Belâ ve Musîbetlere Sabır
Kalemdar (ks)
Mevlâm’dan geliyor bizlere dertler
Sabredersen kuzum, sevâbın katlar
Peygamberi nasıl yemişti kurtlar
Hazreti Eyyûb’a olanı düşün
Kıymetli kardeşlerim!
‘Men arafe’ (Nefsini bilen Rabbini bilir)1 hadîsinin sırrına mazhar olanlara O’ndan gelen her cefâ, gül bahçesinde gül koklamak gibidir. Allah belâyı, mihneti, sıkıntıyı sevdiği kullarına verir. Bugüne kadar bu hep böyle oldu, böyle de olacak.
Menkîbe kitaplarımızda Râbiatü’l-Adeviyye annemizin bir menkîbesi vardır. Naklederler ki, Râbia annemiz bir defa yedi gün yedi gece üst üste oruç tuttu ve de uyumadı. Yâni tam yedi gün; gündüz sâim, gece kâim oldu. Sekizinci gece, açlık belini bükünce nefsi feryâdı bastı: ‘Ey Râbia, bana neden bu kadar zahmet çektiriyorsun?’ Tam bu esnâda kapı çalındı. Komşulardan biri, bir çanak aş getirdi. Râbia çanağı aldı, bir tarafa koydu ve çırayı yakmaya gitti. Bu esnâda içeri giren bir kedi çanaktaki yemeği döküverdi. Râbia Sultan, bâri gideyim de su testisini getirip orucumu açayım diye düşündü. Testiyi almak için kalktığında çıra söndü. Buna rağmen su içmeye çalıştı. Fakat bu sefer de testi elinden yere düştü ve kırıldı. Bütün bunlardan sonra Râbia anamız öyle ateşli bir âh çekti ki, neredeyse ev yanacak diye korkuldu. ‘İlâhî! Ben bîçâre kuluna revâ gördüğün şu muâmele nedir?’ diye niyazda bulundu. Hafîften bir ses işitti: ‘Dikkat et, Ey Râbia! Eğer dilersen seni dünyevî nîmetlerimin içine gark ederim. Fakat buna karşı muhabbetimi gönlünden çekip çıkarırım. Çünkü benim muhabbetimle dünyâ nîmeti, bir gönülde bir araya gelmez. Ey Râbia! Senin bir murâdın var, benim de bir murâdım var. Benim murâdımla, senin dünyevî murâdın bir kalbte bir araya gelmezler.’
Râbia Hâtun diyor ki: ‘Rabbimin bu hitâbını işitince dünyayla olan ilgimi öylesine kestim ve emelimi o kadar kısalttım ki, otuz yıldan beri kıldığım her namaz için hayâtımın son namazı mı olacak diyorum. Vedâ hâlinde olan kişinin namazı gibi namaz kılıyorum. Halktan öylesine koptum ki, gündüz olunca halk beni meşgûl edecek korkusuyla, ‘Allâh’ım! Beni Sen’inle (veya kendimle) meşgûl et ki, hiç kimse beni Sen’den alıkoymasın.’ niyâzını bıkmadan usanmadan tekrarlayıp durdum.’
Allâh’ımız bizleri ‘Kahrın da hoş, lütfun da hoş’ sırrına mazhar olan kullarından eylesin! (Âmîn)
Bostancının biri Hz. Mûsâ’nın yolunu kesmiş. ‘Benden Rabbime selâm söyle’ demiş. Kelîmullah olan Mûsâ Peygamber huzûrullâha bu kulun selâmını iletmiş ve kendisine ‘Benden de o kuluma selâm söyle yâ Mûsâ!’ hitâbı erişmiş. Hz. Mûsâ, bostancıyı aramaya başlamış. Bostancıyı hiç bir yerde bulamıyormuş. Uzun bir aramadan sonra sonunda bostancıyı bulmuş. Fakat bostancının derede aslan tarafından parçalanmış bedenini bulmuş. Aslan, bostancının her bir parçasını bir yana ayırmış. Bunu gören Hz. Mûsâ dayanamamış: ‘Yâ Rabbi, hem benim dostuma selâm gönder diyorsun, hem de dostunu aslanlara yediriyorsun?’ demiş. ‘Dostum benden öyle bir makam istedi ki ona ancak böyle fedâ-i cân eyleyerek ulaşabilirdi yâ Mûsâ!’ buyurmuş Cenâb-ı Hakk -azze ve celle- Hazretleri…
Şimdi kardeşlerim, musîbetin çokluğu îmânın kuvvetindendir. Îmânen zayıfsanız, musîbetiniz yoktur. ‘İnanmayanlar niye hastalanmıyor? Kâfir niye sıkıntı çekmiyor, zâlime niye bir şey olmuyor da hep bize oluyor?’ derseniz; “Sebebini Allâh’a tevekkül ve îmânınızın gücünde arayın!” derim.
Hadîs-i şerîfte ‘İnsanlar içinde en şiddetli belâlara önce peygamberler, daha sonra ise -alâ merâtibihim- onlara benzeyen evliyâ-i kirâm ve meşâyih-i izâm mâruz kalır.’2 Niye? Allâh’a görür gibi inandıkları, her şeyi Allah’tan bildikleri, Allâh’a şikâyette bulunmadıkları için! Zahmet mü’min içindir de rahmet herkes içindir. ‘er-Rızku alallâh’, Cenâb-ı Hakk’ın sıfatıdır; yâni rızkı Allah tüm yaratılmışlara verir. Kâfire de, dinsize de, îmansıza da, münâfığa da, mü’mine de rızkını Allah verir. Çünkü onların hepsini Allah Teâlâ halketmiştir. Ancak âhirette durum farklıdır. ‘er-Rahmân’, ‘er-Rahîm’ ism-i şerîflerinin sırrı tam olarak tecellî edecektir: ‘Şimdi seçilin bakalım dünyâda rızık verdiklerim’ diyecek Rabbimiz.
Kendisine itâat eden, namazlarını kılan, oruçlarını tutan, hac farizasını îfâ eden, zekâtını veren, Allâh’a boyun büküp de seherlerde kalkan, dizleri üzere çöküp ‘Estağfirullâh! Estağfirullâh! Estağfirullâh!’ diye gözlerinden yaşlar dökenlere, nîmetlerine şükredip îmanları kuvvetlensin diye kendisinden gelen türlü zahmetlere katlananlara ‘Buyurun siz cennetime’ diyecek Rabb’imiz…
Dünyâda gününü gün eden, keyif çatanlar da diyecekler ki: ‘Bizlere yok mu Yâ Rabbi!?’ Onlara: “Size yok. Siz Bana inanmadınız, peygamberlerime inanmadınız, kitaplarıma inanmadınız, âhirete inanmadınız. Dinsiz idiniz, îmânsız idiniz, kâfir idiniz. Beni bırakıp gözümde hiç kıymeti olmayan dünyâya tâlip oldunuz. Benim zikrimden yüz çevirenin âkıbeti işte budur!” denilecek.
Kardeşlerim, birbirimize çokça duâ edelim. Hakk’tan gelene ‘Kahrın da hoş, lütfun da hoş Yâ Allah!’ diyelim, tevekkül edip boyun bükelim. Rabbimiz Müslüman olarak gezdirip de kâfir olarak canımızı aldırmasın. Îmân, İslâm ve ihsân üzere çene kapamayı bizlere nasip etsin. (Âmîn)
Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a!
Dipnotlar:
1 Aclûnî, Keşfü’l-Hafâ, c.II, s. 262.
2 Tirmizî, Zühd 56.
Ağustos 2020, sayfa no: 36-37
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak