Ara

Esrârı Bilmeyenin Isrârı Çok Olur!

Esrârı Bilmeyenin Isrârı Çok Olur!

Sıcak bir yaz günü, bir ağaç gölgesinde bir adam yatıp uyurken, bir yılan sinsice süzülüp adamın ağzından içine kaçmış. O sırada oradan geçen atlı bir adam koşar adımlarla uyuyan adamın yanına koşmuş ve birkaç şiddetli darbe indirmiş. Serinlikte daldığı uykudan dayakla uyanan adam neye uğradığını şaşırmış ve başlamış kızgın adamdan kaçmaya.! Meyveleri dalından düşmeye başlamış bir elma ağacına sığınan adam soluklanırken, adamı o yılandan kurtarmak isteyen zât: “Hemen yerdeki çürük elmaları ye!” diye adama emretmiş. İçine yılan kaçan adam: “Beyim ben sana ne ettim? Ne ettim ki bu zulmü hakettim? Önce darp ettin şimdi çürük elma yedirtiyorsun. Bu zulmü bana niçin revâ görüyorsun? Senin yaptığın bu zulmü hiç kimseler yapmaz. Eğer bir kastın varsa böyle işkence etme, haydi vur öldür de kurtulayım” diyerek serzenişte bulunuyor bir taraftan da can havliyle bedduālar savuruyormuş. 

Gāyesi, adamı yılandan kurtarmak olan zât bu sözleri duymazdan gelip, elindeki sopa ile adama vurmaya devâm ederken; “haydi koş!” diye emir vermiş. Dayak korkusuyla koşmaya başlayan adam bir süre sonra koşmaktan öyle bîtap düşmüş ki, en sonunda kusmaya başlamış ve midesinde ne varsa dışarı çıkarmış. Tabii midesinde rahatı yerinde olan yılan da dışarı çıkmış. Yılanı gören adam, az evvel lānet okuduğu zâtın hayâtını kurtardığını anlamış ve ona hayır duālar etmeye başlamış. O zâtın önünde diz çöküp, mahcup bir tavırla demiş ki:

“Sen nasıl bir rahmet meleğisin. Ölümle aramda hiçbir engelin kalmadığı bir anda sen beni kurtardın. Sen merhametle kovalarken, ben senden merkepler gibi kaçıyordum. Merkep, sāhibinden merkepliği yüzünden kaçar! Hâlbuki sāhibi, merhametinden dolayı onun peşine düşer. Sāhibinin eşeğin peşine düşmesi ona zarar verecek bir şeyden onu kurtarmak içindir, meselâ kurt yemesin diyedir. Ne mutlu senin yüzünü görene, ne mutlu seninle buluşana ve tanışana! Hâlbuki ben, sana ne kadar kötü ve abes şeyler söyledim. Fakat Efendim, Sultānım, onları ben söylemedim, cehâletim söyledi. Eğer başıma gelenden azıcık haberim olsaydı hiç böyle abes sözler söyleyebilir miydim? Ey güzel ahlâk sāhibi yüce insan! Eğer bana bu hâli kinâye ile bile olsa çıtlatsaydın sana la‘net etmezdim tam tersi seni överdim. Fakat sen sükût ederek bana karşı kızgın göründün. Bana hiçbir şey söylemeksizin vurmaya başladın. Darbelerin tesiriyle başım sersemleşti ve aklım gitti. Zâten aklım da kıt. Ey yüzü de, işi de güzel insan, ne olur beni affet. Câhilliğimden ve deliliğimden söylediğim sözleri lütfen bağışla.” 

Ādetâ Azrail’in elinden adamı çekip alan o zât şöyle cevap vermiş:

“Eğer ben sana meseleyi biraz çıtlatsaydım korkudan ödün patlardı. Sana yılandan bahsetseydim, yılanın zehirinden önce korku seni öldürürdü. Eğer sen içindeki yılanı bilseydin, ne elma yemeğe kuvvetin kalırdı, ne yol yürümeye, ne de kusmaya. Sen bana durmadan sövüyordun, ben de hiç aldırmadan atımı sürüyordum. İçimden "Yâ Rabbi, Sen benim işimi kolaylaştır" diye duâ ediyordum. Sana bir şey söyleyemezdim ama seni kendi hâline de bırakamazdım. Devamlı Resûlullâh'ın kendisine inanmayan ve eziyet eden kavmi için "Yâ Rabbi, kavmime hidâyet et, çünkü onlar bilmiyorlar" diye duā ettiği gibi senin için duā ediyordum.” 

Ölüm tehlikesinden kurtulan adam kendisini kurtaran zâta şöyle duā ediyordu: “Ey bana saādet ve ikbâl getiren yüce insan! Allah’tan hayırlar bul! Bu ācizin sana lâyıkıyla teşekkür etmeye kudreti yok. Senin mükâfâtını Allah versin...”(Mesnevî) 

Kimi zaman; “Ben bunları hak edecek insan mıyım?”, “Benim çektiklerimi dağlar yüklenseydi, ağırlığından çatlardı” gibi sözlerle kendimizden bahsederken sāhibimiz olan Allâh’ı incitiveririz. Mükemmel olarak yaratıldığımızı unutur, āciz yaratıklarmış gibi en diplere batıveririz. Hâlbuki bizi yaratan Allah bize öyle bir donanım yüklemiştir ki, en sevdiğini kaybeden insanların kısa bir zaman sonra “Canım şu yemeği istedi”, “Acıkan yer başka, acıyan yer başka” sözlerini duyarız. Aslında, çok acı çeken kişinin ölmediğini, hiçbir acı ve sevincin kalıcı olmadığını hepimiz ısrarla görür ve biliriz. Çektiğimiz acıları, başımıza gelen tālihsiz olayları dilimize dolanan türkü gibi dillendirmekle sâdece ve sâdece kendi rûhumuzu yorarız. Zaman zaman çevremizden de “Sanki Senden başka dertli yok!” tavırlarını görürüz. 

Şems Tebrizî'nin şu sözü ne güzel ders verir bizlere: “Derdini sâde anlatan dertlidir, güzel anlatan edebiyatçı, hâliyle anlatan āşık, tebessümüyle örten āriftir…”  

Peki, Āriflik nedir? Sevgilinin hatırına başa gelen cefâları kabûllenmek, kan kusup kızılcık şerbeti içtim diyebilmektir… 

Yıllarca eşinden dayak yemiş, aynı zamanda yedi evlâdından altısı yatağa bağımlı olan bir teyzemizi ziyâretimde:

“Hâliniz Nasıl?” diye sorduğumda; “Elhamdülillâh Rabbimizleyiz!” cevâbını verdi. “Zor bir hayâtınız olmuş” dediğimde ise: “Rabbim bizi bizden iyi bilir evlâdım. Bizim hayrımızın nerede olduğunu, şüphesiz O daha iyi bilir. Demek ki benim pişmem için en uygun olan bu imiş.” cevâbı beni derinden etkiledi. Bu kadar acıya bu tevâzu çok fazla diyen ben, “Teyzecim! Bunca imtihanı kabûllenmek zor olmadı mı?” sorusunu sormaktan kendimi alamadım. Karşılığında aldığım cevap ise, Evlere tablo olacak türdendi:

“-Hangi köle efendisine «Şunu isterim, şunu istemem!» diyebilmiş? Rabbim benim efendimdir. O merhametlilerin en merhametlisidir.”  

Mevlânâ Celâleddîn Rûmî, başımıza gelen imtihanları; Mevlâ'mızın bizlere gönderdiği hediye paketleri olarak tārif eder. Paket ne kadar büyük, hediye o kadar kıymetli! Hediye paketini zāhirî iki elimizle tuttuğumuz gibi, imtihanları da tuttuğumuz bâtınî ellerimiz tefekkür ve sabır olmalı! 

Tefekkür; kişinin nefsi, imtihanları, hayâtı, âyet-i kerîmeler, kâinât, Allâh’ın kudreti ve bu eşsiz mükemmellikten ders çıkarmaktır. İmam Gazâlî Hazretleri, zihinde bulunan mānâlarla, başa gelen olaylarla yeni mānâlara ulaşmak olarak ifâde buyurur tefekkürü. Hasan-ı Basrî Hazretleri, “Tefekkür, sana iyi ve kötü fiillerini gösteren aynadır” buyurur. İbrâhim bin Edhem'e "Niçin çok düşünüyorsunuz?" diye sorulunca o: "Tefekkür, aklın sadakasıdır" buyurmuşlardır. 

Hz Ali'ye; “Başımıza gelen sıkıntılar imtihan mıdır yoksa cezâ mı?” diye sorulur. İlmin kapısı cevap verir: “Allâh’a yaklaştırıyorsa imtihandır, uzaklaştırıyorsa cezâdır.” İmtihana düçar olmuş kimse de iyice tefekkür etmeli, gerekli kulluk tedbirlerini almalıdır. 

Sabır, gamdan kurtulmak için bir anahtardır. "Efendim sabrın hakīkati nedir?" diye bir ālime sormuşlar, o da almış öğrencisini Sulukule'ye götürmüş ve oradaki dostlarımızın sıkıntılara rağmen hâlâ oynayışlarını göstererek demiş ki, bak, sabrın hakīkati budur. Yāni en sıkıntılı ânında mutlu olmayı becerebilmektir. 

Vefâyât isimli eserde İbn-i Hallikân, şu hâdiseyi nakletmektedir:

Urve bin Zübeyr -radıyallâhu anh-, oğlu Muhammed ile birlikte, Halîfe Velid bin Abdülmelik’i ziyâret maksadıyla Medîne’den Şam’a gitmişti. Oraya vardıklarında çok sevdiği oğlu Muhammed, bir ara hayvanların bakımı için ahıra girdi. Lâkin serkeş bir hayvanın kendisine attığı fecî tekme netîcesinde hemen orada vefât etti. 

Bu elîm kazānın üzerinden henüz bir müddet geçmişti ki, Urve -radıyallâhu anh-’ın ayağında kangren hastalığı zuhûr etti. Bunu haber alan Halîfe Velid bin Abdülmelik, Urve bin Zübeyr’e ayağının kesilmesinin zarûrî olduğunu, aksi takdirde hastalığın bütün vücûduna yayılabileceğini söyledi. O da, ilâhî takdîre büyük bir rızā ve teslîmiyet içerisinde bunu kabûl etti. Bunun üzerine derhal, Urve’nin ayağını kesmesi için mâhir bir cerrah çağrıldı. Gelen cerrah, yapacağı ameliyatın çok fazla ıztırap vereceğini, bu sebeple hastanın uyuşturulması gerektiğini ifâde ettikten sonra Urve Hazretleri’ne:

"Efendim! Müsâadeniz olursa ayağınız kesilirken acı hissetmemeniz için size bir miktar şarap içirelim" teklîfinde bulundu. 

Urve -radıyallâhu anh- ise, bu suâl karşısında hayretle cerrahın yüzüne baktı ve takvâ ile yoğrulmuş engin gönül iklîminden diline şimşek hızıyla şu sözler akın etti:

"Velev ki hastalıktan kurtulmak için bile olsa, Allâh’ın haram kıldığı bir şeyi aslâ kullanmam!" Cerrah, aldığı kesin cevap üzerine bu defa:

"Efendim! O hâlde uygun görürseniz sizi uyutacak bir ilaç verelim." teklîfinde bulundu. Urve -radıyallâhu anh-:

"Hem bir uzvum kesilirken acısını hissetmeyeceğim, hem de Cenâb-ı Hak’tan onun ecrini isteyeceğim, öyle mi? Böyle bir şeye nasıl râzı olabilirim!" diyerek bunu da kabûl etmedi.

Bu defa odaya birkaç kişi girdi. O:

"Bunlar da kimdir? Niçin geldiler?" diye sorunca cerrah:

"Efendim! Ayağınız kesilirken kimi zaman acı dayanılmaz olacaktır. Bu gelenler, sizi bu esnâda tutmak için geldiler." dedi. Bunun üzerine Urve -radıyallâhu anh- cerraha:

"İnşâallah sabreder, size de güçlük çıkarmam!” dedi ve gelenlere teşekkür edip onları gönderdi.

Cerrah, bunun üzerine ameliyatına başladı. Önce topuğu bıçakla kesti. Bıçak kemiğe dayanınca da testere ile kesme işine devâm etti. Urve bin Zübeyr Hazretleri ise, ameliyatının sonuna kadar büyük bir teslîmiyet, tevekkül ve Hakk’a rızā hâlinde, dâimâ tehlil ve tekbir getirerek sabretti.

Ayağın kesilmesi tamamlandıktan sonra, kesilen yer, kızdırılan zeytinyağı ile dağlandı. Urve -radıyallâhu anh-, bu esnâda çektiği büyük ıztırap netîcesinde daha fazla dayanamayıp bayıldı. Ayıldığında yüzündeki teri silerek şu âyet-i kerîmeyi okudu:

"…Hakīkaten şu yolculuğumuz sebebiyle başımıza (epeyce) sıkıntı geldi!" (Kehf, 62.) 

Daha sonra ayağını doktorların elinde görünce onu istedi, eline alıp kesik ayağını evirip çevirdi ve onunla şöyle konuştu:

"Beni sana taşıttıran Zât’a ye­mîn ederim ki, bu ayağım -çok şükür- hiçbir zaman harâma gitmemiş ve ona yönelmemiştir." 

Bāzan birçok kapı yüzümüze kapanır, en sevdiğimiz elimizden alınabilir, evimiz yanabilir, birçok maddî varlığımız elimizden yok olabilir. İşimizden uzaklaştırılabiliriz. Ama bunlara sabrettiğimiz zaman Allah bir kapıyı kaparsa, mutlakā yeni bir kapı açar. Yeter ki biz, Allah'tan memnûn olma zevkiyle yaşayalım. "Âmâk-ı Hayâl" adlı eserde bütün peygamberlerin mutluluk anlayışından bahsedilir. Efendimiz (sav)'e gelince tek bir şey söyler: Hâlinden memnûn olmak. Mutluluk, hâlinden memnûn olmaktır. Hâlini güzel görmek, sıkıntı ve belâya katlanmaktır. 

Allâhımız'dan her koşulda kendisinden râzı olma makāmını niyâz ederken, yaşayışı ile bizlere bu hâli tavsiye eden Hacı Hasan Efendimizin şu satırlarını gönüllerinize emânet ederiz: 

"Mevlâm'dan geliyor bizlere dertler

Sabredersen kuzum, sevâbın katlar

Peygamberi nasıl yemişti kurtlar

Hazreti Eyyûb'a olanı düşün"

 

Nisan 2022, sayfa no: 44-45-46-47

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak