Ara

Bir Sûfî Çevresine Hangi Nazarla, Nasıl Bakar?

Bir Sûfî Çevresine Hangi Nazarla, Nasıl Bakar?

Çevre, insanı ve insanın dışındaki her şeyi içerisine alan bir kavramdır. Çevre denilince, doğal çevre sınıfına giren ormanlar, tarlalar, yaban hayâtı gibi kavramlar akla gelse de çevre kelimesi geniş bir alanı içerisine alan kavram olarak karşımıza çıkmaktadır.

Sûfîlere göre çevre, âlem kelimesi ile karşılanmaktadır. Onlara göre “âlem”, “tesbîh, takdis ve itāatiyle Allah tarafından belirli bir nizam ve gāyeye göre yaratılmış ve mükemmel olarak var edilmiştir.”1 İnsan bu yaratılmış âlem ile alış-veriş içerisindedir. Âlemde bulunan tüm elementler insanın bünyesinde de bulunmaktadır. Bu sebeple sûfîler çevreyi insân-ı kebîr, insanı da âlem-i kebîr olarak görürler.

Sûfîlere göre çevreyi oluşturan varlıkların tamâmında Allâh'ın esmâ ve sıfatları yansımaktadır. Örneğin yeryüzünde oluşan bir kirlilik Allâh'ın el-Kuddûs isminin tecellîsiyle temizlenmektedir. Bu sebeple sûfîler bu esmânın tecellîsine nâil olabilmek için kendilerini ve çevrelerini temiz tutarlar.2 Sûfîlere göre cansız görünen tüm varlıklar hakīkatte canlıdırlar. İnsanlar onları sessiz ve hareketsiz görseler de her biri kendi dillerinde Hakk’ı zikretmektedirler. Âlemde her şeyin Allâh'ı zikrettiğini düşünen sûfîler bu zikre mâni olacak her şeyden kaçınmaktadır. Hattâ bununla ilgili, üstâdının “kırdan çiçek toplayıp getirin” emri üzerine çiçekleri zikreder gördüğü için koparmaya kıyamayan sûfî menkıbeleri anlatılmaktadır.3

Sûfîlere göre çevre, tevhîdî bir anlayışı da berâberinde taşımaktadır. Zîrâ tevhîd, Allâh'ı yaratılmış her şeyin yegâne sāhibi olarak görmektir. Çevrede, Allâh'ın yaratmış olmadığı tek bir zerre dahi yoktur. Bu sebeple âyet-i kerîmede şöyle denilmektedir: “Onlar; ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarlarken Allâh'ı anarlar. Göklerin ve yerin yaradılışı hakkında düşünürler: ‘Rabb'imiz! Sen, bunu boşuna yaratmadın, Seni her türlü noksanlıktan tenzîh ederiz. Bizi ateşin azâbından koru.’ derler”4 Sûfîler bu tevhîdî nazarla çevrelerine bakmaktadırlar. Onlar çevrede yaratılmış olan her şeyi tefekkür penceresinden bakarak değerlendirir. Bu berâberinde çevreye olan saygıyı meydana getirmektedir. Etik bahsinde ele alınacak belki de en önemli mesele burasıdır. Saygı ve yaşam hakkı sâdece insana verilmiş bir şey değildir. Varlıkların hayat haklarına müdahale etmemek, onları tahrîb etmemek, dengeyi bozacak eylemlerden kaçınmak Allâh'a karşı sorumluluk bilinciyle kemâle ermektedir.

Sûfîlere göre insan ve çevre ayrı varlıklar değildir. Aynı yaratıcı tarafından yaratılmış olmaları onları birbirine ayna kılar. Diğer taraftan sûfînin varlıklardan öğreneceği şeyler vardır. Örneğin Mevlevîlerde bir mürîd dergâha geldiğinde ilk olarak onu mutfak görevine verirler. Sûfî burada çiğ olarak mutfağa giren malzemenin pişerek enfes bir yemeğe dönüşmesi üzerinden kendi kemâlini bulmaktadır.5 Mutfak görevi berâberinde sûfîde hizmet şuurunu oluşturmaktadır. Kendinden önce başkasını düşünmeyi, kötülüğü kendinden bilmeyi öğrenen sûfînin, bu hizmette olgunlaştıktan sonra çevresine karşı bir ahlâksızlık geliştirmesi de mümkün görülmemektedir.

“Çevrenin nīmet olduğunu düşünen ve kâinat nīmetlerinden gereğince faydalanmayı öngören, emânet ve halîfelik sorumluluğuyla çevrenin îmârına koyulan sûfîler, sorumluluklarının ötesinde çevresindeki varlıklara iyilikler yapmayı, sevgi beslemeyi, ferâgatte bulunmayı öngörmüşlerdir.”6 Onlar âlemdeki her şeye merhamet ederek Hakk’ın merhametine nâil olma bilinciyle hareket ettikleri için sâdece merhamete muhtaç olan varlıklara değil, merhamete ihtiyâcı olduğunu dile getiremeyen tüm çevrelerine aynı nazarla bakarlar. Yaratılanı yaratandan dolayı her anlamda hoş görme bilincidir bu aynı zamanda. Mevlevîlerde “görüşme” denilen erkân vardır. Bu erkâna göre mevlevîler dokundukları her eşyâyı teşekkür ifâdesi olarak öperler. Kendilerine hakkı geçen hangi eşyâ olursa olsun onu bir bûseyle taltîf ederler. Örneğin bir Mevlevî yatağına yattığında yastığının ve yorganının ucunu öper yāni onunla görüşür, bir kitabı raftan alınca onu öper yerine koyacağı zaman da onu öperek koyar.7 Sûfîlerin cansız varlıklara olan bu hürmeti, onların eğitim sistemlerinin netîcesidir. 

Çevrenin korunması bahsi sûfîlere göre bir insanlık sorumluluğudur. İnsan çevrenin sāhibi değildir. Her şey ona verilmiş bir emânettir. İnsan bu noktada halîfe olarak gönderilmiştir. Bu durum da insanın çevresine üstünlük taslaması anlamına değil çevreyi îmâr etme sorumluluğunu üstlenmesi anlamına gelmektedir. İnsan çevreyi bir tüketim çılgınlığı içerisinde savuramaz. Bu sebeple sûfîler zühd ve uzleti tercîh ederek dünyâya dâir isteklerini azaltarak, tüketime bağlı çevre isrâfını engellemeye çalışırlar.8 Günümüz insanının emânetten uzak yaşantısı, kaynakların tükenmeyeceğini düşünmesine yol açmaktadır. Bunun terbiyesi ise uzleti tercîhten geçmektedir.

Sûfîler takvâ anlayışı ile ubûdiyetin zirvesinde çevrelerine karşı sorumluluk bilinci taşırlar. İnsan çevreye karşı tavrından hesâba çekileceği için sûfîler bunu takvâ sınırları içerisinde ele alır ve nasıl ki harama düşme korkusu ile şüphelileri terk ediyorsa çevreye karşı vereceği bilinçsizce bir ezâdan da Allâh'a sığınmaktadırlar. Bu sebeple bir eşyâyı bir yere koyacakları zaman dahi sükunetle koymayı tercîh ederler.

Sonuç Olarak;

Tasavvuf açısından bakıldığında çevreyi severek, onu tahriften uzak durarak ve temiz tutarak çevreye değer vermek mümkündür. Sûfîler Hâlık’a itāat, mahlûkâta şefkat ilkesini benimsemektedir. Onlara göre bütün âlem ilâhî sevginin eseridir. Allâh'ı seven bir insanın O’nun yarattıklarını sevmemesi mümkün müdür? Hz. Peygamber “Uhud bizi sever, biz de Uhud’u severiz” diyerek bu ilkeye işâret etmektedir. Sûfîlerin çevre değerlerinin ikincisi onu tahriften uzak durmaktır. Sûfîler murâkabe bilinciyle hareket ederler. Murâkabe “kulun, sürekli biçimde Allah Teālâ’nın gözetimi altında bulunduğunun şuur ve idrâkinde olması”9 anlamında kullanılmaktadır. Allâh'ın her an kendisini gördüğünün bilincini iliklerinde hissetmiş bir şahsın herhangi bir varlığı bilinçli bir tahrîfi düşünülemediği gibi onu koruması da beklenmektedir. Sûfîlerin çevreyi temiz tutma noktasındaki özenleri de çevreye verdikleri değerin bir göstergesidir. Zîrâ sûfîlere göre kalp mir'ât yāni aynadır. Kalp aynası pas ve kirden temizlenmedikçe kendisine yansıyan şeylerden temizlik beklenmez. İnsan kalp aynasını temizledikçe çevreden ona Allâh'ın esmâ-i ilâhîsi yansır. İç temizliği, dış temizliğini getirir. Böylelikle bir sûfî bâtın çevresinin temizliğinden zāhir çevresinin temizliğine geçiş yapar.10 

Dipnotlar:

1 Kadir Özköse, “Tasavvuf ve Ekoloji̇”, Çevre ve Ahlak (Sûfî Geleneğimiz ve Çevre Bilinci, Gaziantep, 2014), 369.

2 Özköse, “Tasavvuf ve Ekoloji̇”, 370.

3 Esmâ Sayın, “Tasavvufî Kavramlar Açısından Tasavvuf Kültüründe Çevre Bi̇li̇nci̇”, International Periodical for the Languages, Literature and History of Turkish or Turkic 12/21 (2017), 468; Özköse, “Tasavvuf ve Ekoloji̇”, 371.

4 Â-li İmrân, 3/191.

5 Lamia Levent Abul, “Mevlevilerde Çevre Tasavvuru”, Çevre ve Ahlak (İstanbul: Çevre Vakfı, 2020), 110.

6 Özköse, “Tasavvuf ve Ekoloji̇”, 374.

7 Abul, “Mevlevilerde Çevre Tasavvuru”, 118.

8 Sayın, “Tasavvufî Kavramlar Açısından Tasavvuf Kültüründe Çevre Bi̇li̇nci̇”, 471.

9 Süleyman Uludağ, “Murakabe”, Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi (İstanbul: TDV Yayınları, 2006).

10 Necmettin Ergül, “Tasavvuf’ta Çevre Algısı”, The Journal of Academic Social Science Studies, (2015), 246-248.

 

Ağustos 2022, sayfa no: 60-61-62

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak