Ara

Ezâ ve Cefâya Tahammül

Ezâ ve Cefâya Tahammül

Altmış üç var idi Sultan’ın yaşı
Neler çekti iki Cihân Güneşi
Uhud tepesinde kırıldı dişi
Sultan-ı Resûl’e olanı düşün 

Kıymetli kardeşlerim!

Eliyle, diliyle, gözüyle, kulağıyla harama değen insan, ibâdetten gâfil insandır. Onun hâli kapısız, penceresiz bir eve sahip olan kimseye çok benzer. Ev sahibi zanneder ki bir barınağı var. Ama her tarafı açıktadır. Demezler mi insana: “Evin var ama kapısı, penceresi yok. Penceresini, kapısını yaptır da merkepler, köpekler, kurtlar girip de buradaki zahireyi yemesin.” İbâdet ediyor amma göz kapısı açık; dört bir tarafı fıldır fıldır dolanıyor. Kulak penceresi açık; haram-helal tanımıyor her duyduğunu içine akıtıyor. “Niye böyle yapıp da kendi mülkünü zâyi ediyorsun?” dediğimiz zaman bizden yüz çeviriyor.

Haramların götüreceği yer, ibâdetten zevk almamaktır. İbâdetin feyzi rahmeti gönle dolmazsa, insanın ne haramdan sakınmaya ne ibâdette direnmeye sabrı kalır. Hâlbuki İslâm, tahammül dinidir. Bütün peygamberler hak yolda direndiği için ezâ görmüştür. Nerden geliyor onların bu tahammülü? Haramdan değil, helalden bile kendilerini hak yoldan ayırır korkusuyla sakınmalarından geliyor. “Bütün insanların eza ve cefâsına tahammül etmek” tavsiye buyruluyor. Peygamberimiz nasıl tahammül etmiş?

Mekke-i Mükerreme’de müşriklerden gördüğü ezalar mâlûm. Mübarek enselerine ayaklarıyla bastılar. Üstüne deve işkembesi yüklediler. Çocuklara taşlattılar. Mübarek dişlerini kırdılar. Ne cefalar ettiler, ne ezalar ettiler. Bütün Mekke’yi böldüler. Boykot uyguladılar. Kız alınmayacak, kız verilmeyecek. Pazara gelinmeyecek. Müşrikler, müslümanların hâline acılardı da önlerine ekmek atarlardı. Yine de Fahr-i Âlem “Yâ Rab! Kavmimi affeyle! Onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar.”[1] diyerek niyâz ediyordu Rabb’ine. 

En büyük ezayı peygamberler, sonra da evliyâullah çekti. Büyük dağların büyük kışı olmasın mı? Peygamberler içerisinde en uzun ömürlüsü Hz. Nûh’tur. Dokuz yüz elli sene peygamberlik yapmıştır. Fakat kendisine tâbi olanların sayısı pek azdır.

O’na da diğer peygamberler gibi çok eziyetler yapılmıştır. Nûh kelimesinin Arapça “nevh”den (ağlamak/dövünmek) geldiği söylenir. Tövbe etmeden boğulup giden kavmi için çok ağladığından bu ülü’l-azm peygambere Nûh denilmiştir. 

İmtihanla has kulları seçildi
Ağaç gibi ortasından biçildi
Mübarek kanları yere saçıldı
Zekeriyyâ dosta olanı düşün 

Bütün bu eziyetler niye oldu? Niye yapıldı? Kendini bilmezler bir araya gelip sürekli hak yolun üstünü örtmeye çalıştıklarından. Bunun için “Beyinsiz kendini bilmeyen, sefih, avâm-ı nâsın sohbetlerini terk etmek” hak yola dönmenin ilk adımıdır denmiştir. “Varma münkirin yanına, Kokusu siner tenine” denmiştir.

Ebû Muhammed Murtaiş’e soruyorlar: “Kulu hangi şey Allâh’a dost eder?” diye. Diyor ki: “Allâh’ın düşman tuttuğu şeyleri ve kimseleri kendisine düşman bellemek. Onlar ise, dünyadır, nefstir, şeytandır.” 

O zaman şöyle bir durup düşüneceğiz; biz kimleri dost tutmuşuz. Kimlerin sözünün ardına gidiyoruz. Dünya ve beraberindekiler insana süslü gösterilmiştir.[2] Dünya şehvetleri kendine çeker insanı. Fakat insanı, diğer mahlûkattan ayıran şey onun iradesidir. Hem dünya şehvetlerinin çekiciliğine kapılmamak için direneceğiz, hem ezalara belalara tahammül edeceğiz. Elbette eziyetler olacak. Yoksa muhabbetullah dâvâsında herkes iddiacı olurdu. 

Mevlâ cümlemizi nefsine, şeytânına değil, Hakk’ın kapısına kul olanlardan kılsın. Katından gelen ezalara tahammül etmeyi; âşıklar, sâdıklar, şehidler zümresinden olmayı bizlere nasip eylesin. (Âmin)

Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a!

[1] Müslim, Cihad 105.

[2] Âl-i İmrân, 3/14.

Kasım 2025, sayfa no: 42-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak