Ara

Allâh’ın ve Peygamberinin Savaş Açtığı Fâizin Günümüzde Îmândan Algıya Olan Seyri

Allâh’ın ve Peygamberinin Savaş Açtığı Fâizin Günümüzde Îmândan Algıya Olan Seyri

Kur’ân-ı Kerîm’de “ribâ” kelimesiyle ifâde edilen fâiz, insana ve emeğe karşı işlenen en büyük suçlardan biridir. Bu özelliğinden dolayı Hz. Âdem (as)’dan beri bütün peygamberler fâizin yasak olduğunu bildirmişlerdir. Hz. Peygamber de Vedâ Hutbesi’nde ebedî olarak yürürlükten kaldırdığını bütün insanlığa ilân etmiştir. Çünkü fâiz, mal emniyetini yok eden insanlık dışı bir muameledir. Emeksiz kazançların en kötüsüdür. Vâde veya aynı mallardaki kalite farkından dolayı paranın para doğurmasıdır. Câhiliye Dönemi’nde vâdeye bağlı paranın para kazanmasına “riba’n-nesie” denilmiş; aynı cins malların kalite farkından dolayı değişimine bağlı artı gelir getirmesine de “riba’l-fadl” adı verilmiştir1.

Bugünkü bankalarda yaygın olan fâiz, Câhiliye Dönemi’nin nesie fâizine benzemektedir. Bu durum gösteriyor ki câhiliye; hayâtın vahiy dışı görüşlerle, ideolojilerle anlamlandırılmasıdır. Hâlâ da varlığını en radikal biçimde devâm ettirmektedir. Modern câhiliyenin rûhu olan fâiz, târihin hiçbir döneminde aklıselim sâhibi insanlar tarafından hoş karşılanmamıştır.

Kur’ân-ı Kerîm fâizin haram olduğunu Mekkî âyetlerde de bildirmiştir. Şu âyet bunun kanıtıdır: “İnsanların (ticâret) malları içinde artacağını düşünerek verdiğiniz fâiz(li borç para) Allah katında(ki ilâhî ölçülere göre kesinlikle) artmaz...”2 Mekke Dönemi’nde siyâsal hâkimiyeti elinde bulunduramayan Resûlullâh (s.) ve mü’minler bu müzmin hastalığa engel olamamışlardır. Yüce Allah, insanların vicdânını harekete geçirmek sûretiyle bu günâhı engellemek istemiş ama Mekkeli zenginler varlık alanlarını fâize borçlu oldukları için, İslâm’ın bu emrine şiddetle karşı çıkmışlardır. Riba-n nesie ve riba-l fadl denilen iki tür fâiz uygulamasını da yapmışlardır. Menfaatları yok olacak endişesiyle İslâm’a savaş açmışlardır. Allah Teâlâ ise uyarılarını sürekli yapmış ve Medîne Dönemi’nin başlarında şu âyeti indirmiştir: “Ey îmân edenler! Kat kat artırarak fâiz yemeyin. Allâh’a karşı takvâlı olun ki kurtulasınız.”3 Yeni bir toplum inşâsında birçok hikmetleri gözeten Yüce Allah, âyetlerin tedrîcîliği sürecinde nihâî değerlendirmesini Bakara sûresinde yapmıştır. Fâizli alışverişlerle ilgili şu âyetlerde olduğu gibi, çok ağır ifâdeler kullanmıştır: Fâiz yiyenler (mezarlarından) şeytan çarpmış kimsenin kalktığı gibi kalkacaklardır. Bunun sebebi, ticâret de tıpkı fâiz gibidir demeleridir. Oysa Allah ticâreti helâl, fâizi haram kılmıştır. O hâlde her kim kendisine Rabbinden bir öğüt ulaşır da (fâizcilikten) vazgeçerse, geçmişte olan kendisinindir. Onun (âhiretteki) durumu Allâha kalmıştır. Fakat kim de yeniden (fâizciliğe) dönerse, işte onlar cehennem halkıdır ve ebediyen orada kalacaklardır.”4 Kur’ân-ı Kerîm’i tefekkür ve tedebbürle okuyan kişiler bilir ki cehennemde ebedî kalacak olanlar bütün türleriyle inkâr üzere ölen kâfirler5 ve bilerek bir Müslüman’ı öldüren kimselerdir.6 Allah (c.), insan emeğine ve alın terine vermiş olduğu değerden dolayı fâizli alışverişi de bu saydığımız günahlara denk tutmuştur. Şu âyet de fâizle ticâret yapanlara Allah ve Resûlünden savaş açıldığını bildirmiştir: “Ey îmân edenler! Eğer (Allâh’a) gerçekten inanıyorsanız Allah’tan korkun da (geçmişten) kalan fâiz alacaklarınızdan vazgeçin. Şâyet bunu yapmayacak olursanız Allah’tan ve Peygamberinden (size bir) savaş açıldığını bilmiş olun. Fakat tövbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Ne zulmedin ne de zulme uğrayın.”7 Bakara sûresinin 281. âyeti ki fâizle ilgili âyetlerin kapanış âyetidir. Kur’ân’ın en son inen âyeti olduğu söylenmektedir. Bu görüşü Hz. Ömer’in(r.a./h.23/644) şu sözü doğrulamaktadır: “Kur’ân’ın son inen âyet(ler)i fâiz (ribâ) âyetleridir. Hz. Peygamber (as) bunları bize detaylıca açıklayamadan vefât etti. Bu nedenle fâizi ve fâiz şüphesi olan her şeyi bırakınız.”8 Hz. Peygamber (as) fâizi “İnsanı âhirette helâke götüren en büyük yedi günahtan birisi” olarak saymıştır.9 Kul hakkı olması ve sömürüye zemin hazırlaması sebebiyle "Bir dirheminin bile zinâdan bile ağır günah olduğuna"10 vurgu yapan Resûlullâh (as), zamanın kötü yöndeki siyâsî ve sosyal değişimiyle fâiz yemeyecek kimsenin neredeyse/istemeyerek de olsa kalmayacağını şöyle haber vermiştir: "İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki fâiz yemeyen kimse kalmayacaktır. Hiç yemeyene bile tozundan/buharından bir şeyler bulaşacaktır.”11 Öyle ki Resûlullâh (s.), sâdece fâizle ticâret yapıp kazancını yiyen kimselere değil, fâize kurumsal anlamda destek verenlere de şu hadiste olduğu gibi şiddetli uyarılarda bulunmuştur: “Allah fâiz yiyene de, kâtiplerine de, şâhitlerine de lânet etsin.” 12 Lânet ifâdesini çok az kullanan Hz. Peygamber (as) fâizle ilgili tembihat kabîlinden bu ifâdeyi kullanmışsa, bunun temelinde yatan ana düşünce; toplumdaki fiyat artışlarından ahlâkî gidişâta, sosyal ilişkilerden siyâsal yapılanmaya kadar negatif etkisi olan fâizin ne olduğunu kavramasındaki temel dinamiklerdir. “İnsan için elinin emeğinden daha hayırlı bir rızık olmadığını”13 belirten Resûlullâh(as): Şüpheli olmayana karşı şüpheli şeyleri (hemen) terket, çünkü hayır kalbinin yatıştığında, şer de şüphe duyduğun şeydedir.14 buyurmuştur.

“Faizin yetmişten fazla bâbının/kapısının” olduğunu söyleyen Hz. Muhammed (as)15 uygulamadaki çeşitliliğe, farklı isimlerle fâizi işler hâle getirmeye dikkat çekip bu yapılanmanın yanlışlığına işâret etmiştir. Fâizle ilgili tüm uygulamaları insanlık suçu, emek kâtilliği ve fakirliğin yaygınlaşmasının etkenlerinden biri olarak gördüğü için Vedâ Haccı’ndaki meşhur hutbesinde: "Fâizli alışverişlerin uygulamadan kaldırıldığını16 duyurmuştur. Hattâ hîleli yollarla icrâ edilen “ıyne ’’ alışverişini fâiz kabul etmiş ve şu evrensel uyarıyı yapmıştır: “Îyne alışverişi yapar (fâizle gelir elde ederseniz), öküzün peşine takılarak ziraatçiliğe râzı olur da cihâdı da (tamâmen) bırakırsanız Allah Teâlâ size öyle bir zillet musallat eder ki siz(bütün ayrıntılarıyla) dîninize yeniden dönmedikçe bu zilleti üzerinizden almaz.”17 Hadisteki “Öküzün kuyruğuna yapışmak/peşine düşmek” ifâdesi, dünyevî çıkarlarımızın dînimizin önüne geçmesi ve hayâtı bu materyalist anlayışla anlamlandırmaya işâret etmektedir. Ölene kadar maddî şeyler peşinde koşup âhireti unutmaktır. Hayâtın kötü gidişâtına müdahale etmeyip firavunların sınırlarını çizdiği ısmarlama bir hayâta râzı olmaktır. Sıradanlaşmaktır. Toplumum kucağına düşüp edilgenleşmektir. Hattâ İbni Abbas (ö: 68/687), fâizli muameleleri terk etmeyen kimselerin sadakalarının, hacclarının ve cihadlarının kabûl olunmayacağını söylemiştir.18 Zîrâ fâizde insanlığa zarar vermek söz konusudur ki Hz. Peygamber bu tip ticâreti büyük günahlardan kabûl etmiştir. 19 Öyle ki bir dirhem fâizli alışveriş zinâdan beter görülmüştür.20 Bu anlayış sebebiyle, vatandaşlarının din ve mal emniyetini korumayı amaç edinen âdil siyaset pratiğinde, fâizle uğraşanlar önce uyarılır, tâzir edilir ve tövbeye çağırılırlar. Bütün bunlara rağmen fâiz yiyenler, haramda ısrar ederlerse onlara karşı savaş bile ilân edilebilir.21 Hz. Peygamber(s.) Mekke’yi fethedince Attab b. Üseyd’i(ö.h.2/634) vâli atamıştır. O da fâizin her türlüsünün kaldırıldığını insanlara ilân etmiştir. Buna rağmen Amr Oğulları, Muğire Oğullarındaki fâiz alacağını tahsil etmekte direnmişlerdir. Vâli Attab, bu durumu Resûlullâh’a (as) bildirince O “Eğer bu kabîle fâizden vazgeçmeyecek olursa onlarla savaş” emrini vermiştir.22 Bu uygulamanın amacı kul haklarını ihlâl ettirmemektir. Emeğe saygının kutsal olduğunu herkese öğretmektir. Emeğe saygının öneminden dolayı Yüce Allah, kudsî hadiste belirtildiği gibi: “Üç kimsenin hasmıyım” buyurmuştur. Bunlardan birisi de "Çalıştırdığı ücretlinin emeğinin karşılığını(vaktinde) vermeyen kimsedir.”23 Fâiz ise emeksiz kazancın ve emek sömürüsünün başında gelmektedir.

 

Hz. Peygamber (s.): “Kişi sakıncalı olmayanı bile sakıncalı olana düşerim endişesiyle terketmedikçe takvâlı bir kul olma mertebesine kesinlikle ulaşamaz.”24 buyurmuştur. Bu tavsiyesiyle Peygamber Efendimiz bizleri yediklerimiz, içtiklerimiz ve kazandıklarımız konularında itinâlı olmaya dâvet etmiştir. Daha önce de belirttiğimiz gibi “İnsan yediği şeydir.” Yedikleri içtikleri insanı madden ve mânen etkiler. Hâl böyleyken, insânî ve İslâmî terakkînin doğru yönde ilerlemesinin etkenlerinden birisi de kazanç yollarını kılı kırk yararcasına helâlinden sağlamaktır. Şüphelilerden sakınıp mübahlar husûsunda bile duyarlı olmaktır. "Vâdesi dolmamış bir alacağı daha azıyla peşin satmayı veya peşin ödenmesi gereken bir karşılığı (uzun) vâdede daha fazla bir parayla kâra dönüştürmeyi” Resûlullâh nehyetmişti.25 Kısacası O, bir satışta iki satışı; peşin alırsan şu fiyata, veresiye alırsan şu kadar paraya şeklindeki alışverişleri bile fâiz endişesiyle yasaklamıştır.26 Bu durumda ekonomiyi Kur’ân ve sünnetin hükümleri çerçevesinde şekillendirmek gerekirken, dînin emir ve yasaklarını mevcut duruma göre yorumlayıp ideolojileri vahye baskın hâle getirmek doğru bir yaklaşım değildir. Bu uygulama, çözüm üretmekte âciz kalan ya da İslâm’ın bir dünyâ görüşünün olmadığına inanan akademisyenlerin modernizme nefes aldırmaktan başka bir şey yap(a)madıklarının açık göstergesidir. İslâm’ın yasaklamış olduğu fâiz belâsının sayılamayacak kadar maddî ve mânevî zararları vardır. Bunların bir kısmını şöyle sıralayabiliriz:

1-  Mü’minler fâize karşı mesâfeli durmayacak olurlarsa fâiz ve fâizli işlemlerin yürütüldüğü kurumlar, Müslümanları finans kuramlarının bir parçası hâline getirir. Özellikle Müslümanlar böyle bir hayâta zorlanmaktadırlar. Netîcede insanlar; ev, araba, arsa, gıdâ ve giyecek gibi ihtiyaçlarını karşılarken veya ticâret yaparken bankaların ve bu bankaların bağımlı olduğu çok uluslu şirketlerin piyonu olurlar. Böyle bir entegrasyon fâiz üzerine binâ edilmiş olan dünyâ sisteminin gücüne güç katar ve ömrünü uzatır.

2-  Fâizle uğraşmak ve fâiz karşılığı borç para vermek gayri insânî bir davranıştır. İnsânî davranışların hâkim olduğu toplumlarda fâiz olmaz. Fâizin yaygın olduğu yerlerde her şey menfaate indirgenmiştir. Para böyle toplumlarda en önemli değer ölçüsüdür. Bu yaklaşım ve davranışlar insanlık için bir ayıptır.

3-     Faiz, pahalılığı artıran en önemli etkenlerdendir. Üreticiden tüketiciye kadarki süreçte kişi ve kurumlar aldıkları kredileri mâliyete yansıttıklarında fiyatlar kendiliğinden artar. Bu artış pahalılık olarak halka yansır ve geçim daha da zorlaşır.

4-     Faize bağlı pahalılık neticesinde toplumda ahlâkî bozulmalar arttığı gibi; bunalımlar, stres ve intihar olayları da çoğalır. Ülkemizdeki kredi borçlarına bağlı intihar ve cinâyetlerin artışı başlı başına bir araştırma konusudur.

5-     Faizle işlem yapan sermâye sâhipleri bu çirkin eylem sâyesinde daha da zengin olurlarken fakirler de daha fakir olur. Kapital sâhibi zenginlerle fakirler arasındaki uçurum daha da büyür.

6-     Bir toplumda fakirlerin sayısı dengesiz biçimde çoğalacak olursa her an sosyal patlamalar olabilir. Sonuçta, faizin sebep olduğu olaylar birçok kişinin mal ve can emniyetinin yok olmasına sebep olabilir. Toplumu böyle bir duruma düşürmemek için faizleri sıfırlamak gerekir. Çünkü ideal iktisat sistemi faizin sıfır olduğu sistemdir.

7-     Faiz başta olmak üzere haramla beslenen insanların basîreti kapanır. Hâdiseleri doğru bir şekilde değerlendirme yeteneklerini kaybederler. Basîret kararmasına bağlı olarak târihi yapan insan olmak yerine edilgen bir varlık olurlar. Müslümanlar faizli muamelelere dalacak olurlarsa şâhid ümmet olma özelliklerini kaybedeler.

8-     Faiz uluslararası bir işlerlik kazanır ve zengin devletler yoksul devletleri sömürecek olursa devletlerin köleleşmesi ortaya çıkar. Sonuçta, yoksul devletlerin her türlü politikasını kapitalist devletler belirler. Şu an dünyâdaki uygulama da bundan ibârettir.

9-     Birileri yattığı yerden sermâyesine bağlı faizle para kazandıkça, fakirlerin zenginlere karşı kin ve hasetleri artar. Bu kin toplumsal barışı yok ettiği gibi derin kutuplaşmalarla insanlar arasındaki birlik ve berâberlik duygularını da yok eder.

10-  Faizin yaygın olduğu bir piyasada borçlar vaktinde ödenmediğinde, alacaklı kurum olan bankalar borçluların mallarını ederinin altında bir değerle ellerinden alarak insanlara zulmederler. Birçok âilenin evsiz barksız kalmasına sebep olurlar. Faiz alacaklarını zamanında tahsil edemeyen sermâyedarlar, bunları tahsil etmek için illegal yollara başvurabilirler. Bu uygulama toplumda bir faiz mafyasının doğmasına ve terör hâdiselerine sebep olabilir.

11- Faizin yaygın olduğu toplumlarda sermâye sâdece zenginler arasında dolaşan bir devlet hâline gelir ve buna bağlı olarak toplumsal refahtan herkes âdil şekilde yararlanamaz.

12- Ticârî yatırımlarda faiz mâliyeti artırdığı için yatırımların durmasına ve işsizliğin yaygınlaşmasına sebep olur. Böylece sermâye yatırımlara akmak yerine paradan para kazanmaya yönelir. Bu durum zengini yatırımlardan uzaklaştırdığı gibi yeni istihdam alanlarının doğmasını da engeller. Sonuçta işsizlik oranları daha da artar.

 

Faizin bu maddi zararlarıyla berâber uhrevî zararları ve cezâsı da çok korkunçtur. Uhrevî zararlarını bilmek isteyenler, Bakara sûresinin 275-280. âyetlerini okumalıdır. Faizin çok yönlü zararlarını bilen İslâm ulemâsı, tasavvuf büyükleri faizle ilgili kurumların ülkemize transfer edilmeye başladığı ilk dönemlerden itibâren çok ciddi tepkiler göstermişlerdir. Bu tepkiler zamanına göre çözümcül nitelikte olmuş ve faiz kurumları yerine, amatör ruhla işleyen yardım sandıkları kurulmuştur. Böylece Müslümanlar faiz batağına düşürülmemiştir. Faizin bireysel, sosyal ve siyâsî neticeleri hesaplanarak bir çıkış yolu aranmış ve dar anlamda da olsa bulunmuştur. Çünkü tasavvufî mekteplerin irfan sâhibi liyâkatli önderleri bir lokma haramın insanı istikâmetten ve İslâmî terakkîden mahrum edeceğine gönülden inanmışlardır. Modernitenin ülkemizde kurumsallaşmasına bağlı müzmin iktidar süreçlerinden sonra maalesef birçok tasavvufî kurum ehlîleştirilmiş, terbiye edilmiş ve moderniteye entegrasyonu gerçekleştirilmiştir. Artık İslâmî duyarlılık gösterilmemeye başlanmıştır. Dervişler yolcu veya garip gibi yaşamak yerine kendilerinden menkul yorumlarla kârun gibi yaşamaya başlamışlardır. Tasavvufî kurumların dergilerinde, radyolarında, gazetelerinde ya bankaların ya da “sarıklı faiz kurumları” olan sözde faizsiz(!) finans kurumlarının reklamları yapılmaktadır. Gelirler, giderler, âidatlar ve yatırımlar banka hesaplarında toplanmakta; daha da ötesi faizsiz kurumlar üretmek üzerine fıkıh yapması kendilerine vebal olan sözde fıkıh otoriteleri modern bankacılık ve onun işleme biçimlerini meşrû hâle getirmek için tasavvuf dergilerinde yazılar/köşeler yazmakta ve tarikatlara danışmanlık yapmaktadırlar. Bu konularda fikir beyân eden ilâhiyatçı akademisyenlerin birçok eksiklikleri olmakla berâber şu hususlardaki noksanları, söylediklerini daha da tartışmalı hâle getirmektedir:

1-  Konuyla alâkalı söz söyleme yetkisini kendinde gören ilâhiyatçı akademisyenlerimizin tamâmına yakını, liberal iktisat sistemi başta olmak üzere dünyâdaki ekonomik yapılanmaları, modern bankacılığı ve bu kurumların çalışma biçimlerini, dünyâ ticâret merkezi ile olan siyâsal bağlantılarını yeterli şekilde, ayrıntılarıyla bilmemektedirler. Okuduklarıyla ve duyduklarıyla amel edip çok az bilgiyle söz söylemektedirler.

2-  Fetvâ verirken bu kurumların var oluş amaçları ve arkalarındaki çok uluslu şirketlerin siyâsal amaçları hiç hesâba katılmamaktadır. Fetvânın illetinin belki de burada aranması gerekir veya fetvâda işin bu tarafı da göz önünde bulundurulmalıdır.

 

3-  Fetvâlar Müslümanların sorunlarını çözmekten ziyâde içinde yaşanılan sistemi ve ortamı rahatlatmaktadır. Yeni proje ortaya koymak yerine, verili durumlar dinden desteklenmek sûretiyle kapitalizm meşrûlaştırılmaktadır.

4-  Finans kurumları ve bankalarla ilgili söylenenler müslümanları, yaşadıkları gayr-ı İslâmî ortama entegre etmekte ve dirençlerini yok etmektedir. Tikel veya tekil rahatsızlıklar tümele geçişe ya da arayışa sebep olacakken sözümona çözümlerle bu arayışlar engellenmektedir.

5-  Fetvâların dayanağı olan naslar yeterince araştırılmamaktadır. Takat kesilene kadar araştırma yerine ön kabullerine delil olacak çok az delille yetinmektedirler. Kaynak taramaları yeterli ve ciddî değildir. Şimdiye kadar fikir beyân eden zevâtın görüşlerini irdelediğimizde araştırma eksiklerinin çok olduğunu görebiliriz. Bu bilgi eksikliğinin onları daha göreceli hareket etmeye sevk etmesi gerekir. Düşünceleri ve içtihatları mutlaklaştırmak dîne karşı din uydurmaktır.

6-  Fıkıhcı akedemisyenlerimiz, hükümlerin       illetlerini tesbitte ciddî sıkıntılar yaşamaktadırlar. Çalışma yapan zevâtın birçoğu ciddî bir fıkıh geleneğinden gelmediği gibi bir kısmı da hükümlerin üzerine binâ edildiği illet ile şartı, maslahat, sebep ve hikmeti birbirine karıştırmaktadırlar. Bu konulardaki yetersiz usûl bilgisi farklı ve yanlış hükümlerin ortaya çıkıp yayılmasına neden olmaktadır.

7-  Böyle netâmeli konularda söz söyleyenler, daha sonraları araştırmalarını derinleştirdiklerinde farklı bir görüşe sâhip olacak olsalar bile yeni düşüncelerini toplumla paylaşamamaktadırlar. Fetvâlarından vazgeçtiklerini çeşitli psikolojik ve siyâsî sebeplerden dolayı insanlara deklare etmemektedirler. İşte bütün bu saymış olduğumuz sebepler, istikâmet ehli insanların böyle söylemlere mesâfeli durmasının gerekçeleridir.

8-  Gazete köşelerinde ve ekranlarda fetvâ(!) veren bazı kimseler Kur’ân’daki ribâ ile bankalardaki faizin ayrı şeyler olduğunu söyleyerek demagoji yapmaktadırlar. Bu kimselerin ciddî anlamda hiçbir kitâbî birikimleri yoktur. Dil ile de din ile de aralarının çok iyi olduğu söylenemez. Bu ehliyetsiz kimselerin çok konuşması halkın kafasını karıştırdığı gibi din alanında boşluğa sebep olmakta ve dînî söyleme karşı bir itimatsızlık meydana getirmektedir. Böyle bir durum kasıtlı olarak amaçlanmış da olabilir...

Neticede banka kelimesini ağzına alırken “affedersiniz” ifâdesini kullanan; “Bankanın önünden geçerken çok süratli geçin.” diyen İslâmî hassasiyet bugün tüketildi. Seyr ü sülûk için dergâha gelenlerin ve bu yolda ciddî mesâfe almak için azîmet mektebini tercih edenlerin cüzdanlarının içi renkli banka kartlarıyla doldu. Bir Müslüman’ın cüzdanındaki banka kartlarının değil çokluğu, bizzat varlığı onun finans kurumlarının bir parçası olduğunun en önemli kanıtıdır. Tasavvuf ehli, Visa kartı ile alışveriş yapmanın ve kart kullanmanın yanlışlığını ve arka planındaki ekonomik ve siyâsal sömürüyü bir türlü kavrayamadılar. Hâlbuki bankalar, kapitalizmin kâlbidir. Buralara para bağlamak, dünyâ sisteminin değirmenine su taşıyarak onun ömrüne ömür katmaktır. Hem ona tâze kan verip sonra da yeni bir “Medîne”den bahsetmek ikiyüzlülüktür. Artık onlar da işlerine geldiği gibi konuşmaya başladılar. Kısacası tuz koktu. Bir şeyin yasaklanmasındaki çok yönlü illeti anlayamadılar. Kur’ân ve sünnetle yeterince aydınlanamadıkları için zihinleri kolayca çeldirildi. Ne banka faizleri, faizli krediler, ne kaskolar, ne de faiz şüphesi olan ticâret şekilleri onları yeterince rahatsız etmedi. Hattâ bu konularda teklif sunan ilim ehli dinlenmedi ve reddedildi. Sonuçta herkes liberalizme adapte ettirilmiş oldu. Hattâ faize karşı çıkmayan sağ liberal partilerin ucuz oy deposu oldular. Bu adaptasyonun itikâdî, sosyal, siyâsal, iktisâdî ve ahlâkî boyutlarının dîne dolaysız etkisi ciddî şekilde gözlemlenebilirse, kimin Müslüman kalabildiği veya kalamadığı; kimin îmânını koruyabildiği veya koruyamadığı o zaman görülecektir. Onun için, îmânı modern zamanlarda ve siyâsada koruyabilmek “avuçta kor ateş tutmak gibi” zordur.

İslâmî ilimlerde yetişen kimselerden Müslümanların sorunlarını çözmeleri ve mü’minlere inandırıcı projeler sunmaları istenmiştir. Çünkü, İslâm çözümdür. Meydana gelen hâdiselere vahiyden çözüm bulmak, dînimizi ütopik bir kurum olmaktan kurtaracaktır. Daha da önemlisi bu tip çalışmalar İslâm’ın, dünyâ sisteminin alternatifi olduğu mesajını canlı tutacaktır. “Dînin sâdece târihin bir kesiminde yaşanabildiği” yanlış yargısından genç zihinleri arındıracak olan projeli çalışmalar, İslâm’ın istikbalde varlık alanı bulması için de çok önemlidir. Bu sâyede ideolojiler Müslümanların hayâtından ve ’karşı din’ olmaktan çıkarılacaktır. Ümmetin çocukları kitlesel irtidattan kurtulacaktır. Kısacası; faizle ilgili yasaklayıcı âyetleri bin defâ okumak yerine faizsiz kurumlar inşâ edip müminleri her türlü faizden ve şüpheli kazançtan kurtarmak daha da evlâdır. Eğer bu kurumlar İslâmî hareketin onayına ve fıkhına göre inşâ edilirse meşrûiyet kazanır. İslâmizasyon politikalarının gereği olarak ithâl edilen bugünkü sözümona faizsiz bankalar(!) böyle bir hareketten neşet etmedikleri için, sisteme nefes aldırıp Müslümanların liberalizmle barışık yaşamalarını sağlamaktan başka bir anlam ifâde etmemektedirler. Çalışma biçimi olarak faizli bankaları örnek alan finans kurumları, kesinlikle var olan veya var olmakta olan bir İslâmî hareketin parçası değildir. Müslümanların paralarını “yastık altından çıkararak” piyasaya sürmeyi hedefleyen ve sistem zora düştüğünde onu rehabilite ettiren işbirlikçi bir yaklaşımın ürünleridir. Bu nedenle finans kurumları üzerinden fikir yürüterek İslâm iktisâdı; genelde de İslâm’ın dünyâ görüşünün aleyhinde düşünce üretmek doğru bir yaklaşım değildir. En önemli ibâdet ve zikir, bu faizsiz yapılanmayı uygulanabilir bir proje olarak İslâm’ın kendi dinamikleri ve ölçüleri içerisinde hareket fıkhının bir parçası şeklinde gerçekleştirebilmektir. Faizsiz bir dünyâyı yeniden kurabilmektir..

Ekim, 2014

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak