Ara

Bir Sûfînin Yozlaş(tırıl)an İslâmî Bir Kavrama Dair Tespitleri: Mustafa Takî Efendi ve ‘Cihad’ Kavramı

Kelime anlamı olarak, ‘gayret etmek ve güç yetirmek’ gibi anlamlara gelen cihad kavramı ‘maksada ve belirlenen hedefe ulaşabilmek için tüm gayretini sarf etmek’ şeklinde tanımlanmıştır.[2] Cihad, dünyada İslâm’a yönelik en şiddetli eleştirilerin yapılmasına sebep olan kilit kavramlardan bir tanesidir. Bir algı operasyonun parçası olarak, ‘İslâm’ı şiddet yanlısı ve Müslümanları da zalim/gaddar insanlar olarak gösterme’ gayretlerinde cihad kavramı daima istismar edilmiş, İslâm’ın cihad kavramına yüklediği anlam ve misyon bir kenara bırakılarak tamamen kurgulanmış senaryolarla cihad kavramı da kullanılarak İslâm’a ve Müslümanlara birçok defa saldırılmıştır. Yakın tarihimizde ‘İslâm’ın bir kılıç dini olduğu’ ve ‘Hz. Peygamber’in (sav) dinini zorla yaymaya çalışan birisi’ olduğu gibi iddialar gündemi uzun süre meşgul etmiştir.[3] Günümüzde ise yozlaş(tırıl)an bu kavramı ağzına sakız yapan ama ‘ne anlama geldiğini?’, ‘neyi ifâde ettiğini?’, ‘şartlarının neler olduğunu?’, ‘nelere/kimlere karşı cihad yapılabileceğini?’ ve ‘çeşitlerinin neler olduğunu?’ bilmeyen cahil bir kesim eliyle İslâm’ın ve müntesiplerinin aleyhinde kullanılmaya devam etmektedir. Tekbir getirerek Müslümanı öldüren, besmele çekerek çocukları katleden, savaş ortamı gerekçesiyle Müslüman kadınların namuslarına sataşmaktan geri durmayan bu kesimin, bu dengesiz ve mesnetsiz cihad anlayışına tarihin derinliklerinde de rastlamak mümkündür. Özellikle İslâm’ın bayraktarlığını üstlenen, maddî-mânevî zenginliğiyle her zaman düşmanlarının iştahlarını kabartan Osmanlı’nın çöküş döneminde cihad kavramı etrafındaki birçok tartışmayla, günümüzde de olduğu gibi, dünya kamuoyu İslâm’ın ve müntesiplerinin aleyhine yönlendirilmeye çalışılmıştır. Pozitivist düşünce kaynaklı bu algı operasyonlarına İslâm’ın ana kaynaklarından gereken cevaplar en hızlı şekliyle verilmiştir.[4] İlk mecliste Sivas Mebusu olarak görev yapan ve Nakşî/Hâlidî geleneğinin önemli temsilcilerinden birisi olan Mustafa Takî Efendi de bu hassas süreçte ‘İslâm’da Cihad’ başlığıyla bu çarpık, önyargılı ve sinsi/kötü amaçlı anlayışla mücadele için gayret gösteren önemli isimlerden bir tanesi olmuştur.[5] Onun ilmî birikimi, dönemindeki etkisi ve mânevî kişiliği göz önünde bulundurulduğunda bu önemli konuda İslâm’ın ana kaynaklarına dayanan cevabının döneminde olduğu kadar günümüzde de önem arz ettiği hakîkati karşımıza çıkmaktadır. Çünkü cumhuriyetin ilk yıllarında dünyadan İslâm’ı tamamen silme adına ‘İslâm’ın zorba bir din olduğu’, ‘kendisinden olmayana asla tahammül edemeyen yapısı nedeniyle evrensel olamayacağı’ ve ‘müslümanlardan başkasına yaşam hakkı tanımayan anlayışı sebebiyle kendisinden aslandan kaçar gibi kaçılması gerektiği gibi’ oluşturulmaya çalışan algı sürecinin birebir aynısı günümüz dünyasında da sahnelenmektedir. Oyunların benzerliği çözüm yollarının da büyük ölçüde benzeşmesine sebep olmuştur. Günümüz insanının zihinlerini bulandırmaya yönelik çabalara İslâm’ın temel kaynakları (Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye) çerçevesinde bir sûfînin verdiği önemli bir cevabı paylaşarak günümüzde oluşturulmaya çalışılan algı operasyonuna ve cihad kavramını yozlaştırarak güya mukaddesat uğrunda can alıp-vermeye çalışan zavallılara insafa ve ilmî verilere dayanarak bir nebze olsun yol göstermeyi amaçlıyoruz.  MUSTAFA TAKÎ EFENDİ VE ‘İSLÂM’DA CİHAD’ MAKALESİ Takî Efendi, milli mücadele sürecinde Sivas’ta başlayan ve tüm Anadolu’ya yayılan birlik ve beraberlik ruhunun oluşmasında önemli görevler îfâ eden birisidir. Adliyede çalıştığı dönemlerde, öğretmenlik yıllarında, ilk mecliste üstlendiği kritik görevlerle ve kendisine gönül veren insanları topyekûn bir mücadeleye davet ettiği tekke faaliyetleri ile din, vatan, namus, bayrak ve mukaddes değerler etrafında müslümanları ve Osmanlı vatandaşlarını bir arada toplamaya çalışmış önemli bir simadır. Onun özellikle sûfî kişiliği dolayısıyla ‘cihad’ kavramına dair değerlendirmeleri son derece önem arz etmektedir. Çünkü o, tasavvufu hiçbir zaman ‘köşesine çekilmek ve mânevî zevkler/haller ile meşgul olmak’ şeklinde algılamamıştır. Hatta bu noktada, çevresine duyarsız, müslümanların dertleriyle dertlenmeyen ve kendilerini sûfî olarak adlandıran çevreleri/çehreleri şiddetle eleştirmiştir.[6] Bu yönüyle denilebilir ki Takî Efendi, bir yandan cihad kavramına dışarıdan yöneltilen eleştirilere cevap verirken bir yandan da bu kavramı yanlış anlayan/değerlendiren İslâmî kesimlere yönelik sert eleştirileriyle konuya içerden de çarpık bakışların olduğunu ifâde etmeye çalışmıştır. Mustafa Takî Efendi, cihad ile ilgili makalesini İstanbul’da Ermenice yayımlanan ‘Azadamard(?)’ adlı gazetenin 25 Teşrin evvel 1327 /1909 tarihli sayısında ‘Hem Faydasız Hem de Tehlikeli’ başlıklı yazıda İslâm’ın cihad anlayışıyla ilgili dile getirilen mesnetsiz ve iftira yüklü makaleye cevap olarak kaleme almıştır. Adı geçen gazetedeki makaleye göre İslâm’da cihad, İslâm’ın kılıçla yayıldığını gösteren bir kavramdır. Bu iddiaya Takî Efendi, yirmi başlık altında İslâm’ın hangi usullerle dünya insanlarıyla buluştuğuna dair kaleme aldığı bir makalesiyle cevap vermiştir.[7] Yine bu gazetenin iddiasına göre Müslümanlar zulmetmekten zevk alan barbar insanlardır ve kendilerinden olmayanlara asla tahammül göstermezler. Takî Efendi, bu ve buna benzer iddialarla cihad kavramı ekseninde İslâm’ı ve Müslümanları kötü, acımasız ve tahammülsüz kimselermiş gibi göstermeye çalışan iddialara bırakın Müslümanların zulümlerinden bahsetmeyi Müslümanların sadece Allah (cc) birdir, Hz. Peygamber (sav) O’nun kulu ve elçisidir, dedikleri için maruz kaldıkları örnekleri hatırlatarak cevap vermeye başlamıştır.[8] Bu anlamda Takî Efendi, Hz. Bilal (ra), Hz. Yasir ve ailesi (r.anhüm), Hz. Musab b. Umeyr (r.a), Hz. Akra’ (r.anha), Hz. Rebi’ (r.anha), Ebu Hz. Talha el-Ensari (r.a), Hz. Ebu Vicane (r.a), Hz. Ömer İbnu’l Cumuh Ensari (r.a), Hz. Hanzala (r.a), Hz. Sa’d b. Rabia (r.a), Hz. Abdullah b. Cahş (r.a), Hz. Sad b. Ebi Vakkas (r.a), Hz. Nesibe binti Ka’b (r.anha) ve Hz. Talha b. Ubeydullah (r.a) gibi zatların sadece Müslüman oldukları için maruz kaldıkları zulüm ve işkenceleri detaylı bir şekilde dile getirmiştir.[9] Bu noktadan sonra Takî Efendi, yazarın iddia ettiği gibi İslâm’da gaddarlık ve barbarlığın simgesi/sembolü olan bir cihad anlayışının olmadığını söylemiştir. Takî Efendi, gazetenin ‘Senûsîlerin şeyhi İtalyanlara karşı cihat ilân etmiştir. Kumlu çöllerde serseri dolaşan bir Arap kabilesi şeyhinin, şu fevkalâde faydasız ve tehlikeli hareketinden dolayı Osmanlı vatanseverlerinden bazıları sevinçlerini ortaya koymaktadırlar’....’Serseri bir kabile reisinden siyasi devranda paşalık beklenilemez. Fakat İstanbul’daki siyasî mevki sahiplerinden düşünen kimselerden azıcık da olsa insaflı şeyler duymaya hakkımız vardır. Kuralsız/hatalı düşünceler ve hayaller ortaya atıp da bu geleceği karanlık memleketin geleceğiyle oynamakta onların hiç bir hak ve yetkisi yoktur. ‘Cihâd’ veya ‘Dinî Savaş’ fikrini müdafaa etmek değil, ondan bahsetmek bile caiz değildir. Zira kuralsız olduktan sonra, bu husus tehlikeden de uzak değildir’ iddiasının yanlı ve taraflı bir şekilde savunulduğunu ve yazarın cihad tabiri için ‘Müslüman olanların birleşerek Müslüman olmayan her kavim ve millet üzerine savaş ilân etmesi’ gibi bir mânâyı düşündüğünü, bunun ise son derece yanlı ve yanlış bir anlayış olduğunu belirtmiştir. Ona göre cihad; ‘Müslüman olanların birleşerek Müslüman olmayanları öldürmesi ve mahvetmesi’ değildir. Cihad; ‘dinin, vatanın ve milletin çiğnenmesi durumunda meşru olan bir savunma’ hakkıdır. Cihadın hayata geçirilmesi ise birçok insanî şarta ve barış içerisinde yaşama ilkesine bağlıdır.[10] Takî Efendi’ye göre ‘Cihad’, bir ülkenin fertleri arasında huzur varsa ve hak ihlali yoksa meşru değildir. Cihadın amacı, İslâm devletinin topraklarını yabancı saldırılardan korumaktır. Korunması gereken zarûrî ilkelerin ihlali cihadın meşru olması için sebeptir. Yani, insanların din, akıl, nesil, mal ve can güvenliği tehlikeye düşerse cihad o zaman devreye girer ve haddi aşmaksızın mücadeleye izin verir. Yoksa cihad, öldürmek, sindirmek ve Müslüman olmayanlara yaşam hakkı tanımamak anlamına gelmemektedir. Mustafa Takî Efendi, cihad kavramını izah ederken İslâm’ın temelde mânevî tedbirleri almayı öngörmesiyle birlikte maddî/zahirî sebeplere bağlanmayı da emretmesi gibi bir özelliğinden de bahsetmiştir. Ona göre, İslâm’ın zahirî tedbir dediği unsur ‘Cihad’ kavramıyla ifâde edilmiştir.[11] Takî Efendi, gazetenin İslâm’ın bir kavramından bahsetmesine rağmen, İslâm’ın aslî kaynaklarından hiç faydalanmadan/bahsetmeden böylesine önemli bir kavramın içinin boşaltılıp aslından çok farklı bir şekilde takdim edilmesinin ilmî açıdan bir ahlaksızlık olduğunu belirterek bu anlayışı eleştirmiştir. Ona göre bu tavır art niyetlidir ve cahillikle bu anlayış temellendirilmeye çalışılmıştır. Takî Efendi, bu çarpık/eksik/kusurlu bakış açısıyla İslâm’ın bu kavramına/cihada bakıldığında makale sahibinin geldiği noktayı yadsımamak gerektiğini belirtmiştir. Oysa İslâm’a göre cihad, korunması gereken zaruretlere bir müdahale olduğu zaman meşrudur. Bu zaruretler vatanın bütünlüğüne yönelik tehditler, can, mal, ırz, akıl ve nesil emniyetleridir. Korunması gereken bu zaruretlere yapılacak acımasız müdahalelere karşı cihad kavramı ile İslâm, bir savunma mekanizması geliştirmektedir.[12]  SONUÇ VE DEĞERLENDİRME Mustafa Takî Efendi, döneminde İslâm’ı kötü göstermek için atılan adımlardan birisi olan gazete/dergi yoluyla yapılan bir adıma insaf ve İslâmî ölçüler çerçevesinde cevap vermiştir. Onun bu cevabı günümüzde de ‘Cihad’ kavramı bahane edilerek İslâm’a yapılmaya çalışılan saldırıların perde arkasındaki psikolojik hali göstermesi/yansıtması bakımından önemlidir. Onun, cihad tabirinin anlam genişliğini daraltarak içinin boşaltılmaya çalışılması ve cihada İslâm’da olmadığı halde Müslümanların birleşerek diğer bütün insanları öldürmeleri gibi bir anlam yüklenmesinin başlıca sebebi art niyetliliktir. Takî Efendi’ye göre bu durum, dünyaya yön veren güçlerin, her geçen gün güçlenen ve insanların umudu haline gelen İslâm’ın hızını kesebilme adına attıkları bir adımdır. Onun bu tespiti günümüz güçlerinin de aynı yöntem ve anlayışla hareket ettiklerini göstermesi bakımından manidardır. Yaşadığı dönemin hiçbir meselesine kayıtsız kalmayan Takî Efendi’ye göre cihad kavramı etrafında koparılmaya çalışılan fırtınaların dünyayı kasıp kavuran bir yapıya bürünmesinin bir diğer sebebi de cahilliktir. O, İslâm’ın özünde, can, mal, vatan, akıl ve din gibi temel insanî hususları korumak için bir savunma aracı olarak öngördüğü cihad kavramının tamamen zıt bir anlayışa dönüştürerek kullanılmasını cahilliğin bir alameti olarak takdim etmiştir. Ona göre, İslâm’ın dışından art niyetli yaklaşımlar sebebiyle bu kavramın istismar edilmesi söz konusu olduğu gibi İslâm’ın verilerinden hareket etmeden tabiri caiz ise dolduruşa gelerek bu kavramın geniş anlam boyutunu buharlaştıran bazı kesimler de bulunmaktadır. Yine Takî Efendi’ye göre cihad kavramı, maalesef, müslümanların bir bölümü tarafından eksik, yanlış ve hatalı anlaşılmaktadır. Bunun çözüm yolu ise İslâm’ın ana kaynaklarına müracaat ederek dinin bizatihi kendisinin bu kavrama yüklediği engin ve kapsayıcı anlam dünyasına ulaşmaktan geçmektedir. Takî Efendi’nin bu tespitleri günümüzdeki itham ve tartışmaları aynı zamandan da çözüm yollarını birebir ifade etmektedir. Takî Efendi, cihad kavramı başta olmak üzere İslâm’ın birçok kavramını İslâm dünyasının gerektiği ifade edip savunamamalarını İslâm tarihine ve Batı zihniyetinin insanlık tarihinde yaşanmasına vesile olduğu acı tablolara vâkıf olmamaya bağlamıştır. Ona göre, İslâm tarihi iyi bilinirse Müslümanların bırakın zulmetmeyi inançları nedeniyle gördükleri acı öyküler bu tür ithamlara karşı bir kalkan olacaktır. Yine Batı’nın gerek İslâm dünyası gerekse diğer milletlere yaşattığı zulüm iyi idrak edilirse bugün İslâm’ı zorba bir din ve müslümanları gaddar/zalim insanlar olarak takdime edenler mahcup olacak ve bu mesnetsiz iddialarından vazgeçmek durumunda kalacaklardır. Takî Efendi’nin altını çizdiği bir husus da Müslümanların cihad anlayışları sebebiyle değil İslâm’a tamamen sıkı tutunamamaktan kaynaklanan bir durumdan dolayı zayıf ve aşağı bir konumda oldukları hakikatidir. Ona göre, Müslümanların bu durumu İslâm’a değil, İslâm’ın gereklerine gereği gibi sarılmayan müslümanların sebep olduğu bir haldir. Takî Efendi’nin dile getirdiği bu husus, günümüz dünyasında da ısrarla görmezlikten gelinen bir gerçektir. İslâm’a hakareti ve Müslümanlarla alay etmeyi hayat tarzı olarak benimseyen çevreler genel olarak Müslümanların bölünmüş, savaş ve kanla anılan hallerine bakarak bu üzüntü verici tablonun sebebi olarak İslâm’ı görme gibi bir yanılgının içerisinde kendilerini bulmaktadırlar. Hâlbuki onlar bu önyargıyı bırakıp İslâm’ın güzelliklerini müşahede edebilseler ve müslümanlar sahip oldukları avantajlı konumlarının farkına varabilseler dünyanın çehresi günümüzdeki gibi kan ve gözyaşının hâkim olduğu bir fotoğrafı bizlere sunmayacaktır. Takî Efendi’nin gündeme taşıdığı bir diğer konu da müslümanların kendi değerlerini gerektiği gibi diğer insanlara anlatamama zaaflarıdır. Maalesef bu zafiyet günümüzde de devam etmektedir. İsmi ‘Barış’ anlamına gelen İslâm dini ‘Savaş’ dini olarak bütün dünyaya lanse edilmeye devam etmektedir. Takî Efendi’nin döneminde gördüğü bu eksiklik günümüz Müslümanlarının eksikliğini hissettikleri bir husus olmalı ve bir an önce bu konuda tedbirler alınmalıdır. İslâm dünyasının kendisinin söyleyip kendisinin dinlediği bir yöntemle son ilahî vahyin mesajını bütün bir dünyaya ulaştırma şansları bulunmamaktadır.   Sonuç olarak ifâde etmemiz gerekirse ilk meclisin mânevî mimarlarından olan Takî Efendi’nin cihad kavramı üzerinden İslâm’ı eleştirmeye çalışanlara verdiği bu tarihî cevap günümüz insanı açısından dikkatli bir şekilde okunması gereken mesajlar içermektedir. Onun tespit ve tavsiyeleri tazeliğini halen korumaktadır. Bugün bizlere düşen görev, Mustafa Takî Efendi ve onun gibi zamanlarını aşmayı başarmış gönül üstatlarını yakından tanıma gayreti içerisinde olmamız ve o kutlu insanların yollarını takip ederek hayatlarımızı anlamlı hale getirebilme endişesini taşımamızdır.     [1] Tokat İl Vaizi. [email protected] [2] Zebîdî, Tâcu’l-arûs, min cevâhiri’l-kâmûs, Mısır, 1300–1307, c.II, s.329; Zemahşerî, Esâsu’l-belağa, Beyrut, Dâru-Sâdır, 1965, s.156; El-Mu’cemu’l-Arabiyyu’l-Esâsîyyü, Heyet, s.227; Muhammed Hayır Heykel, Cihad ve'l-Kıtal fi siyaseti'ş-Şer’iye, Beyrut 1997, c.I, s. 38. [3] Papa XVI. Benedictus, Almanya'daki Regensburg Üniversitesinde 12 Eylül 2006 tarihinde verdiği bir konferans sırasında ‘Bana Muhammed'in hangi yenilikler getirdiğini gösterin, orada hep şeytani ve insanlık dışı şeyler bulacaksınız. Örneğin dini kılıç zoruyla yayması gibi;2 sözleri ve etrafında cereyan eden tartışmaları kastediyoruz. [4] Ahmet Özel, ‘Cihad’, DİA, c.VII, İstanbul 1993, s.530–531; Bekir Topaloğlu, ‘Günümüzde Cihad’, DİA, c.VII, İstanbul 1993, s.532–534. [5] Hayatı ve misyonu hakkında bkz., Fatih Çınar, Sivas Mebusu Şeyh Hacı Mustafa Takî-Doğruyol- Hayatı, Eserleri, Fikirleri, Tesirleri Ankara 2004 (Basılmamış Lisans Tezi);aynı müellif, ‘Millî Mücadelenin ve İlk Meclislin Manevî Mimarlarından Sivaslı Bir Âlim: Mustafa Takî Efendi’, CÜİFD, Sivaslı Din Bilginleri Özel Sayısı, Sayı IX/2, Sivas 2005, s.169–204; aynı müellif, Mustafa Takî Efendi Ve Milli Mücadele,Somuncu Baba, Sayı: 72, Ekim 2006, s.56–58. [6] Bir makalesinde şu ifadelere yer vermiştir: ‘Ey salihler! Ey abitler! Ey zahitler! Artık ağlayınız! Ağlayınız ki o ağlayışınız, tekbir ve tezekkürünüzden daha müessir olacaktır. Farz edelim ki sizler hayatınızı bir huzur ve manevi zevk ile geçirdiniz, fakat sizin hayatınızla beraber bu din-i mubinin sönüp gitmesine, camilerin kilise olmasına, minarelerde çan çalınmasına, o saf kalpleriniz razı olur mu? İstiyor musunuz ki sizden sonra âlemde yüce yaratıcıyı tevhit edecek, Resûl-i Zişan’ı tasdik eyleyecek bir fert bulunmasın? Ya Rabbü’r-Raûf! Sen esirge! Ey sûfi kardeşler! Tarikat yollarının en büyük piri Hz. Sıddîk ve Hz. Ali (r. anhüma) değil mi? O ikisinin o kadar gayretlerde ve o kadar gazalarda bizzat bulunduklarını, bütün varlıklarını feda ettiklerini okumadık mı? Öyleyse sizde kendinizi ayrıcalıklı görmeyiniz. Bütün Müslümanlarla beraber maddeten ne yapmak icap ediyorsa önlerine düşünüz. Bir taraftan da mübarek, mukaddes makam-ı ilahiye samimi dualarımızı niyazlarımızı bu millet için istiğfarlarınızı yükseltiniz.’ Mustafa Takî, ‘Hitabe’, Sebilürreşat, c.XIX, sayı: 487, Yıl: 1337/1919, s.204. [7] Mustafa Takî, ‘Sâbikîn-i İslâm ve Keyfiyeti İntişâr-ı Din, Sebilürreşat, c.XX, sayı:510, Yıl:1338/1920, s.183–185. [8] Mustafa Takî, ‘İslâm Fedakârlığı’, Sebilürreşat, c.XX, sayı:527, Yıl:1339/1921, s.218–219. [9] Mustafa Takî, ‘Sâbikîn-i İslâm’ın Fedakârlığı’, Sebilürreşat, c.XX, sayı:517, Yıl:1338/1920, s.266–267; ‘İlk İslâm Mücahitleri’, Sebilürreşat, c.XXI, sayı: 527, Yıl:1339/1921, s.54–55. [10] Mezhepler cihadın mubah olması için farklı şartlar öne sürmüşlerdir. Örneğin Hanefî, Maliki ve Hanbelîlerin çoğunluğu cihat için inanmayanların Müslümanlara savaş ilân etmelerini ve haddi aşmalarını şart olarak kabul ederler. Şafiî ve Zahiriler ise cihat için karşı tarafın kâfir olmasını yeterli sebep olarak kabul etmektedirler. Ancak İslâm hukukçularının çoğunluğunun ortak fikri cihadın mubah olması için düşmanın tecavüzünün söz konusu olmasıdır. Bu konuda daha detaylı bilgi için bkz; Özel, Cihad,s.528–529. [11]Mustafa Takî, İslâm’da Cihad, Sırat-ı Müstakim, c.VII, Sayı:172, Yıl:1327/1908, s.244–246. [12] Takî, İslâm’da Cihad, Sırat-ı Müstakim, c.VII, s.245.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak