Ara

Bir Medhal ve Zengibar Vilâyeti

Bir Medhal ve Zengibar Vilâyeti
İnsanın tahayyülünde her dönem, yaşanılanlardan ötürü kıyâmete en yakın devirdir. Din olgusundaki her hasar insanın ictimâî hayâtına nüfûz eder. Zâhirde aynaya insan akseder fakat aynada siyâset hâsıl olur. Dînin sekülerizme tâbi olmaya başlaması ile birlikte insanın hakîkate dokunabilmesi her geçen gün zorlaşmaktadır. Bin dört yüzyıl öncesinde bilginin kaynağı ile âşinâ olan ceddimizin torunları olan bizler bugün “Mutlak bilgi nedir?” minvâlinde sorular sormaya başlamışsak eğer; globalleşmenin, perdelerin, bulanıklaşmanın ve ferâsetten fersah fersah uzak kalmanın zuhûrâtına gark olmuşluğumuzdandır. Din, insanı hakîkate rapteden şeydir. Her din iki unsur ihtivâ eder: Doktrin olarak mutlak hakîkati nisbî olandan ayırır. Metot olarak ise varlığın amacına ve ma’nâsına uygun biçimde Allâh’ın irâdesine göre yaşamaya kapı açar. Bu durumun insan hayâtında fiiliyâta dökülmüş hâli ise “ahlâk” kavramı ile karşılanır. Ahlâk, güzel huy ve davranışların insanda meleke hâline gelmesidir. Nübüvvetin esâsı da “ahlâk-ı hasene” temeline dayalı bir sistem inşâ etmektir. Dîni; kalbî tecrübe ve hassâsiyetlerle yaşama sanatı olarak tanımlanan tasavvufun konusu ise tahalluk ve tahakkuktur. Tahalluk (mücâhede-muamele), tasavvufun nefis tezkiyesi ve kalb tasfiyesi tarzındaki eğitim boyutudur. Tahakkuk (mukâşefe) ise mânevî yükselişten sonraki ledünnî esrâra erişme şeklindeki Rabbânî biliş, duyuş ve seziştir. Tahalluk, İslâm ahlâkını öğrenip benimsemek demek olduğuna göre tasavvuf ile ahlâk ilmi iç içedir. Düne, bugüne ve dahi geleceğe ilm-i ledünden esrâr saçan Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî’den; dünyevîleşen bizlere, hikmetlerinde “terk” kavramı ile alâkalı mesajlar vardır. Arazlarla meşgûl olan bizler, cevherlere dönüş için “terk”e ve “terkin mâhiyeti”ne, “nasıl ve ne şekilde yapılacağına” Hz. Pîr’in dilinde nüfûz etmeye çalışacağız. Mevlânâ dili ile nitelendirdiğimiz lisân; din dilinden yâhud tasavvuf ıstılâhlarından gayrı değildir. Zamâna, mekâna ve insana râbıtalı olan dil; canlıdır ve değişkendir. Âdetâ su gibidir. Girdiği kabın şeklini ve kokusunu alır. Istılâhlar da suya teşbihen zaman, mekân ve insana odaklı olup hâlden hâle bürünmektedir. Benliği terk etmek İbnü’l- Arabî ve takipçilerinde fenâ ve bekaa kavramları ile karşılanıyorken; Mevlânâ dilinde kavramsallaştırdığımızda terk-i hestî ve terk-i terk ıstılâhları ile ifâde edilir. Dünyâya meyletmemek zühd, bu hâli meslek edinenlere zâhid denirken; Hz. Hüdâvendigâr halka öğütlerinde ma’nâ i’tibâriyle: “terk-i dünyâ eyleyin” der. Terk; Arapça isimdir ve bırakmak ma’nâsına gelir. Tasavvufî ma’nâda dört şekli vardır: Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i hestî ve terk-i terk. “Hest tâc-i ârifân ender cihân ez çıhâr terk Terk-i dünyâ, terk-i ukbâ, terk-i hestî, terk-i terk.” … İllerden de bir ildir Zengibar vilâyeti… Tebaasında Zenci hüküm sürmede... Türk ile Rûm ise azınlığı teşkîl etmede… Nefse âşık, kara yüzlü, çirkin rûhlu diye betimlenir Zenci bu vilâyette. Kadın-erkek dahi ayrılamaz nitelikte… Ecel bineği gelip de tâ ki illerinden çıkarılana dek sürer bu düzen elbette. Rûhları yedi kat gök olan ve ışık melekleri bulunan Türk ile Rûm güzelleri var bir de… Hikâye tam da burada birleşmede… Aynaya ve dahi ayna ıssına düşman olan Zengibar’ın tebaası, Türk ili ve Rûm ülkesinden çocuklar devşirmede. Cemâl aynasının tecelligâhı olan Türk ile Rûm’a hasedinden celâl perdesinden bir katre çalmada Zenci. Demek ki aklıkla karalık savaş vermede. Yâhud ensârın muhâcire olan yabancılığını hissetmemek için devşirilen rûh, kara sürmede yüzüne. Fakat iki hal de Hakk (cc) katından bir nidâ’ya gebe: -“Andolsun kıyâmet gününe ve andolsun kendini kınayıp duran nefse.” (LXXV /Kıyâme, 1-2.) -“Şüphe yok ki eşlerinizin ve evlâdınızın ba’zısı düşmandır size.” (LXIV /Teğabun, 14.) Ensâr, o ensâr değil. Geçici âlemin güzelliği, dilberi, tadı, şehveti. Ay gibi yüzüne düşman Türk ile Rûm’un, Zenci… Ehl-i dünyâ ile ehl-i ukbânın çatışmasıdır aralarındaki. Mahşerin, mîzan terâzisinin hikmetidir bir nev’i bu. Eğreti karalık zaman geçtikçe sîmâlardaki o aklık ve kızıllığı pörsütüp yerini almasın diye tez elden kara renkten sıyrılmak ister Türk ile Rûm güzelleri… “Yüzlerinizi yıkayın, bir gündür o gün ki yüzler ağarır, yüzler kararır” hükmünce… (III, 106.; V,6.) Güzellerden biri olan Türk çocuğu ise: “Yüzünü yıka yıka diye usandırdın beni; yüz karalığı kötü bir şeyse o kara yüzlüler neden neşeli; biz yüzümüze düzgün sürünce niçin bizimle eğleniyorlar?” der. -“Gerçekten de Allah güzeldir, güzelliği sever.” (Müslim, 336.) -“Şüphe yok ki suç işleyenler, inananlara gülerler.” (LXXXIII /Mutaffifîn, 29.) hakîkati zuhûr eder. Zâhirden bâtına geçiştir Zengibar vilâyeti yâhud somuttan soyuta… Tıpkı dünyânın gezegenlerden bir gezegen olması gibi… İçinde Nemrûd’u, Mûsâ’yı, Hârûn’u barındırması; Zenci’ye, Rûm’a ve Türk’e nisbetiyledir. Göz, kulak ve kalbin taşlaşması; yüzdeki karalığa remziyledir. Terk-i dünyâ eyleyenler ile ehl-i dünyâ olanların Zengibar ya da Dünyâ’da bir olması eşyânın zıddı ile kâimliği sadedindedir. Ve nihâyetinde hepimiz uyalım da cânla-gönülle: “Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ın adıyla!” diyelim. Yeşim Köse Çelik

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak