Ara

Bitmez Güzelin Vasfı

Bitmez Güzelin Vasfı

Kayseri ulemasından H. Zühdü Efendi, Sâmî Efendi Hazretlerine intisab eden biri için,“Elhamdülillah mayanı bir haramiye, hırsıza kaptırmamışsın.” der. Şeyh-i Kâmil, Kitap ve Sünnete sımsıkı tutunur. Müridi, biiznillah-i Teâlâ Cenâb-ı Hakk’a vasıl eder. Ehl-i tahkik, hakikat yolcuları Üstazımız için, şu üç kanaate varırlar. 1- Hasan Efendi evrad, ezkar verir. 2- Sohbet eder. 3- Halinden istifade ile, tabilerinin Cenâb-ı Hakk’a kavuşmasına vesile olur. “Bir gün medresem mektebim yok!” demesine rağmen, “Karşıma ilim ehli kimseleri getirin de, o zaman görün bizi!” buyururlardı. Elli yıl kürsülerde, minberlerde, oturup kalktığı her yerde Dîn-i İslâm’ın neşrine, yayılmasına gayret gösterdi. Emr-i İlâhî’yi takva boyutunda uyguladı. Ruhsatlarla değil, azimetle amel ederdi. İmam-ı Azam (ra)’ın, kılı kırk yararcasına Şer’î emirleri tatbikini görenlere, “o fetvamdır, bu da takvamdır” diye ifade ettiği düsturunu kendisine hedef seçmiştir. “Helâl ve haramın belli olduğu ortadadır. Bu ikisinin arasında insanların çoğunun helâl mı, haram mı diye şüpheye düştükleri şeyler vardır. Şüpheli şeylerden kaçınan mü’minler, dinini, ırz ve namuslarını selâmete çıkarmış olurlar.” Hadis-i Şerif’ine muvafık bir nezih hayat yaşadı. Cemaatine itikada, ibadete, muamelata, ahlak ve kalbi amellere aid bilgiler verdi. Abdullah b. Amr b. As’tan (ra) rivayete göre Resûlullah (sav) Efendimiz şöyle buyurdu:"Beni İsrail üzerine gelen şeyler, tıpatıp aynısıyla benim ümmetimin üzerine de gelecektir. Öyle ki onlardan aleni olarak annesine gelen olmuşsa, ümmetimden de bu çirkin işi mutlaka yapan olacaktır. Nitekim Beni İsrail yetmiş iki millete (dine, fırkaya) bölünmüştü. Benim ümmetimde yetmiş üç millete bölünecektir. Bunlardan bir tanesi hariç hepsi ateştedir. -Bu fırka hangisidir? diye soruldu. -“Benim ve ashabımın üzerinde olduğu yoldan ayrılmayanlardır,” Hadis-i Şerif’ini çokça okurlardı. İbadet konusunda hassastı. Taharet ve guslü, abdest ve namazı vs. taatleri bütün incelikleriyle anlatırlardı. Taharetin su ile, sabunla ve temiz bir bezle yapılması gerektiğini, abdest azalarının üç defa yıkanışlarında, emmare, mülheme ve mutmainne sıfatlarını geçerek, batıni temizliğin gerçekleşeceğinden bahsederlerdi. Her konudan, o mesleğin uzmanı gibi konuşurlardı. Hayatta olsalardı, belki şu meslek dallarından da bilgiler verirlerdi. Enerji mühendisliği, raylı sistemler teknikerliği, yazılım mühendisliği, elektronik ve haberleşme mühendisliği, diyetisyenlik, kalite mühendisliği, nükleer uzmanlığı, uzay pilotluğu, hafıza artırma cerrahlığı, sanal market işletmeciliği, elektronik gazetecilik, gen terapistliği ve nano yapı mühendisliği gibi. Evinin üstüne iki daire yaptırmak isteyen kişi, mimarlardan bir sonuç alamaz. Üstazımızın seksen metrekarelik bir alana çizdiği plan, proje, görenleri hayrete düşürür. Kalb damar cerrahi uzmanına, kalbe giden damarlardan anlatır. Anatomi, vücudun normal şeklini, yapısını; vücudu oluşturan organları ve bu organlar arasındaki yapısal, görevsel ilişkileri inceleyen bilim dalında söz söylerlerdi. “İnsanın vücudunda bir et parçası vardır. Eğer bu iyi olursa, bütün vücud iyi olur. Şayet o kötü olursa, bütün vücud kötü olur. İyi bilin ki o da kalptir” Hadis-i Şerif’inin ışığı altında, kalbin riya, ucub, (kendini beğenme), kibir, hased, hırs, gazab, süslenmek, acelecilik, tama, (dünyaya düşkünlük), cimrilik, cehalet, şehvet, kötü zan gibi fena hastalıklardan ve devasından anlatırlardı. Hasedlik hastalığının, istemediği kimseyi iyilikle vasf ile; kibir illetinin, tevazu ile, cimrilik belasının, az da olsa vermek suretiyle tedavi olacağını haber verirlerdi. Evlatlarına çok şefkatliydi. Kardeşleri Abdullah Efendiyi yanına alarak, kendilerine muhalefet edenlerin evlerine giderlerdi. Eğer kudsî yola sataşma yoksa, “umumi af çıktı” der, şahsına hakaret edenleri bağışlarlardı. Kardeşlerinin kusurunu hep örterdi. Nasihatini gizli yapardı. Cemaatin içinde hiçbir kimseyi rencide etmezdi. Sadık dost ve yaranına, çeşitli vesilelerle haber gönderirdi. Hanımı âhirete göçen, gündüz sabırlı, gece ağlayan bir zata Sami Efendi (ks)’ın haber yolladığı gibi. “Söyle Hasan Efendiye gece gözyaşı dökmesi, Mevlâ’ya ağır geliyor.” Haya-i Muhammediyeleri, hata ve kusurları söylemeye mani olduğu için, tayin ettiği şahıslara havale ederdi. İsim, soyad ve lakablarda bile uygunsuz söz etmezdi. Çoklarının uygunsuz isim ve lakablarını değiştirmiştir.Bozkurdu koyuna, hasedciyi yardım ediciye,zararı kâra tebdil etmiştir. Topal mühendis diye tanınan birine, topal denmesini muvafık görmediler. “Bela ağızdan çıkan söze bağlıdır” diyerek mani oldular. Yakub’un (as) “Oğlumu kurda yedirmeyin” dediği için, “Yusuf’u kurd yedi” diye geldiler misalini verirlerdi.Hediyeye mukabelede bulunur, kimsenin malına göz dikmezdi. Kendisine hizmet edenlere hem duâ, hem de yardım ederlerdi. Dostlarına vefalıydı. Kayseri Müftüsü İbrahim Çelik Hocayı, hem yerinde defalarca, hem de tayin olduğu Sakarya’da ziyaret etti. Hastalıklarına rağmen İstanbul’a teşrif buyurduğunda, hemşehrilerinden dokuz kişinin evine sıla-i rahimde bulunurlar.Kırklı yıllarda gittiği Hac yolculuğunda, hemşehrilerinden birini İskenderun’da ziyaret eder. Hal ve hatırını sorar. Memleket hasretiyle yandığını görünce himmet eder. Çok geçmeden komutanı, “İbrahim sana izin verelim de bir anneni, babanı gör” der. Biiznillahi Teâlâ sözleri taşa geçerdi. Emr-i bilmaruf ve nehy-i anilmünkerden hiçbir zaman taviz vermezdi. Seviyelere göre konuşurdu. Yatsı namazından sonra pek görüşmezdi. Sevdiklerinden Mahir Doğruöz diye bir öğretmen geldi. Yatsı namazından sonra bir hayli sohbet etti. Kendi kendime diyorum ki, “Ah keşke marifet ve hakikatten biraz daha konuşsa.” Sabah vakti, “Biraz daha âlem-i mânâdan söz etseydiniz” deyince, “Oğlum! Seviyesi o kadardı” buyurdular. Sigaranın haramlığından çokça bahsederlerdi. Veysel amca diyor ki, “Kavacık mahallesinden aşağı iniyorum, bir kafayı dumanlayım dedim. Bir de baktım ağzım yanıyor. Ne zaman tekrarlasam ağzım yandı.” Evlatlarının ıslahında hiç yorulmazlardı. Son birkaç sene hariç, o günün şartlarında merkeple, katırla, tren, kamyon ve sigara dumanları arasında otobüsle seyahat ederlerdi. Yahyalı’nın Taşhan köyünden Rıza babayı, kamyonuyla ziyaret etti. Evi topraktı. Yolla aynı hizadaydı. Ağaçtan su bardağıyla, oyulmuş bir ağaç kütüğünden su içiliyordu. Eviniçinde bulunan ocağın üstündeki sacda pişen ekmekle yeniyordu çökelek. Rıza babanın, kamyonu eve doğru yaklaşırken gösterdiği heyecan ve sevgi hiç çıkmaz hatırımızdan.Medine Müslümanlarının Resûlüllah (sav)’ı karşılamasındaki aşk ve muhabbet vardı sanki Rıza babanın gönlünde. Zengin fakir, engin ve üstünle münasebeti dengeliydi. Fakirlerle aynı meclisleri paylaşır ve ilgilenir, varlıklı insanlara da öğüt ve nasihat verirdi. En yüksek makamda olan, duâsını alır saygı ve sevgi gösterirdi. Cidde’de bir Profesör ismini duyunca, vücudunda acaib bir hal zuhur eder, bir titreme ve cezbe meydana gelir.Vakar ve heybetinden ismini hatırlayamayanları bile vardı. “Huzuruna oturdum. Oğlum! İsminiz nedir?” dedi, heyecanımdan güçlükle cevap verebildim” der bir dostumuz. Zahiri görüntüsünün yanında, batıni görüntüsü bambaşkaydı. Atlas halı fabrikasının müdürü Ahmet Arı Beyfendi, anlatırken duydum. “Efendi Hazretleri seher vakti semadan bir ay parçası gibi iniyordu meclise.” Kayseri’nin Yeni Mahallesinde bulunan Edhem Hoca, “Efendim, sizi Resûlüllah (sav)’la şu mecliste gördüm” diye anlatmaya başlayınca, Üstazımız derhal mani oldular. Belki daha neler anlatacaktı neler. Devamlı asalet ve necabetlerini korurlardı. “Şahsımızda, insanlar İslâm’ı görüyorlar” diye, gayet vakar ve sekinetle hareket ederlerdi. Yüksek düzeyde bulunanların ayağına gitmez, huzur-u âlîlerine davet ederlerdi. İlçenin Belediye reisi, görüşlerine müracaat ettiğinde, Dîn-i İslâm’ın ihtişamını düşünerek ayaklarına gitmez. Huzurlarına gelmelerini temin eder. Bunun yanında hastaya, düşküne, yoksula, muhtaca, cenaze ve İslâmî hizmetlere koşarlardı. Cenâb-ı Hak, şefaatlerine nail eylesin.

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak