Ara

Bireyin/Sâlikin Gerçek Bilgiye Ulaşma Formülünün Zirve Noktası:Tasavvufta Ma’rifet Düşüncesi ve Ma’rifete Giden Sürece Dâir Sûfîlerin Tespitleri

Bireyin/Sâlikin Gerçek Bilgiye Ulaşma Formülünün Zirve Noktası:Tasavvufta Ma’rifet Düşüncesi ve Ma’rifete Giden Sürece Dâir Sûfîlerin Tespitleri

‘Şerîatsız tarîkatsız girilmez sûy-i maksûda,

Bu söz benden değil dinle hakîkat pirlerindendir.’1

Sözlükte "bilmek, tanımak, ikrâr etmek" gibi anlamları içeren ma’rifet kelimesi, genel olarak ilimle eş anlamlı kullanılan bir kavramdır.2Ma’rifet’in özel, tikel ve ayrıntılı bilgiyi, "ilmin" ise tümel ve genel nitelikli bilgileri ihtivâ şeklinde aralarında fark olduğu söz konusu edilmiştir.3 Beş duyu ve tevâtür haberi bilgi/ilim olarak addeden kelâm ilminden farklı olarak tasavvufta nefsin ıslâhı netîcesinde vecd hallerini tecrübe ederek elde edilecek keşfî bir bilgiden daha bahsedilmiştir. Sûfîlerin genel kanaatine göre, hakîkî bilgi sâlikin ilâhî tecellîlere mazhar olması netîcesinde kalbinde meydana gelen yakînî durumu ifâde etmektedir. Sûfîler, ilmin/bilginin zâhir boyutunu inkâr etmemekle birlikte esas bilginin/ilmin tecellîler netîcesinde kalple idrâk edilen yakînî hal olduğu görüşünü savunmuşlardır.4 Sûfîlere göre yakînî tecrübeye ulaşabilmek için yâni gerçek bilgiyi/ilmi elde edebilmek için hakîkî/gerçek bilginin/ilmin önündeki nefs, şeytan ve dünyâ gibi engellerin aşılması gerekmektedir. Sûfîler, bu engellerin aşılması için bir rehberin/mürşid-i kâmilin kılavuzluğunda "seyr ü sülûk" denilen mânevî bir yolculuğun hakkıyla yerine getirilmesi gerektiğini söylemişlerdir.5 Onlara göre, kalbi perdeleyen bu engeller seyr ü sülûk süreciyle aşılınca kalbe doğan ilâhî tecellîler gerçek bilgiye/ilme sâliki ulaştıracak ve Allah Teâlâ’nın varlığının gerçek olduğu, diğer varlıkların ise gölge hükmünde varlıklar olduğu sonucuna sâliki ulaşacaktır. Sûfîlerce bu temel hakîkat/bilgi/ilim sâyesinde varlık âlemini seyre dalan sâlikin ontolojik anlamında yaşadığı/yaşayacağı tecrübelerle gerçek bilgiye/ma’rifetullâha ulaşabileceği kanaati genel kabûl görmüştür.6 Sûfîler, "Ben cinleri ve insanları yalnızca bana ibâdet etsinler diye yarattım"7 âyetindeki "ibâdet etsinler" mânâsına gelen "li-ya’büdûn" ifâdesinin "li-ya’rifûn" yâni "beni tanısınlar" şeklinde anlaşılması gerektiğini söylemişlerdir.8 Sûfî düşünceye göre, ibâdet bilinene yapılır ve Allah Teâlâ’ya ibâdet etmek O’nu bilmekle mümkündür. Dolayısıyla sâlik, "elest bezmi"nde yâni ruhlar âleminde Allah Teâlâ’nın "Ben sizin Rabbiniz değil miyim?" şeklindeki soruya verdiği "Elbette"9 cevâbındaki ihlâs ve yakînî kıvâmı tekrar yakalayarak Mevlâ’sına kulluk yapmaya gayret gösterirse âyette dile getirilen hakîkate uygun hareket etmiş olacaktır.10 Sûfîler, ma’rifeti/kalbe doğan nur/ışık vesîlesiyle elde edilecek bilgiyi/ilmi, kelimelerin yetersiz kalması sebebiyle târif etme noktasında zorlanmışlardır. Onlar, ma’rifeti tanımlama ve târif etme yerine ma’rifetin ve ma’rifet sâhibi bireyin/sâlikin11 özellikleri üzerinden konuyu değerlendirmişlerdir. Buna göre sâlik, insan ve âlemin bilgisini Allah Teâlâ’nın bilgisine ulaştırması yönüyle kıymetli görmeli ve sâlikin temel hedefi ma’rifetullâha/Allah Teâlâ’nın bilgisine/ilmine ulaşmak olmalıdır. Sâlik, Allah Teâlâ’yı bizâtihî bilemeyeceği için O’nu isim, sıfat ve fiilleriyle tanımaya yönelmeli, bunu yaparken de, Bâyezid-i Bistamî ve Zünnûn-ı Mısrî’nin altını çizdiği gibi, ma’rifetin hayretten meydana geldiği hakîkatinin idrâkinde olmalıdır.12 Sûfîlerin ma’rifet nazariyesi, "tevhid/Allâh’ın birliği" ve "vahdet-i vücut/varlık birliği" görüşü esâsına dayanmaktadır. Bu anlayışa göre, varlık âlemi özde tek ve tekten var olmuştur. Çokluk âlemini sâlik, Allah Teâlâ’nın tecellîsiyle/sıfatlarıyla meydana gelmiş olarak görmelidir.13 Sûfîlere göre, sâlikin nefsi Cenâb-ı Hakk’ın varlığına şâhitlik ederse ma’rifete ulaşabilir. Bu süreçte önemli olan sâlikin kendi varlığını ve mâsivânın hiç olduğunu idrâk edebilmesidir. Seyr ü sülûk sürecinin zirve hedefi de sâliki ma’rifetullâha/Allah Teâlâ’nın isim, sıfat ve fiilleriyle bilinmesine ulaştırmaktır.14 Sûfîler, ma’rifete ulaşabilmek için şerîat, tarîkat ve hakîkat boyutlarının geçilmesi ve her türlü engelden sıyrılıp gerçek varlığın bilgisi anlamına gelen ma’rifete ulaşılması gerektiğini ifâde etmişlerdir.15 Bireyin/Sâlikin Yaratıcısının Bilgisine Mazhar Olma Formülü: Şerîat, Tarîkat, Hakîkat ve Temel Hedef Olarak Ma’rifet İlk olarak Ahmed Yesevî (ö.562/1166) tarafından şekillendirilip sâliki Hakk’a vâsıl bir hâle getirebilmek için uygulanan "dört kapı kırk makam" anlayışı zamanla birçok sûfînin benimsediği bir düşünce sistemine dönüşmüştür.16 Sûfîler şerîatı; "doğru yol, Allâh’ın emri, âyet, hadis ve icmâ esaslarına dayanan din kâideleri" olarak tanımlamışlardır. Sûfî düşünceye göre sâlikin sezgi, ilham ve keşfî bilgiyle ma’rifete ulaşabilmesi için şerîatın bütün gerekleri (îman, ilim, namaz, zekât, oruç, hac, helâl kazanmak ve fâizi haram bilmek, nikâh kıymak, hayz ve loğusalıkta cinsî münâsebeti haram bilmek, ehl-i sünnet ve’l-cemaatten olmak, şefkat, temiz yemek-temiz giyinmek, emr-i bi’l-ma’ruf nehyi ani’l-münker, yâni iyiliği emredip yaramaz işlerden sakındırmak) eksiksiz bir şekilde yerine getirilmelidir. Bu aşamadan sonra sâlik, bir mürşid-i kâmile intisâb ederek tarîkat yoluna varıp (tevbe, mürîd olmak, saç kesmek (tıraş olmak) ve elbise değiştirmek, nefis savaşında mücâhede etmek, hizmet, havf yâni korku, ümit, hırka zembil, makas, seccâde, subha (yüz tâneli tesbih), ibrat (iğne) ve asâ, sâhib-makam (makam sâhibi), sâhib-cemiyet (cemaat sâhibi-iç bütünlüğü), sâhib-nasihat (nasihat sâhibi) ve sâhip-mahabbet (muhabbet sâhibi) olmak, aşk, şevk, sefâ ve fakirlik) zâhirî kirlerden kendisini arındırdığı gibi bâtınî kirlerden de kendisini uzaklaştırmalıdır. Hakîkat bahçesinde (toprak olmak, yetmiş iki milleti ayıplamamak, dünyâda yaratılmış bütün nesnelerin kendisinden emîn olması, mülk sâhibine yüzünü sürüp yüz suyunu (yaratılış sebebi olan Muhammed nûrunu) bulmak, sohbette hakîkat sırlarını söylemek, sır, münâcaat, Allâh’a ulaşmak) bir gül olmak isteyen sâlik, zâhir-bâtın olgunluk hâlini elde ettikten sonra vahdet deryâsına dalmalı yâni Allah Teâlâ’nın dışında her şeyden yüz çevirerek ma’rifet nurlarına (ilim, cömertlik, hayâ, sabır, perhizkârlık, korku, edep, miskinlik, ma’rifet, kendini bilmek) ulaşmalıdır.17 Bu düşünce sistemini benimseyenlerden birisi olan Yûnus Emre’nin bu konudaki şu çarpıcı tespitleri çok mânidardır:"Şerîat, hakîkate açılan ilk kapıdır. Hakîkatin sınırsız denizinde seyretmek için şerîat gemisine binmek gerekmektedir. Yâni şerîat, hakîkatin bir tür vâsıtasıdır. Hakîkat ordusunda bir koruyucu konumundaki şerîat mumlu bala; tarîkat ise tortusuz yağa benzer. Dosta (vahdete) ermek için bu balı yağa katmak gerekir. Hakîkat yolunun ikinci kapısı olan tarîkat, şerîattan içeri bir makamdır. Hakîkate ermek için bir Hak yola/tarîkata intisâb edip mürşidden el alınmalıdır. Tarîkatta "yolu doğru izleyen, mürşidini gözleyen ve sırrını gizleyen" kişi hakîkate ulaşır. Ma’rifet ise Allâh’ı tanımaktır. Kalbin hayat bulması ve diri olması, sırrın Hakk’ın hâricinde kalan şeyden yüz çevirmesidir. Allah Teâlâ’yı hakîkatiyle tanıyabilmek için ilâhî isim, fiil ve sıfatlarıyla onu bilmek gerekir. Bu da ancak nefs terbiyesiyle mümkündür. Ma’rifet, erenler sofrasında (sohbette) elde edilir. Şerîat hakîkatin zâhiri, hakîkat ise şerîatın bâtını olup, şerîatsız hakîkat makâmı bulunmaz. Hakîkate ulaşabilmek için hakîkat denizine dalmak gerekir."18 Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse sûfîlerin, dinde bu dört kapının hâkim olması gerektiğinden bahsettiklerini ifâde edebiliriz. Onlara göre şerîat temel, tasavvuf ise binâ hükmündedir ve tasavvuf ile şerîatın birbirini nakzetmesi söz konusu değildir.19 Sûfîlerin, aşk ve vecd yoluyla hakîkat ve ma’rifetin sırlarına ulaşılabileceğini ve tasavvufî mektebin dînin ilkelerini yaşayarak gerçek bilgiye kalbî tecrübelerle ulaştırmayı hedeflediğini dile getirdiklerine şâhit oluruz. Onlar bu düşünceleriyle havas-ı selime/beş duyunun dışında başka bir bilgi elde yöntemini benimsediklerini de göstermişlerdir. Buna göre sezgi, vecd, aşk, riyâzet ve dînin hükümlerini tatbik yöntemleriyle kişide meydana gelen mânevî tecrübe, esas/gerçek bilgiyi sâlikin elde etmesine kapı aralamaktadır. Ahmed Yesevî ve onun çizgisinde bir tasavvufî anlayışı benimseyen sûfîlere göre, ma’rifete/gerçek bilgiye ulaşmanın yolu şerîat, tarîkat ve hakîkat basamaklarını kat etmekten geçmektedir. Bu formülle (şerîat, tarîkat, hakîkat, ma’rifet) sâliki Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye ekseninde vuslata ulaştırmayı hedefleyen sûfîlere göre, seyr ü sülûk sürecinin zirve noktasını ifâde eden ma’rifet deryâsında sâlik, varlığın birliği/vahdet-i vücûd sırrını idrâk edebilmek için bu dört kapının ihtivâ ettiği kırk makâmı eksiksiz bir şekilde yaşamalıdır/tecrübe etmelidir. Abdullah Sivaslı Dipnotlar: 1 Hasibe Mazıoğlu, Ahmet Remzi Akyürek ve Şiirleri, Sevinç Matbaası, Ankara 1987, s.157. 2 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.316. 3 Süleyman Uludağ, ‘Ma’rifet’, İA, c.XXVIII, s.54. 4 Kelâbâzî, Taarruf, s.93-94. 5 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarîkatlar, s.130. 6 Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.317. 7 Zariyat 52/56. 8 İhsan Soysaldı, ‘Tasavvufta Aşk ve Ma’rifet’, Fırat Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, (Elazığ), Sayı: III, s.205. 9 Araf 7/172. 10 Şahin Filiz, İslam Felsefesinde Mistik Bilginin Yeri, İstanbul 1995, s.225. 11 İsa Çelik, ‘Tasavvuf Tarihinde Ârif Kavramı’, TD, Sayı: XII, (Ocak-Haziran 2004), s.26. 12 Serrac, Lüm’a, s.37-38; M. Mustafa Çakmaklıoğlu, Muhyiddin İbnü’l-Arabi’ye Göre Dil-Hakîkat İlişkisi Ma’rifetin İfadesi Sorunu (Yayınlanmamış Doktora Tezi), Ankara 2005, s.176-256. 13 Abdurrahman Cami, Nefahâtü’l-üns: Evliyâ Menkıbeleri, s. 34. 14 İbn Arabî, Nefsini Bilen Rabbini Bilir: Varlık, Yokluk ve Nefsin Mertebeleri, Tercüme ve Şerh: M. Esad Erbilî, Hazırlayan: Ercan Alkan, Hayy Kitap, İstanbul 2012, s.38, 46-49, 52. 15 Abdülkadir İsa, Hakâik ani’t-Tasavvuf, Mektebetü Dâri’l-İslâm, Şam 1993, s.130-131. 16 Necmeddin-i Daye, Mirşâdü’l-İbâd, (nşr. M. Emin Riyahi), Tahran 1366, 161; Ahmet Ögke, ‘Türk Tasavvuf Düşüncesinde Şerîat, Tarîkat, Hakîkat, Mârifet Kavramları ve Marmaravî’de ‘Dört Kapı-Kırk Makam’ Anlayışının İzleri’,  Hacı Bektaş Velî Araştırma Dergisi, Ankara, 2001, sayı: 18, s.65-66. 17 Mahmud Esad Coşan, Makâlât, Sadeleştiren: Hüseyin Özbay, Ankara 1996, s.11, 18. 18 Hamiye Duran, ‘Yûnus’ta Sülûk Sistemi’, Hacı Bektaş Velî Dergisi, 2, (Ağustos 1997), s. 12-13. 19 Kuşeyri, Risale, s.61.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak