardır. Sûfîlerin/şeyhlerin/mürşid-i kâmillerin ‘mülheme’ mertebesine dâir üzerinde durdukları bir diğer konu da sâlikin fizikî ve psikolojik bâzı hallerine dâir dile getirdikleri hususlardır. Sûfîler, bu mertebede sâliki kasıp kavuran ‘aşk’ ateşinin tesiriyle, onu, hâl ve rüyâlarında kırmızı renk ile sıkça karşılaşabileceği ve ciğerlerinden balgam çıkarma gibi fizikî değişimlere muhatab olabileceği gibi konularda uyarmışlardır. Sûfîler, ‘mülheme’ mertebesinin belki de en tehlikeli yönü olan ‘artık oldum’, ‘ben piştim’ ve ‘tamam erdim’ gibi seyr u sülûku kesintiye uğratacak telkinlere karşı mürşid-i kâmilin sâlike yön gösterici tavrı üzerinde de durmuşlardır. Buna göre, sâlik bu telkinlere kulak asmamalı ve üstâdının kendisine gösterdiği hedeflere ulaşabilmek için dur durak bilmeksizin bir gayretin içerisinde olmalıdır. Netîce itibâriyle ifâde etmemiz gerekirse asgarî hedefi ‘mutmainne’ mertebesine ulaşmak olan sâlikin ‘mülheme’ mertebesindeki hâl ve tecrübelerini kontrol eden sûfîler/mürşid-i kâmiller bu süreçte tecrübeleri ve istikâmete dâir yönlendirmeleriyle sâlikin sağlıklı bir şekilde ideal hedefe ulaşabilmesi için üstlendikleri kılavuzluk görevlerini lâyıkıyla yerine getirebilmek için gerekli bütün adımları atabilmenin gayreti içerisinde olmuşlardır. Dipnotlar: [1] Allah’ın nefsin isyan ve itaatini vâsıtasız ilhâm ettiği için bu makâma erişen nefsin adı mülheme olmuştur. Ethem Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimleri Sözlüğü, Anka Yay., İstanbul 2004, s.545-549. 2 Mustafa Cora, ‘Hevâyla Mücâdele İçin İhtiyaç Duyulan Potansiyelin İnsanın Benliğinde/Fıtratında Saklı Olması’, Gümüşhane Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dergisi 2012/1, c. I, sayı: I, s.130 vd. 3 Mehmet Zahid Kotku, Nefsin Terbiyesi, Vuslat Yay., İstanbul 2010, s.251. 4 Şems sûresinin sekizinci âyetinde dile getirildiği gibi nefsin kötülüklerini ve takvâsını Allah Teâlâ kuluna ilhâm ettiği için bu makâma ‘mülheme’ denilmiştir: ‘Nefse ve onu düzgün bir biçimde şekillendirip ona kötülük duygusunu ve takvâsını (kötülükten sakınma yeteneğini) ilhâm edene andolsun ki, nefsini arındıran kurtuluşa ermiştir.’ Şems 91/7-9. 5 Receb-i Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, Beyazıt Kütüphanesi Veliyüddin Efendi Bölümü, Nu: 1836, vr.2a-3b. 6 Mehmet Hulûsi İşler, Nefis ve Şeytan, İstanbul 1970, s.28-33; Süleyman Ateş, İnsan ve İnsan Üstü; Rûh, Melek, Cin, İnsan, İstanbul 1979, s.180-181. 7 Sivasî, Risâle fî usûli’l-Halvetiyye, 2b. geniş bilgi için bkz., Fatih Çınar, ‘Receb-i Sivasî ve 'Risâle fî usûli'l-Halvetiyye' Adlı Eseri’, Sûfî Araştırmaları, Cilt: III, Sayı: VI, s. 89-90. 8 Muhammed Nuri Şemseddin, Risâle-i Murâkabe, Esad Efendi Taşbasımevi, İstanbul 1284, s.5; Ramazan Muslu, ‘Seyr u Sülûk Metotları’, Tasavvuf El Kitabı, Editör: Kadir Özköse, Grafiker Yay., İstanbul 2013, s.350. 9 İbrahim Hakkı Erzurumî, Marifetnâme, Sadeleştiren: M. Fuad Başar, Âlem Yay., İstanbul 2003, s.591; Kotku, Nefsin Terbiyesi, s.249-252. 10 Ahmet Ögke, Kur’ân’da Nefs Kavramı, İnsan Yay., İstanbul 1997, s.89-90. 11 Bakara 2/69. 12 Bali Efendi, Atvâr-ı Seb’a, Süleymaniye Kütüphanesi, H. Hüsnü Paşa, Nu: 1178/5, vr.116a. 13 Bali Efendi, Manzume-i Vâridât, Süleymaniye Kütüphanesi, Hacı Mahmud Efendi, Nu: 2338, vr. 31b-32a. Geniş bilgi için bkz., Ramazan Muslu, ‘Halvetiyye’de ‘Atvâr-ı Seb‘a’ Yazma Geleneği ve Sofyalı Bâlî’nin Atvâr-ı Seb‘a Risalesi’, Tasavvuf: İlmî ve Akademik Araştırma Dergisi, Yıl: VIII, [2007], Sayı: XVIII, s.54-56. Fatih Çınar

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak