Ara

BATININ AKIL OCAĞINDA BUHARLAŞTIRILAN HAKİKAT: NUZULİ İSA (A.S) / İHSAN ŞENOCAK (2) / İHSAN ŞENOCAK

BATININ AKIL OCAĞINDA BUHARLAŞTIRILAN HAKİKAT: NUZULİ İSA (A.S) / İHSAN ŞENOCAK (2) / İHSAN ŞENOCAK

Yakın Dönem Müfessirlerine Göre;

Hz. İsa’nın öldüğünü, dolayısıyla tekrar yeryüzüne gelmesinin söz konusu olmadığını savunan görüş yakın dönem müfessirlerine âittir. Nitekim Muhammed Abduh ve talebesi Reşid Rıza “teveffâ” kelimesinden ilk akla gelen mânânın Hz. Îsâ’nın Allah Teâlâ tarafından öldürülüp mânen yükseltilmesi olduğunu söylemektedir.[1] Mezkûr iki zâtın anlayış usûlünü benimseyen Mahmud Şeltut da hocalarını tevsik eden (vesika/belgeleyen) bir fetvâ neşretmiştir. Şeltut fetvâsında Hz. Îsâ’nın öldüğünü, dolayısıyla yeryüzüne tekrar gelmesinin söz konusu olmadığını savunur.[2] Mısır merkezli modernist tefsir anlayışının mimarlarını tâkiben âlem-i İslâm’ın çeşitli bölgelerinde Hz. Îsâ’nın öldüğünü ve dolayısıyla nüzûl’ün olmayacağını söyleyen birçok mütefâsir zuhûr etmiştir. “Teveffâ” kelimesi önce “bir şeyi tam olarak almak” anlamında kullanılmaktaydı. Nitekim Reşid Rıza da “teveffâ” kelimesini tefsir ederken bunu itirâf eder. Fakat sonra “teveffâ”dan akla ilk gelen anlamın ölüm olduğu iddiasında bulunur.

Yakın dönem modernist müfessirlerin söz konusu kelimeyi ”ölüm” olarak tefsir etmeleri kelimenin bugün kazandığı anlam örgüsüne göredir. Kelimenin bugün “ölüm” anlamında mütedâvel olması, Kur’ân’ın indiği dönemde sahabenin konuşma dilinden de aynı mânânın anlaşılması gerektiğini zorunlu kılmaz. Eğer “teveffâ” kelimesine çağdaş müfessirler gibi “ölüm” mânâsı verilirse o zaman “Allâh’u yeteveffe’l-enfuse hîne mevtihâ”; Allah o canları öldükleri (mevt) sırada, ölmeyenleri de uykularında alır (teveffâ) [3] âyetindeki “öldükleri sırada” (hîne mevtihâ) ifâdesi yanlış bir söz olurdu. Allah Teâlâ’nın kelâmı ise yanlıştan münezzehtir.

Yukarıdaki âyette, Allah Teâlâ, uyuyanın da ölenin de rûhunu kabz ettiğini ifâde ederken “teveffâ” fiilini kullanır. Hâlbuki uyuyan ölmemekte, eceli gelinceye kadar tekrar canı salıverilmektedir. Buna göre, “teveffâ” kelimesinin akla ilk gelen anlamı “mevt/ölüm”dür demek doğru olmaz.

Ayrıca Kur’ân-ı Hakîm’i doğru anlamanın yolu indiği dönemin iletişim dilini dikkate almayla doğru orantılıdır.[4] Bugünün konuşma dilini referans kabul edip âyetleri tefsir etmek lâ-dînî yorumlara zemin hazırlar.

Hâdisenin ne gibi onulmaz hatalara kapı açtığını daha yakından görebilmek için şöyle bir örnek verebiliriz: “Bugün, talebenin diplomayı alabilmek için üniversiteye verdiği orijinal araştırmaya “risâle(t)” denmektedir. Bu yoldan hareketle Kitab ve Sünnet’te vârid olan “risâlet”e de “husûsî araştırma” anlamı verilirse, Allah Teâlâ’dan gelen “vahiy” ve “risâlet” ilgâ edilmiş olur. Bunun içindir ki; dildeki gelişmeleri Kur’ân’ın mânâlarını geliştirmeye tatbik etmek Allâh’ın âyetlerini bile bile tahrif etmek olur.[5]

Hz. Îsâ’nın “el’ân ber hayat” olduğunu söyleyen ve nüzûlü kabûl eden fakat “teveffâ”ya farklı mânâlar veren eslâfın görüşleri arasında tercihe şâyân olanı, Allah Teâlâ’nın Hz. Îsâ’yı uyutmadan ve öldürmeden göğe yükselttiğini belirten Cumhûr’un yaklaşımıdır.

NÜZÛL

Hz. Îsâ’nın Kıyâmetin arefesinde tekrar yeryüzüne ineceği Kur’ân-ı Kerîm’de açıkça beyân edilmiştir. Bu husustaki hadîs-i şerifler tevâtür derecesine ulaşmamış olsaydı dahi yine de âyetler nüzûl hakîkatini tek başına isbâta mâlik olurdu.

Hz. Îsâ’nın nüzûlünden bahseden âyetler şunlardır: “O, beşikte de, yetişkinlikte de insanlara konuşacak…”[6] “Ehl-i Kitaptan her biri, ölümünden önce ona muhakkak îmân edecektir. Kıyâmet gününde de onlara şâhid olacaktır.”[7] “Şüphesiz ki O (Îsâ) kıyâmet için (onun yaklaştığını gösteren) bir bilgidir.”[8] “Allah ona (Îsâ’ya) kitabı, hikmeti, Tevrat’ı ve İncil’i öğretecek.”[9]

KÜHÛLETTE KONUŞACAK

Hz. Îsâ’nın nüzûlünü işâret eden birinci âyette zikredilen “kehl” kelimesinin insan hayâtının hangi evrelerine tekâbül ettiğinde ihtilâf edilmiştir. Nitekim “kehl” için; 30-40; 33-50; 34-51; gibi yaş sınırları telaffuz edilmiştir. Fakat bütün bunların toplandığı ortak nokta kehl’in; otuz yaşını aşan saçı başı ağaran kişileri kapsadığıdır.[10]

Hz. Îsâ’nın hem beşikte (fi’l-mehdi) hem de yetişkinlikte (kehla) konuşması birer mucizedir. Beşikte iken çağının tanıklarına konuştu, yetişkinlikte ise Ümmet-i Muhammed’e konuşacak. İlki gibi ikincisinde de bir olağanüstülük olmalıdır. Aksi takdirde yetişkinlikte konuşmasının âyette zikredilmesi anlamsız olurdu. Çünkü konuşma yetişkinliğin tabii bir yansımasıdır. Burada dikkate şâyân olan husus, gençlik döneminde yeryüzünden alınan, yüzlerce yıl farklı ortamlarda yaşayan bir Peygamber’in tekrar insanların arasına dönüp onlara İslâm’ı anlatmasıdır.

Hz. Îsâ, annesine iftirâ atıldığı zaman beşikte konuşmuş “Ben Allah’ın kuluyum” demişti. Allah Teâlâ onu otuz üç yaşında semâdan indirince o, yine konuşacak ve tekrar “ ben Allâh’ın kuluyum” diyecektir.[11] Böylece onun adına yapılan iftirâdan kendisini temize çıkaracaktır.

Said b. Müseyyeb, Zeyd b. Eslem başta olmak üzere selefin ileri gelenleri “Hz. Îsâ’nın otuz üç yaşında semâya yükseltildiğini, tekrar yeryüzüne geleceğini, orada yirmi dört sene yaşayacağını” bildirmektedirler. İbn Cerir de sahih bir senetle aynı görüşü Ka’b’ul-Ahbar’dan nakletmektedir.[12]

Bütün peygamberler gönderildikleri kavimlere konuşmalarına rağmen, Hz. Îsâ’nın dâvetini anlatan bu âyet onun özel vazîfesine münâsib bir şekilde, -“Benî İsrâîl-e” ya da “kavmehu/kavmine”tarzında değil de- “ve yükellimu’n-nâs-e/insanlara konuşacak” şeklinde nâzil olmuştur. Bundan gâye ise, Hz. Îsâ’nın muhatap kitlesinin çağının tanıklarının yanısıra âhir zamanda içlerine ineceği insanları da kapsadığını bildirmektir. Nitekim Hz. Îsâ’nın peygamberliğini müjdeleyen âyet; “O (Îsâ) İsrâiloğullarına bir elçi olacak” şeklindedir. Yâni Allah Teâlâ Hz. Îsâ’nın peygamberliğini “Ben-i İsrâil” ile sınırlandırmıştır. Söz konusu âyet “ O, beşikte de, yetişkinlikte de insanlara konuşacak…”[13] âyetiyle kıyaslandığında aralarında husûsiyet ve umûmiyet açısından zıtlık olduğu görülür. Hâlbuki genellik ifâde eden âyet husûsiyet arzeden âyetin siyâkında vâki olmuştur. Bu, ifâdede çeşitlilik olsun diye yapılmamıştır. Bilakis izhâr ettiğimiz nükteden dolayıdır. Ayrıca “Ben-i İsrâil”e peygamber olarak gönderilecek Hz. Îsâ’nın âyette “resul” vasfıyla zikredilmesi, beşikte ve olgunlukta konuşmasını anlatan âyette ise vasıfsız anlatılması iyice düşünülmesi gereken bir diğer husustur.[14]

EHL-İ KİTÂB HZ. ÎSÂ’YA (AS) ÎMÂN EDECEK

Nüzûlü haber veren ikinci âyete (Nisâ, 159.) göre Hz. Îsâ ölmeden önce, ehl-i kitap ona “Allâh’ın kulu ve elçisi olarak” îmân edecektir. Böylece farklı dinlerden olanlar birleşerek İslâm çatısı altında toplanacaktır. Hz. Îsâ kıyâmet günü Yahudi ve Hristiyanlar’dan -ref’den önce ve nüzul’den sonra- ona îmân eden ya da onu reddedenler hakkında şahâdette bulunacaktır. Bahsi geçen âyetteki “bihi/ona” ve “kable mevtihi/ölümünden önce” ifâdelerindeki “hu/o” zamiri yukarıdaki çerçeve dışında bir tefsirde bulunmaya mâni olmaktadır. Nitekim Ebu Hureyre, İbn Abbas, Katade, Hasan Basri, İbn Zeyd, Ebu Zeyd, Ebu Malik de âyeti böyle anlamıştır.[15] Buna göre âyeti, Ehl-i Kitap’tan birisinin ölmeden önce Hz. Îsâ’ya îmân etmesi şeklinde anlamak doğru değildir. Çünkü âyetlerin siyâkı Yahudilerin Hz. Îsâ’yı öldürüp astıkları yönündeki iddialarını çürütmektedir.[16] Nisâ sûresinin 155. âyetinden itibâren kendisinden bahsedilen kişi Hz. Îsâ’dır, âyetler Ona ve annesine yapılan isnatlardan onların berî olduklarını anlatmaktadır. Buna göre bütün zamirler Hz. Îsâ’ya dönmektedir. Âyetlerin siyâkı ve Arap dilinin kâideleri bunu gerektirir. Aksi bir delil olmadıkça zamirler böyle anlaşılır. Burada da farklı anlamı gerekli kılacak bir unsur yoktur. Nitekim Kur’ân’ın nâzil olduğu dil olan Arapça’ya vukufiyetiyle Büyük Müfessir Ebu Hayyan da zamirlerin Hz. Îsâ’ya döndüğünü yâni mânânın yukarıdaki gibi olduğunu belirtmektedir.[17]

İbn Kesir, yukarıdaki mânâyı destekleyen hadislerin mütevâtir olduğunu nakleder. Ebu Hureyre’nin rivâyet ettiği Buhari ve Müslim’in de kitaplarına aldıkları bir hadîs-i şerîf’te Ebu Hureyre, Hz. Îsâ’nın nüzûlden sonra yapacağı şeyleri tâdâd eder sonra da zamirlerin Hz. Îsâ’yı kastettiğini ifâde sadedinde söz konusu âyeti okur.[18]

Ehl-i Kitâb’ın Hz. Îsâ’ya îmân edeceğini ifâde eden “leyu’mine’nne” fiilinin başında “cevâb-ı kasem lam”ı[19], sonunda da “te’kit nun”u vardır. Bunlar, fiili gelecek zamana tahsis ederler. Buna göre “leyu’mine’nne”nin anlamı: “Gelecekte belli bir zamanda var olacak bütün kitâbîler Hz. Îsâ’ya îmân edecekler.” şeklinde olur. Âyetin devâmındaki “kable mevtihi” kaydı da gelecek zamanı işâret etmektedir.[20] Âyetten âşikâr olduğuna göre Ehl-i Kitâb’ın tamâmı Hz. Îsâ’ya îmân edecektir. Bu da henüz tahakkuk etmemiştir. O halde nüzûlden sonra yaşanacak zaman, bu Kur’ânî hakîkatin inkişaf devresi olacaktır.

Bütün deliller, zamirlerin Hz. Îsâ’ya döndüğünü yâni Mesih’in nüzûlünü isbât ediyor. Buna mukâbil “kable mevtihi/ölümünden önce” ifâdesindeki zamirin “kitâbiye” işaret ettiğini gösteren bir delil yok. Nasıl ki sahih bir rivâyetin olduğu yerde gayr-i sahih bir rivâyete iltifat edilmez, tıpkı bunun gibi âyetin siyâkının gerektirdiği mânâyı terk etmeyi ya da bir karine olmaksızın lafzı zâhir anlamından çıkarmayı gerektiren görüş de dikkate alınmaz.[21]

Dipnotlar:

[1] Muhammed Reşid Rıza. Tefsiru’l-Kur’ani’l-Hakim, Beyrut, 1999, III, 261.

[2] Kevseri, Nazretun Abire, (Şeltut’un fetvası için bkz. s. 23-31.) s.29-30.

[3] Kur’an, Zümer(39): 42.

[4] Kevseri, Nazretun Abire, s. 99-100.

[5] Kevseri, Nazretun Abire, s. 100.

[6] Kur’an, Al-i İmran(3): 46; Maide(5): 110.

[7] Kur’an, Nisa(4): 159.

[8] Kur’an, Zuhruf(43): 61.

[9] Kur’an, Al-i İmran(3): 48.

[10] İbn Manzur, a.g.e., XI, 600.

[11] Kurtubi, a.g.e., IV, 58; Ebu Hayyan, a.g.e., II, 483.

[12] Alusi, a.g.e., III, 164; el-Haseni, a.g.e., s. 32.

[13] Kur’an, Al-i İmran(3): 46; Maide(5): 110.

[14] el-Haseni, a.g.e., s. 33.

[15] el-Haseni, a.g.e., s. 42.

[16] İbn Kesir, a.g.e., I, 458.

[17] Ebu Hayyan, a.g.e., III, 408; Ayrıca bkz. Kevseri, Nazra Abire, s. 100; Muhammed Bahit el-Muti’i, Nüzul-u İsa Aleyhisselam, (Diğer risalelerle bir arada), Kahire, 1320, s. 127-28.

[18] İbn Kesir, a.g.e., I, 458.

[19] Kasem hazfedilmiştir. Bkz. Ebu Hayyan, a.g.e., III, 408.

[20] Kevseri, Nazra Abire, s. 103.

[21] Kevseri, Nazra Abire, s. 102.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak