Ara

Bireyin/Sâlikin Dil, Gönül/Kalp ve Bütün Varlığıyla Hakk’ı Anması: Tasavvufî Düşüncede Zikir

Bireyin/Sâlikin Dil, Gönül/Kalp ve Bütün Varlığıyla Hakk’ı Anması: Tasavvufî Düşüncede Zikir

‘Ezkâr-ı Hüdâyı bî-bahâne, Zikreyle ki zikre yoktu gâye, Ezkâra giriş bi-gayr-i gâyet, Zikreyle Hüdâyı bî-nihâyet’ 1

Kur’ân-ı Kerîm’de değişik varyant ve anlam türevleriyle iki yüz doksan bir yerde geçen2 zikir kavramının sûfî düşüncede üzerinde önemle durulan konuların başında geldiğini ifâde edebiliriz. Sûfîler, Allah Teâlâ’yı anmaktan bir an olsun gâfil olmamak ve bu yönüyle kulluk sırrına erebilmek düşüncesiyle sistemlerini/tasavvufu dizayn etmişlerdir. Sûfî düşüncede nihâî hedef, dil ile birlikte kalp başta olmak üzere bütün âzâların Allah Teâlâ’yı anmasını/yâd etmesini/zikretmesini te’mîn edebilmektir. Onların bu hedefi belirleyerek hareket etmelerinde Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’nin zikir konusuna verdiği önem etkili olmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’de zikir kavramı; ‘namaz, Allâh’ın bizlere verdiği nimetleri ve değerlerini bilmek ve şükrünü getirmek, tefekkürle birlikte hatıra getirmek, çokça hatırlamak, Allâh’ın âyetlerini tezekkür ve tefekkür etmek, Kur’ân âyetlerinden ders almak, Kur’ân okumak, Allâh’ı bütün noksan sıfatlardan tenzîh edip en mükemmel sıfatlarla tesbîh etmek, Allâh’ı yüceltmek, duâ etmek, şükür etmek, mutlak anlamda Allâh’a itâat etmek, ayakta, oturarak, yatarak, kısaca bütün hallerinde Allâh’ı saygıyla anmak, ibâdet, îman, itâat etmek, kulluk yapmak, Allâh’ı rahmet ve mağfiretiyle hatırlamak, Allâh’ın emir ve yasaklarına itâat etmek, geçmiş peygamberlere gönderilen ilâhî mesajlar, ilâhî kitaplar, vahiy, Tevrat, peygamberler, tevhid, Allâh’ın yardımına güvenmek, namaz kılmak, duâ etmek, tekbir getirmek, telbiyede bulunmak ve ibâdet etmek, tenkîd etmek, kınamak zamânı geldiğinde gerçeği anlamak, Allâh’ın hükümlerini benimseyerek yaşamak, övmek, şükrünü edâ etmek, onlarla amel etmek ve gâfil davranmamak, Allâh’ın âyetleriyle insanları uyarmak, nasîhat etmek, kıssa, haber, şeref verici, nasîhat ve düşünceye sevk edici husus, güzel hâtıra, îkaz, delil, hatırlamaya (ibrete) sevk eden vaaz ve öğüt, tezekkür edip ibret alma, öğüt alma, söyleme, uyarı, öğüt verici ve yol gösterici kitap’ gibi anlamlarda kullanılmıştır.3 Vahyin bu geniş anlam yelpazesiyle değer verdiğini gösterdiği zikir, Hz. Peygamber (sav) ve sahâbe-i kirâmın hayâtında da müstesnâ ve hassas bir işleyişle yer almıştır. Hz. Peygamber’in (sav) ‘Her şeyin cilâsı vardır, kalbin cilâsı da Allâh’ı zikretmektir’4 ve ‘Allâh’ı zikredenlerle etmeyenlerin benzeri, diri ile ölünün durumu gibidir5 gibi hadîs-i şerifleriyle zikir konusunun önemini dile getirmesi ve sahâbe-i kirâmın zikrin hakîkatine ulaşmak için gösterdiği gayret, vahyin telkinleri doğrultusunda zikir olgusunu nasıl anlamamız gerektiği konusunda bize ipuçları sunmaktadır. Diyebiliriz ki, Hz. Peygamber (sav) ve sahâbe-i kiram zikrin hakîkatiyle hayatlarına anlam katabilmek, bir başka ifâdeyle Allah Teâlâ’dan bir an gâfil olmadan ömürlerini sürdürebilmek için birçok adım atmışlardır. Hz. Peygamber’in (sav) genel hâlini anlatan Hz. Aişe’nin (r.anha) ‘Resûlullah (sav) her ânında Allah Teâlâ’yı zikir hâlindeydi6 tesbitleri ve Şeddad b. Evs’ten (ra) nakledilen şu hadîs-i şerif bu noktada tatmin edici verileri ihtivâ etmektedir: ‘Hz. Peygamber’le (sav) berâber bir evde idik. Bize sordu: ‘İçinizde garib; yâni ehl-i kitaptan bir kimse var mı?’ Biz: ‘Hayır’ dedik. Sonra kapıyı kapatmamızı emretti ve şöyle dedi: ‘Ellerinizi kaldırın ve Lâ ilâhe illallâh deyin.’ Ellerimizi kaldırdık ve lâ ilâhe illallâh dedik. Sonra Hz. Peygamber (sav); ‘Allâh’a hamdolsun. Yâ Rabbi, Sen beni bu kelime ile gönderdin, bana bunu emrettin ve onda bana cenneti vaad ettin. Sen vaadinden dönmezsin’ dedi. Sonra da şöyle buyurdu: ‘Sevinmez misiniz? Allah sizin hepinizi affetti.’7 Zikir sözlükte ‘bir şeyi telaffuz etmek, ezberlemek, muhâfaza etmek, ders edinmek, çokça okuyarak bir şeyin ezberlenmesini kolaylaştırmak, bir şeye yönelerek onu ezberlemek, okumak, anlamak, güzel bir şekilde övmek veya eleştirmek, ayıplamak, söylemek, şeref ve övünç, şöhret, nişanlanmak, nikâhlanmak, unutmamak, istenilen şeyin zihne döndürülmesi, hatırlama, anma, hatırlatma ve bildiğimiz şeyleri sürekli akılda tutmak’8 anlamlarını ihtivâ eden bir kavramdır.9 Terim olarak zikir “Allâh’ı anmak üzere yapılması veya söylenmesi tavsiye edilen, hamd, duâ, ibâdet ve övgü gibi fiiller ve sözler” şeklinde târif edilmiştir.10 Ebubekir Vâsıtî zikri “Korkunun şiddeti ve üstünlüğü ile gaflet meydanından müşâhede boşluğuna çıkmak”11 şeklinde tanımlamıştır. Darendeli Hacı Hasan Efendi (ö.1984)12 zikri, “Allah’tan başka ne varsa vazgeçmek”13 şeklinde tanımlamış ve zikrin kişiyi taklitten kurtarıp vicdanlı olmaya yükselteceğini belirtmiştir. Zikir için; “Zikredilenin kalbi ele geçirmesidir” tanımlaması da yapılmıştır.14 Türleri ve Kazanımlarıyla Sûfîlerin Zikre Bakışı Tasavvuf târihine bakıldığında zikrin iki şekilde yapıldığı gözlemlenecektir. Birincisi, sessiz/hafî bir şekilde icrâ edilen; ikincisi ise sesli/cehrî olarak yapılan zikirdir. İlk usûl yâni hafî zikir Nakşibendîler’in, ikinci yâni cehrî zikir ise Kâdirî, Rifâî ve Halvetî gibi tarîkatların benimsedikleri zikir türüdür. Bu zikir türlerini sûfîler, yalnız veya topluluk hâlinde icrâ etmişlerdir. Hafî zikir oturularak/kuudî yapılırken cehrî zikir ise hem oturarak/kuudî hem de ayakta/kıyâmî olarak yapılagelmiştir.15  Bir başka sınıflandırmaya göre zikir, dil ve kalple yapılan olmak üzere iki kısımda incelenmiştir.16 Sûfîlerin bu noktada dil ile kalbi birlikte zikre dâhil edebilme konusu üzerinde durduklarını ifâde edebiliriz. Bu noktada çarpıcı tesbitleriyle dikkat çeken isimlerden birisi Kelâbâzî’dir. O şöyle demiştir: ‘Allâh’ı zikir, kişinin O’nun kendisini koruyup kolladığının ve gözetlediğinin şuurunda olmasıdır. Dil ile zikrettiği halde, bu halden uzak olan kişi hakîkî mânâda zikretmemiştir. Yâni dil ile zikir, kalbin zikrinden ibârettir. Kalbin zikri ise zikredileni müşâhede etmektir. Kalbi müşâhedeye ulaşamayan kişi/birey/sâlik, diliyle zikretse de gâfildir. Allâh’ı kalb huzûru, müşâhede ve dil ile zikreden kişi fuâdıyla Allâh’a bakar ve dolayısıyla bu durumdaki kişi sanki cennet bahçelerinde dolaşmış gibi olur.17 Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse zikir, sûfîlerin yaratılış gâyesine bireyi/sâliki ulaştırmak için uygulamalarıyla tesirinden istifâde ettikleri bir yaşam biçimidir. Sûfîler zikri, Allah Teâlâ’dan gâfil olmamak şeklinde anladıkları için seyr ü sülûkun her aşamasında dil, kalp ve diğer bütün âzâlarla gerçek zikre ulaşabilmek için yöntemler geliştirmişlerdir. Az yeme, az uyuma, az konuşma, halvet, namaz, duâ, sabır, tevekkül ve daha birçok uygulama ile zikrin hakîkatine ulaşabilmek için gayret göstermişlerdir. Onların zikirle ilgili tesbitlerinden zikre bakışlarını şu cümlelerle özetlememiz mümkündür: Zikir, gafletten kurtulmanın yoludur.18 Zikir, kulluk gâyesine uygun yaşayabilmenin kendisine bağlı olduğu kavramdır. Zikir, kâinattaki bütün yaratılmışların Allah Teâlâ’yı anma/yâd etme serencâmına iştirâk etmektir. Zikir, Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye perspektifinden varlığı anlama gayretidir. Zikir, sevenin sevdiğini gönlünden/kalbinden çıkarmamasıdır. Zikir, seven ve sevilenin vuslatına işâret eden tecrübedir. Zikir; dil, kalp ve diğer âzâların aşk ile dolmasına vesîle olan araçtır. Zikir; vecd, semâ, raks ve deverânın zemînini hazırlayan, sâliki/bireyi sevgilinin müşâhedesine ulaştıran tefekkürdür. Zikir, gönülden mâsivâyı çıkarıp gönül sarayına pâdişâhı dâvet etme şeklidir. Zikir, hak ile var oluşun sırrına vâsıl olmak ve fânî olan her şeyden yüz çevirmenin göstergesidir. Zikir, elest bezmindeki saf/samîmî inanca ve kulluk için söz verişin şâhitliğine tekrar ulaşmaktır. Zikir, aşk şarabını gönül meyhânesinde yudumlamanın hazzına varmaktır. Zikir, kalbi itminan duygusuna ulaştıran haslettir. Abdülehad Nûrî-i Sivasî’nin zikre dâir şu şiiri ile çalışmamızı noktalayalım: Zikru’llâh ‘ışka sermâye Sâlikun kalbine mâye Ulaşdurur ol Mevlâ’ya Yanalum zikru’llâh ile Zikru’llâh Kur’ân’un sırrı Sanma ol Kur’ân’dan ayrı Yok hidâyet andan gayrı Yanalum zikru’llâh ile ‘Âşık kim zikru’llâh ide Gözlerinden perde gide Hakk’un cemâlin seyr ide Yanalum zikru’llâh ile19

Abdullah SİVASLI

Dipnotlar: [1] Nigarî, Nigârnâme, s.86. 2 Fuad Abdülbaki, Mu’cemü’l-Müfehres, s.271-275. 3 Musa Bilgiz, ‘Kur’an’da Zikir Kavramının Anlam Alanı’ Atatürk Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Dergisi, Sayı: XXV, Erzurum 2006, s.210-212. 4 Heysemî, Mecmeu’z-Zevâid, c. X, s.78. 5 Buhari, Daavat 66. 6  Müslim, Hayz, 117. 7  Müslim, Zikir, Hadîs: 2701. Hz. Peygamber’in (sav) zikir uygulamaları konusunda geniş bilgi için bkz., Kadir Özköse, Dervişin Günlüğü, Mavi Yay., İstanbul 2014, s.99-104. 8 İbn Manzûr, Lisânü’l-Arab, c.IV, s.308; Halil b. Ahmed,  Kitâbü’l-Ayn, tah. Mehdi Mahzumî-İbrahim Samerraî, Mektebetu’l-Hilal, Beyrut Tarihsiz, c.V, s.246; İsfehânî, Müfredât, s.328; Ebu’l-Beka, Eyyub b. Musa, Külliyyâtu Ebi’l-Beka, tah., Adnan Derviş ve Muhammed el-Mısrî, Müessesetü'r-Risâle, Beyrut 1996, s.67. 10 Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s.248; Cebecioğlu, Tasavvuf Terimleri ve Deyimler, Sözlüğü, s.728–729; Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.385–386; Komisyon, Dini Terimler Sözlüğü, s.715–716. 11 Kuşeyri, Risale, s.305. 12 Hayâtı hakkında bkz; Fatih Çınar, Hacı Hasan Efendi ve Tasavvuf Anlayışı, Dilek Matbaacılık, Sivas 2005, 31–56. 13 Hasan Akyol, İslâm ve Ahlâk, Yaylacılık Matbaası, İstanbul 1988, s.60. 14 Seccâdî, Tasavvuf ve İrfan Sözlüğü, s.522. 15 Mustafa Kara, Tasavvuf ve Tarikatlar Tarihi, s.200-211; Hasan Kamil Yılmaz, Tasavvuf ve Tarikatlar, s.162-164. 16 Kuşeyrî, Risale, s. 221. 17 Kelâbâzî, Bahru’l-fevâid, vr 152b. 18 Kelâbâzî, Taarruf, s.154 19 Abdülehad Nuri, Divan, vr. 61b.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak