Ara

Beş Vakit Namaz, Bir Ömür İnsan

Beş Vakit Namaz, Bir Ömür İnsan

Ehlince mâlûmdur ki, kılınan her bir namazın netîcesinde vaad olunan mânevî ikramlar, her namaz kılan için geçerli değildir. Tutulan oruçların, kılınan namazların bizlerde mânevî bir etki oluşturması, kişinin o ibâdetlerin sıhhatini muhâfaza etmesi, yâni o ibâdetlerin rûhunu yakalaması ile mümkündür. Nitekim bu husus Âyet-i Kerîme'de şöyle buyurulur: “Şüphe yok ki ben Allâh'ım. Benden başka hiçbir ilâh yoktur. O hâlde bana ibâdet et ve Beni anmak için namaz kıl.” (Tahâ, 14.)

Başka bir Âyet-i Kerîme'de ise: “Kitaptan sana vahyedilenleri oku, namazı özenle kıl. Kuşkusuz namaz hayâsızlıktan ve kötülükten meneder. Allâh'ı anmak her şeyden önemlidir. Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebût, 45.) buyurularak namazdaki mânevî ikrâmın ne olduğu beyân edilmiştir. İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri bu âyet-i kerîmeyi tefsîr ederken şöyle buyurur: “Bil ki, namaz birkaç mertebe üzeredir. Bedenin namazı, günah ve oyundan alıkoyar. Nefsin namazı, rezillik, alâka, kötü ahlâk ve sızlanmalara engeldir. Gönlün namazı, boş ve gereksiz şeylerin ortaya çıkması ve gafletin artmasını önler. Sırrın namazı, Allah'tan gayrı mâsivâya iltifâtı men eder. Rûhun namazı, ağyârı (Allah'tan gayrı, dünyâya âit her şeyi) düşünerek huzur bulmaktan nehyeder.” Bu minvâlde Hâfız Şirâzî ne güzel buyurur:

En güzel zaman, dostla geçirilen zamandır: Gerisi hayırsız ve boştur.

Âlimlerimiz çeşitli eserlerde, bizlere kişiyi kötülükten alıkoyan bir namazın târifini yapmışlardır. İlk şart olarak da namazdan evvel mânevî hazırlığı bildirmişlerdir. Bahâüddîn Şâh-ı Nakşibend Hazretlerine; “Kul namazda huşûya nasıl erer?” diye sorduklarında o şu dört esâsı sıralamıştır:

  • Helâl Lokma
  • Abdest ânında gafletten uzak durmak
  • İlk tekbîri (İftitah Tekbîri) alırken kişinin kendini Huzûr-u İlâhî'de bilmesi
  • Namaz dışındaki vakitlerde de Mevlâ'yı bir an dahî unutmamak.

Nitekim bir hadîs-i şerîfte: “Kul namazında iken (yüzüyle) sağa-sola dönmediği müddetçe Al­lah Teâlâ da (rahmet nazarıyla) ona yönelmeye devâm eder, (yüzüyle) sağa-sola dönecek olursa, (Allah da) ona yönelmekten vazgeçer.” (Ebû Dâvûd-160/161)

Hüccetü'l-İslâm İmam Gazâlî hazretleri, “Bizleri her türlü kötülükten alıkoyan bir namazın rûhu, ancak şu altı büyük direk ile ayakta kalır!” der ve şöyle sıralar:

Huzûr-u Kalb: Yalnız meşgûl olduğu ve okuduğu şeyi düşünmek, mâsivâdan kalbi ayırmak, tamâmen meşgûl olduğu işe ve konuştuğu söze (Kur'ân'a) kalbin bağlanmasıdır. Günümüz ifâdesi ile ânda kalmaktır.

Tefehhüm: Söylediğini anlamak, dil ile söylenenin mânâsının tefekkürüdür. Bu sebeple, namaz kılan her birimizin, okuduğumuz sûrelerin mânâlarını öğrenmemiz elzemdir. Özellikle Fâtiha Sûresinin anlamını çalışmamız gerekmektedir. Bu, insanların farklı bulunduğu makamdır. Zîrâ insanlar, Kur'ân ve tesbihlerin mânâsını anlamakta aynı seviyede değillerdir. Bir insanın namaz esnâsında anladığı öyle latîf mânâlar vardır ki, başka zamanda hatırına bile gelmez. Namazın, her türlü kötülükten men etmesi de bu cihettendir. Zîrâ, söylediğimizin anlamını düşünerek kılınan namaz öyle mânâlar anlatır ki, o mânâlar çâresiz insanı dertlerden ve fenâlıklardan alıkoyar.

Ta'zim: Saygı duymaktır. Nitekim her itâatte saygı yoktur. Bazan insan alt kademesinde olan birine bir şey emreder, kişi bu emri anlar, yerine getirir fakat saygı göstermeyebilir. “Ben şu anda neredeyim? Kimin Huzûruna kabûl edildim!” diye saygı duymak, namazın rûhu ile bizi buluşturacaktır. Nice yaşlılarımız var ki, okuduklarını hiç anlamazlar, lâkin İlâhî Huzur'da nasıl saygı ve vakar içindedirler.

Heybet: Ta'zim sonucu meydana gelen bir korkudur. Yâni dikkat kesilmektir. Bazıları bir topluma girdiğinde, birilerinin onu tanıtmasına gerek kalmadan, insanlar ona hürmet ederler. İşte bu heybettir! Albümlerde kalmış ecdâdımızın fotoğraflarındaki duruş ile günümüz insanının çekindiği selfiler gâliba hâlimizi özetler niteliktedir. Mesâfesiz ilişkiler, haddinden fazla yapılan şakalar ve tüm hayâtımızın (sosyal medya aracılığı ile) uluorta olmasının hem hayâtımızdaki hem de namazımızdaki heybetimizi yok ettiği, okuyucunun tefekkür dünyâsına emânet!

Recâ ve Ümit: Nice meliklere saygı gösterip onlardan heybet duyan ve korkan kimseler vardır ki onlardan bir mükâfat beklemezler. Hâlbuki kula lâyık olan kusûru ile azâbından korktuğu gibi, kıldığı namazı ile de Mevlâ Teâlâ'dan sevap ummaktır.

Hayâ: Mahcûbiyet duymaktır. Kişinin kusur ve hatâsını fark etmesidir. Unutulmamalıdır ki, hayâda zarâfet ve incelik vardır. Âdetâ, “Ben bu namazım ile Senden neler neler bekliyorum, ama nice hatâlarım var Yâ Rabbi!” itirâfıdır. 

Hazret-i Ebû Bekir (r.anh) namaz kılarken çadır direği gibi, Abdullah İbn-i Zübeyir (r.anh) ve diğer sahabe efendilerimiz de sâbit duran cansız bir varlık gibi dururlar ve ilâhî celâle olan mâlûmat derecelerini tefekkür ederlerdi.

Rebi bin Haysem hazretleri, namazdaki hayâyı yirmidört saatinde yaşamak isterdi. Bu sebeple gözünü etrâfa bakmaktan men ettiği için, halk kendisini âmâ zannederdi. Kendisine, “Namazda ne halde bulunuyorsun?” diye soranlara, “Ben namaza durduğum vakit ne kendi söylediğimden ne de bana ne söylenildiğinden başka bir şey düşünmem.” buyurarak, namazdaki huzur derecesini ifâde ederdi. 

Namaza bizzat şeytanın uyandırdığı Bâyezid-i Bestâmî, namazda iken arıların soktuğunu duymayan İmam Buhârî, ömrü boyunca namazı hiç kazâya kalmayan Sultan İkinci Bâyezid, cemâatsiz hiç farz namazı kılmayan Merkez Efendi, âdetâ halleri ile bize namaz ibâdetinin rûhunu haber vermekteler.

Zeynel Âbidin Hazretleri, abdest için kalktığında sararıp solar, namaz başlayacağı zaman ayakları titrerdi. Sebebini soranlara: “Kimin huzûruna çıkacağımdan haberiniz yok mu?” diye cevap verirdi. Bir defasında namaz kılmaktayken evinde yangın çıkmıştı. Fakat onun bundan haberi bile olmadı. Selâm verince hâdiseyi kendisine haber verip: “Evin yandığı hâlde sana bunu fark ettirmeyen şey nedir?” diye sorduklarında, “insanları bekleyen âhiret yangını, bana dünyâdaki bu küçük yangını hissettirmedi.” buyurdu. 

İbnü'l Attar der ki: Bir gece hocam İmam Nevevî'yi tâkip ettim. Herkes uyuyunca, mahalle arasında bir câmiye gitti. Namaza durdu ancak rükûa bir türlü gitmedi. “Ve durdurun onları; çünkü sorguya çekilecekler!” (Saffât, 24.) âyetini tekrâr ediyor ve ağlıyordu.

Selmân-ı Fârisî (r.anh), gece karanlığı bastığı zaman namaz kılmaya başlardı. Namazdan yorulunca dili ile Allâh'ı zikretmeye başlardı. Dili zikirden yorulduğu zaman kendisine: “Dinlendin, artık namaza kalk!” der ve namaza devâm ederdi. Böylece gecesini hep namaz, zikir ve tefekkürle geçirirdi. 

Halef bin Eyyûb'a: “Sinekler sana eziyet vermiyor mu, niçin elin ile onları kaçırmıyorsun?” diye sorduklarında, “Ben namazımı ifsâd edecek bir harekette bulunmam.” diye cevap vermiştir. “Peki, bunların eziyetine nasıl tahammül ediyorsun?” diye sorduklarında da, “Padişahların kırbaç cezâsına çarptırılan fenâ adamlar o kamçılara nasıl tahammül eder, hiç ses çıkarmaz ve bununla övünürlermiş de ben Rabbimin huzûrunda dururken bir sinekten dolayı çırpınayım mı?” demiştir. 

Amr bin Utbe’nin âzatlı kölesi der ki: Bir gün sıcak bir saatte uyandık. Amr bin Utbe’yi aradık. Onu bir dağda secde hâlinde gördük. Bir bulut da onu gölgeliyordu. Berâber gazvelere çıkardık. Çok namaz kıldığı için onu bekleyemezdik. Bir gece o namaz kılarken aslan sesi işittik. Hepimiz kaçtık o namazı terk etmedi. “Aslandan korkmuyor musun?” diye sorduğumuzda: “Ben Allâh'ın huzûrunda, Allah’tan başkasından korkmaktan hayâ ederim!” buyurdu.

Hâtem-i Esam hazretlerine: “Namazı nasıl kılarsınız?” diye sorduklarında: “Namaz vakti yaklaşınca güzelce abdest alır, namaz kılacağım yere gider, orada oturur aklımı başıma alır, sonra namaz için ayağa kalkarım. Kâbe’yi iki kaşım arasına, Sırât’ı ayaklarımın altına, Cennet’i sağıma, Cehennemi soluma alır: Azrâil'i tepemde kabûl eder, korku ve ümit ile Âlemlerin Rabbinin huzûruna dururum. Düşünerek tekbîr alır, ağır ağır ve mânâsını düşünerek Kur'ân okurum. Tevâzu ile rükû eder, huşû ile secdeye kapanırım. Sağ ayağımı diker, sol ayağımı yatırır ve üzerine otururum. Namazımı ihlâs ve samîmiyetle kılmaya çalışırım.” buyurdu. 

Bazı kitaplarda rivâyet olundu ki, Cenâb-ı Allah bir Nebîsine şöyle vahyetti: “Namaza durduğun vakit, Benim için kalbinden huşûyu, bedeninden hudûyu, gözünden dumuyu (gözyaşını) eksik etme! Zîrâ Ben sana çok yakınım!” İbn-i Sîrîn hazretleri bu hakîkati idrâk etmiş olacak ki, ne zaman namaza dursa, Allah korkusundan yüzü sararırdı. Râbiatü'l Adeviyye çalılık bir yerde namaza durdu. Secde ânında gözüne giren çöpü namaz bitene kadar fark etmedi. 70'li yaşlarda, Erenköy'de bir evde hatim ile (tüm rekâtları ayakta) terâvih namazı kılan Mahmud Sâmî Ramazanoğlu hazretlerinin, secdeye hızlı giden gençlere: “Secdeye giderken yavaş hareket edelim, tahtaların gıcırtısı huşû ve huzûrumuzu bozmasın!” nasîhati de bu minvâldedir.

Namaz, İslâm'ın binâsı
Şehâdet oldu hânesi
Tenvîr etti uyan nâsı
Tevhîd'e çalışmak lâzım

Hacı Hasan Efendi (ks)

Allâhım! Bize namazı, namaza da bizi sevdir. Namazı hayâtımızın en zirve noktası kıl! Efendimizin (sav) “Gözümün Nûru” dediği namazı, dünyâ ve âhirette bizlere nûr eyle. Âmîn… 

Kasım 2023, sayfa no: 20-21-22-23

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak