Sûfîler, sır perdelerini aralayıp yaşayacakları vecd hâliyle hakîkî bilgiye/sevgiye ulaşma gâyesine hayatlarını adayan kimselerdir. Onlar, zâhirleri ve dış dünyayla bağlarını koparmaksızın esas gâyeleri olan bâtınlarını ve iç âlemlerini tezyîn için ömür sarfetmişlerdir.1 Bu süreçte, ‘seyr ü sülûk’ denilen mânevî yolculuklarına rehberlik yapacak bir gönül rehberine zorunlu olarak ihtiyaç duyduklarını sıklıkla vurgulamışlardır. Bu fikri benimseyen ve sevenlerine ‘mânevî yolculuklarında kâmil bir mürşide evlâd olmayı’ telkin eden gönül mîmarlarından birisi de Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (ks)’dir. Anadolu’nun bağrında, Hz. Peygamber’in (sav) pak neslinden dünyâya gelip kendisini Muhammed Es’ad-ı Erbilî (ks) ve Mahmud Sâmi Ramazanoğlu (ks) gibi büyüklerin mârifet kokan ellerinde yetiştirerek gönül dünyâsının sırlarını aralayan bu büyük insan; tecrübe ettiği ve ulaştığı güzelliklere bende olmak isteyen gönlü yaralı insanlara bir mürşid-i kâmilin dizinin dibine oturup ona yâr olmayı olmazsa olmaz bir adım olarak tavsiye etmiştir. Hacı Hasan Efendi (ks) mürşid-i kâmilin, bir başka ifâdeyle ‘güvenilir bir yol gösterici’nin önemine ilk olarak Hz. Âdem’in oğlu Şit’e (as) yaptığı tavsiyeleri dile getirirken değinmiştir ki bu durum O’nun (ks) mürşid-i kâmile olan ihtiyâcın insanlık târihi kadar eski ve kıymetli bir ihtiyaç olduğu yönündeki düşüncesine tercümân olması bakımından önemlidir. O’nun (ks) ifâde ettiğine göre, Hz. Âdem oğluna; ‘şüphelendiği şeylerden uzak durmayı ve nefsinin arzularına uymamayı’ tavsiye etmiştir. Hacı Hasan Efendi (ks), bahsi geçen konularda hassâsiyet gösterebilmenin yolunun nebîlerin mîrâsına sâhip kâmil bir mürşide bende olmaktan geçtiğini ifâde etmiştir. O’na göre (ks), lokomotifin kancasına takılan vagonlar gibi, bir yol göstericiye talebe olan kimseler de onların kılavuzluğunda bir bir istasyonları geçerek hedeflerine ulaşma yolunda mesâfe katederler. Hacı Hasan Efendi’ye (ks) göre burada dikkat edilmesi gereken husus gidilen yolun/tarîkatın dâimâ şerîatın yâni dînin zâhirinin kontrolünde olması gerektiği konusudur.2 O (ks) bu tavrıyla zâhir ve bâtın dengesini belirleyen yegâne ölçünün şerîat olduğu fikrini ve bu dengeyi kaybetmemek için bir mürşid-i kâmile evlâd olmayı tavsiye ettiği görüşünü benimsediğini gözler önüne sermiştir.
MÂNEVÎ YOLCULUKTA REHBERE DUYULAN İHTİYAÇ
Hacı Hasan Efendi (ks), bir kimsenin ancak bir mürşid-i kâmile varıp onun gönül çayıyla gürül gürül akan bir ırmağa -Hz. Peygamber’e (sav)-, oradan da denizlere kavuşup sükûnete erebileceği fikrini benimsemiştir. O’na (ks) göre su çoğaldıkça gürültü azalır, akış kuvvetlenir ve ulaşılan Hz. Peygamber (sav) sevgisiyle feryatlar ve cezbeler sona erer. Hacı Hasan Efendi’ye (ks) göre, bu süreçte bireyin vuslata ermesine yardımcı olacak ilk kapıyı kâmil mürşitler temsil etmektedir.3
Gönül tabîbi Hacı Hasan Efendi (ks), mürşid-i kâmillerin kendilerine gelen gönlü yaralı insanlara mânevî bir aşıyla müdahalede bulunduklarını, onların gönüllerine saçılan bu tohumlarla fidanların yetişmeye başlayacağını ve kişinin/sâlikin/dervişin belli kurallara riâyet ederse bu fidanı meyve veren bir ağaca dönüştürebileceğini ifâde etmiştir. O’na (ks) göre mürid seherlerde kalkar ve telkin edilen dersini gönül huzûruyla yaparsa gönlüne ekilen fidan yeşermeye başlar. Yine mürid, gönül fidanının büyümesine engel olan otları yolar; hırs, riyâ, kibir ve hasedlik gibi kötü huylardan uzak durursa; fidanını istiğfar çapasıyla çapalayıp, râbıta ve zikir suyuyla sularsa verimi yüksek bir süreci idrâk etmiş olur. Aydınlanmaya dâir bütün bu güzel adımları dervişin/mürîdin/ihvânın atabilmesi ise güvenilir bir mürşid-i kâmil ile mümkündür.4
Hacı Hasan Efendi (ks), her işte olduğu gibi mânevî ilerleme konusunda da Hz. Peygamber’in (sav) ‘Her sanat için ehlinden yardım isteyin’ hadîs-i şerîfinin önem arz ettiğini ve mânevî yolculuğun ustaları olan mürşid-i kâmillere bu yönüyle teslîm olunması gerektiğini belirtmiştir. O’na (ks) göre, hiçbir sanat kendi kendine öğrenilmez, o sanatı, bilenden öğrenmek gerekir. Kaldı ki Allâh Teâlâ, âyet-i kerîmede ‘Sâdıklarla berâber olun’5 buyurmaktadır. Sâdıklarla olmak demek ‘elest bezmi’nde/ruhlar âleminde Rabbi’ne verdiği sözü muhafaza eden kimselerle birlikte olmak’ demektir ki bu kimseler de nefs engelini aşıp ruhlarıyla gönülleri aydınlatan mürşid-i kâmillerdir. Müslüman bu emre imtisâl/uymak için mürşid-i kâmillerin kapısını çalmalı, kuru ilim iddiasından, dünyâ sevgisinden ve şeytan engelinden geçerek mânevî âlemin kapılarını aralamaya gayret göstermelidir.6
MÜRŞİD-İ KÂMİL VE MÜRİD HUKÛKU
İrfânî gelenekte mürşid-i kâmil ‘baba’, mürid/derviş/sâlik ise ‘evlâd’ olarak kabûl edilmiştir. Tasavvuf târihi boyunca konunun her iki tarafının da riâyet etmesi gereken ahlâkî ve vicdânî görevlerden söz edilmiştir. ‘Âdâb ve Erkân’7 türü çalışmaların en temel konuları arasında mürşid-i kâmil ve mürîdin riâyet etmesi gereken konular değerlendirilmiştir. Buralarda dile getirilen hususlar ana hatlarıyla incelendiğinde mürîdin mürşidinden maddî ve mânevî anlamda istifâde edebilmesi için birçok ilkenin sıralandığı görülecektir. Hacı Hasan Efendi (ks) de mürîdin mürşidinden istifâde edip mânevî âlemlerin kapılarını bir bir açabilmesi için ilk şart olarak ‘mürşide tam bir teslîmiyetin olması’ gerektiğinden bahsetmiştir. O’na (ks) göre mürid, mürşidine ‘gassal elindeki meyyit gibi teslîm olmalı’dır. O (ks), yol göstericiyle yolcu arasına başka engeller girerse bu yolculuğun hedefine ulaşmayacağını ifâde etmiştir. Es’ad-ı Erbilî’nin (ks); ‘Benim evlâtlarımın semtine şeytan yaklaşamaz. Çünkü kâlbinde zikir var. Kalpte zikir olunca melekler şeytanları kovar’ sözünü nakleden Hacı Hasan Efendi (ks), her hâlükârda zikreden bir kalp ve âzâlara sâhip olabilmenin yolunun mürşid-i kâmile yapılacak râbıtaya bağlı olduğunu belirtmiştir. O’na (ks) göre, seyr ü sülûk sürecini daha önce tecrübe eden mürşid-i kâmile teslîm olmak, mürid ile üstâdının arasına girebilecek nefs, şeytan, dünyâ, şüphe ve zikirden gâfil olma gibi halleri bertarâf etmek anlamına gelmektedir.8
Hacı Hasan Efendi (ks), salavât-ı şerîfe okurken mürîdin mürşidini yanında hayâl etmesi gerektiğinden de bahsetmiştir. O (ks), mürîdin Efendimize (sav) salavât-ı şerîfe getirirken mürşid-i kâmili yanında hayâl ederse ve salavât-ı şerîfeyi Hz. Peygamber (sav) ile dizdize oturup okuyormuş gibi okursa letâiflerini/mâneviyâta açılan kapılarını zikirle harekete geçireceğini dile getirmiştir.9 O’nun (ks) bu konudaki düşüncesi, mürîdin mânevî yolculuğunda kılavuzu olan mürşidine duyduğu ihtiyâcı mürîde telkin etmesi açısından önemli bir veridir.
Yahyalılı Hacı Hasan Efendi (ks), ehlullâha hürmet edip onları sevmeyi feyiz kaynağı olan adımlardan birisi olarak görmüştür. O (ks), ihlâs ile mürîdin üstâdına duyacağı sevginin, feyzin bereketlenmesine vesîle olacağını söylemiştir. Mürîdin, mürşidinin kâlbine girmesi için gayret göstermesi ve mürşidine ulaşan feyzi onun kanalıyla almaya çabalaması gerektiğini belirten Hacı Hasan Efendi (ks), güneşe tutulan ayna misâli, mürşidin kâlbindeki gözleri kamaştıran feyzin mürîdin kâlbinde de parlaması için mürîdin yol göstericisini sevmesi gerektiği konusu üzerinde durmuştur. O’na (ks) göre, mürîdin mürşidine duyduğu muhabbetin ihlâs ve edep olmak üzere iki göstergesi söz konusudur.10 Hacı Hasan Efendi’nin (ks) burada mürşid-i kâmile duyulan muhabbeti ve bu muhabbet için gösterilen çabayı, ihlâs ve edebe ulaşmak için atılması gereken adımlar olarak gördüğünü müşahede etmekteyiz. O (ks), bu fikri ve uygulamasıyla mürîde asıl hedef olarak Allâh Teâlâ’nın rızâsını elde etmeyi ve O’nun (cc) tecellîlerine mazhar olup hayâtını bu şekilde anlamlı kılmayı tavsiye ettiğini gözler önüne sermiştir.
Bu büyük mürşid-i kâmil, ‘Risâle-i Hâlidiyye’de dile getirilen başlıklardan istifâde ederek mürîdin mürşid-i kâmile karşı takınması gereken tavrı şu şekilde dile getirmiştir: ‘Mürşidin huzuruna varma edebi bir kaç nevîdir. Huzûra varmadan önce yerine getirilmesi gereken edepleri şöylece ifâde etmiş olalım: Abdestli olmak. Bütün günah ve kusurlarından, gafletinden, on beş veya yirmi beş defa istiğfar etmek. Bir Fâtiha üç İhlâs okuyup mürşidin rûhâniyetine hediye eylemek.’11 Hacı Hasan Efendi’nin (ks) belirttiğine göre, mürşid-i kâmilin huzûrunda ise mürid şu hususlara riâyet etmelidir: ‘Zâhirî Edepler: Yüzüne, rahatsız edecek şekilde gözünü dikerek bakmaya. Müsaadesi olmadan oturmaya. Oturunca boynunu bükerek mütevâzı bir şekilde dura. Bir şey sorulmayınca lüzumsuz yere kendiliğinden konuşmaya. Huzurda, başkalarıyla sohbet etmeye. Âşık olan kişi, mâşûkunun dışındakilere nasıl ilgisiz kalırsa mürid de mecliste mürşidinin dışındakilere iltifât etmeye.’12
Yahyalı’nın bu mümtaz gönül mîmârı, mürşid-i kâmile muhabbetin Hak rızâsı için olduğunu sıklıkla vurgulamıştır. O (ks), ‘Ona muhabbet ve hürmet hakîkatte Bâri-i Teâlâ’yadır’ sözüyle mürşid-i kâmil ve mürid arasındaki esas birlikteliğin temelinde yatan esas gâyeyi dile getirmiştir.13
MÜRŞİD-İ KÂMİL İLE İLETİŞİMİN YOLU: RÂBITA VE MÜRİD AÇISINDAN DEĞERİ
Hacı Hasan Efendi (ks) râbıtayı, Nakşî-Hâlidî geleneğinin en temel esâsı olarak kabûl etmiş ve bu uygulamayı mürşid-i kâmile duyulacak muhabbetin anahtarı olarak takdîm etmiştir. O’na (ks) göre, mürid kâlbini mürşidinin kâlbine yakınlaştırmalıdır ki ‘Kişi sevdiğiyle berâberdir’14 hadîs-i şerîfinin delâletine mazhar olabilsin. Bu olgunluğa ulaşabilmenin yolunun râbıtadan geçtiğini ifâde eden Hacı Hasan Efendi (ks), râbıtayla mürîdin hızlı bir şekilde terakkî edebileceği konusuna dikkat çekmiştir.15
Anadolu’nun Yunus gönüllü velîsi Hacı Hasan Efendi (ks), ilâhî feyizlerin mürşid-i kâmilin kâlbinden mürîdin gönlüne râbıta vesîlesiyle akacağını, bu sebeple mürîdin mürşidinin huzurundaymış gibi gıyâbında da edebe riâyet edip ihlâs ve güzel ahlâk ile olgunlaşma/kâmilleşme yolunda mesâfeler katedebilmesi için gayret göstermesi gerektiğini belirtmiştir.16
Birçok âyet-i kerîme ve hadîs-i şeriften hareketle râbıta konusunu temellendirmeye çalışan Hacı Hasan Efendi (ks), râbıtanın mürîdin mürşidine muhabbetinin güçlenmesine sebep olacağını ve mürşidin nerede olursa olsun râbıta vesîlesiyle mürîdinin yanında olacağını, rûhâniyet için perdenin söz konusu olmadığını ifâde ederek dile getirmiştir.17
‘Mürşide yapılan râbıtanın faydasının nasıl anlaşılacağı’ sorusuna da cevap veren Hacı Hasan Efendi (ks); mürîdin Allâh Teâlâ’ya muhabbetinin çoğalmasını, O’ndan (cc) çok korkmasını, haramlardan sakınmasını, dili ile kötü şeyler söyleyememesini ve ibâdetlerin kendisine kolay gelmesini râbıtanın mürid üzerindeki müsbet tesirinin göstergesi olarak takdîm etmiştir.18
Netîce olarak ifâde etmemiz gerekirse Hacı Hasan Efendi (ks), sûfîlerin genel kanaati olan ‘güvenilir bir rehbere olan ihtiyaç’ konusunu çeşitli delillerle temellendirmeye çalışan gönül insanlarından birisidir. O (ks) mürşid-i kâmilleri vuslata açılan kapılar olarak görmüş, onlar vâsıtasıyla mürîdin tasfiye edilmiş ve ilâhî tecellilere mazhar olmuş bir kâlbe ulaşabileceğini dile getirmiştir. O (ks) mürîdin râbıta, ihlâs ve edeple geldiği mürşid-i kâmil kapısından rızâ, himmet, bereket, cennet ve cemâlullâh müjdesiyle ayrılacağı husûsunun altını çizmeye çalışmıştır. Hacı Hasan Efendi (ks), mürşid-mürid ilişkisinde mürîdin istifâdesi için bazı hususlara riâyet etmesi gerektiğini dile getirmiş, mürîdin bu süreçte asıl gâyesinin Allâh Teâlâ’nın muhabbetine ulaşmak olması gerektiğini sıklıkla vurgulamıştır. Bu süreçte râbıtanın mürîdi eğitici fonksiyonuna değinen H. Hasan Efendi (ks), bu fikirleriyle tasavvufu, gönül ehli kimseleri ve mâneviyâtı kendisine çıkar kapısı olarak görüp onları istismâr eden ve bu yolun inceliklerini bilmeden eleştiren veya bu yolu çıkarlarına âlet eden kimselerin ne denli büyük bir gaflet içerisinde olduklarını ifâde imkânı bulmuştur. Çünkü O’na (ks) göre mürşidi sevmek, Allâh Teâlâ’nın sevgisine tâlip olmak; ona râbıta yapmak onun güzelliklerinden istifâde etmek ve zikrin dönüştürücü atmosferine mürîdin kendisini bırakması anlamına gelmektedir. Hacı Hasan Efendi’ye göre (ks) bunun ötesinde yapılan aşırı, önyargılı ve cehâlete dayanan yorum, iddia ve ithamlar tasavvufun benimsediği uygulamalarla aslâ bağdaşmamaktadır.
Dipnotlar:
[1] Annemarie Schimmel, İslam’ın Mistik Boyutları, Çeviren: Ergun Kocabıyık, Kabalcı Yay., İstanbul 1999, s.123.
2 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, Mavi Yay., İstanbul 2014, s.87.
3 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.97.
4 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.121.
5 Tevbe 9/119.
6 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.124.
7 Süleyman Uludağ, Tasavvuf Terimleri Sözlüğü, s.18; Mustafa Tatçı-Cemal Kurnaz, Tasavvufi Gelenekte Miyârlar ve Karabaş-ı Velî’nin Miyâr’ı, Akçağ Yay., Ankara 2001, s.15-16.
8 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.53.
9 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.109.
10 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.128.
11 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.132.
12 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.133.
13 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.134.
14 Buhari, Edeb 96.
15 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.128-129.
16 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.100.
17 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.101.
18 Hacı Hasan Efendi, Sohbetler I, s.102.
Fatih Çınar
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak