Ara

Asıl Yurdumuz

Bir vesileyle Sivas'a gitmiştik. Ali Şahin kardeşimizin bahçesinde bir sabah vakti, askerden geldiğini söyleyen bir gençle aramızda şu konuşma gerçekleşti:"Askerde, gurbette kişi; sılayı, vatanını hatırlatan ne varsa onu sever. Hemşehrisini bulursa artık onun keyfine diyecek yoktur. Yaşadığı şehirden gelen ziyaretçiler neşe kaynağı olur ona. Postacı memleketinden mektup da getirmişse eğer, belki ölünceye kadar yârdan, dosttan geldi diye o mektubu saklar. Kepini havaya fırlatarak, "Gel teskere gel." der durur. Ayrıldığında, geride kalan arkadaşları ağlar; aldığı hediyelerle yurduna dönen askeri; anası-babası, ahbap ve arkadaşları yollarda gül ve çiçeklerle, sevinçle bekler; öpüp, kucaklayıp hasret giderirler." Mevlâ (c.c)'nın, ruhundan ruh üflediği canımız, ruhumuz, Arş'tan, Hakk'dan gelip bedenimize girmekle garip kaldı bu gurbet diyarı dünyada. Bu sebeple ruhumuz, her an özlemekte asıl vatanını. Görüldüğü an Rabbimizi hatırlatan evliya yüzü, Arş'tan inen Kur'an cüzü, vahye dayanan, Fahr-i Kâinat (s.a.v.)'ın mübarek sözü sevindirir ruhu. Mirac'ın hediyesi namaz, dua ve niyaz, ibadet ve taat, Cibrîl-i Emîn vasıtasıyla Allah (c.c)'dan gelen altı bin altı yüz almış altı âyet neşelendirir ruhu. Gurbet diyarı bedenden daha ruh çıkmadan, melekler, teskereyi alan, eceli gelip ölen o bahtiyar kulu, Rabbimizin, 'Senin için korku yok, mahzun da olmayacaksın.' (Yunus: 10/62) hitâb-ı izzeti'yle müjdelerler. Asıl yurduna dönen ruhu, ruhunun babası Muhammed Mustafa (s.a.v), anası ezvâc-ı tahirat (Peygamberimiz (s.a.v.)'in hanımları), dost ve yârânı olan mürşid-i kamiller kevser sularıyla, cennet nimetleriyle karşılar. Kur'an-ı Kerim'de geçen nefsin yedi mertebesini aşan, nefsini, rûhuna arkadaş eden şahsı, salih kullar, ikramlarla içlerine alırlar orada. Ne amel etmişse, hiç şüphesiz karşılığını bulur. Ebedî karargahımız ahiret, salihler için en güzel mekan, en güzel konaktır. Bir misalle anlatmaya çalışalım bu ebedî yurdu: Bir programın düzenlendiği yüz bin kişilik salona, gelenleri, biletle alırlar. Görevliler bütün giriş kapılarında misafirleri, güvenlik sebebiyle aramadan geçirirler. Yanıcı, kesici, zararlı madde bulunduranları, emniyetli hâle getirdikten sonra salona dahil ederler. Zararlı şahısları hiç almadıkları gibi, şüphelendiklerini de, uzun bir tetkikten geçirdikten sonra içeriye alırlar. Özenle tertip edilen mekanda, isimlerin yazılı olduğu protokole ait koltuklara da; Reis-i cumhur, başbakan ve bakanlar, üst düzey yetkililer ve generaller dostlarıyla birlikte, aramaya tabi tutulmadan, ikram ve iltifatlarla alınırlar. Bu dünyanın on genişliğinde verilen cennete, emin mekâna, nimetlerle bezenen selamet yurduna, kâfir ve münafıklar hiç sokulmazlar. Cimriler, kibirliler, ana ve babaya âsî olanlar, ahireti unutan dünya sarhoşları, ticarî ahlaksızlıkta bulunan ribâhorlar, hırsızlar, rüşvetçiler, yalancılar, gıybet edenler ve hasetçiler, zina ve içki mübtelaları, bidat ehli, dinde aslı olmayan davranışları meşrulaştıranlar; sekiz cennet kapısının bekçileri, Rıdvan tarafından zor bir sınava, ceza ve ikaba maruz kalmadan cennete girdirilmezler. Müminler, "'İşte yapmakta olduklarınıza karşılık, kendisine varis kılındığınız Cennet budur." (Zuhruf: 43/72) davetiyesi ve Allah (c.c)'m rızasına ermeleriyle cennete girerler. Cennete girmeyenler pişman olduğu gibi; üst makamda olmayan, enbiya, ulema ve şüheda ile sıddîklar koltuğunda (Kamer: 54/55) oturmayanlar da nedamet ve hasret çekerler. Onlar, maddî nimetlerin yanında, asıl mânevî nimetlerle, Allah (c.c)'ın Cemaliyle bahşişlenen Peygamber-i izam, evliya-i kiram, kutbü'l aktab, kutübü'l-irşad, gavs-ı âzam, ricalü'l-gayb ve Hakkın has kullarıdırlar. Yine onlar yüz elli güzel ahlakla ahlâklanan, kanaatkar, Allah'a teslim, tevekkül ehli, Hak'dan gelene râzı, merhamet sahibi ve şefkatli, yumuşak huylu ve hayalı, tevazu ve vakar sahibi, rabıtalı, mürşid-i kamilin gönlünden akan manevî ırmaktan sulanan dervişlerdir. Allah'ı görür gibi taat kılan müttakî, Allah'dan korkup-ürperen mukarreb, Hakk'a yakın olanlardır o güzel insanlar. Saydığımız bu müstesna kullar, "Selam size; tertemiz oldunuz! Artık ebediyyen kalıcı kimseler olmak üzere buraya girin." (Zümer: 39/73) diye ifade buyrulan, vasfından aciz kalman, özel hazırlanan, göz aydınlığı nimetlerin sunulduğu mükerrem mekânda melekler tarafından karşılanarak cennete alınırlar. Üstün vasfa sahip kimseler, sorgusuz-sualsiz, zahmetsiz-meşakkatsiz bir şekilde, âsûde olarak canları alınıp, ikramla, isimlerinin yazılı olduğu sadıklar koltuğuna otururlar. Edep ve erkânıyla ârifan-ı İlâhinin gönlünde yer eden, ismi, defterlerine düşenler de, protokol dediğimiz bu müstesna mekanda, rüyet cennetinde Hakk Celle ve Âlâ'ya nazar kılarlar. Rabbimiz (c.c), âhiret yurdunun yanında bir nefes kadar bile değeri olmayan bu kokmuş, cîfe âlemde mal ve mülk yığma yarışına gireceğimize, "Ancak bunda, (Cennet ve Cemâle kavuşturacak, nimet ve devlete erdirecek hususlarda) yarışın."(Mutaffifîn: 83/26), "Çalışanlar, o halde böylesi (bir netice, ebedî sürür, sermedi nimet) için çalışınsın." (Saffât: 37/61) buyurur âyet-i kerîmelerinde.

Alemdar-Ali Ramazan Dinç Efendi (ks)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak