Zât’ta, mülkte ve sıfatlarda Allâh’a ortak koşmak1 anlamına gelen şirk; Allâh’a mahsus olan sıfatlardan herhangi birisini O’ndan başkasına isnâd etmektir.2 Hayâtın sosyal, siyâsî, ahlâkî ve hukûkî cephelerini Allah’tan başkasına teslîm etmek; bir otorite paylaşımı veya paylaştırımıdır. Şirk, kişinin yaratıcı olarak kabûl ettiği Allah Teâlâ’yı emir alanında ya tamâmen veya kısmen kabûl etmemesidir. Ulûhiyet tevhîdi ile Rubûbiyet tevhîdinin arasını ayırmak şirktir.
Kur’ân-ı Kerîm’de iktisâdî, sosyal, hukûkî, ahlâkî, siyâsî ve dînî alanda şirke düşen toplumların başına gelenler ve toplumlar için seçilen peygamberlerin tevhîd mücâdelesi anlatılmıştır. Siyâsal şirkin en önemli temsîlcisi Firavun’dur. Firavun ve onun istekleri doğrultusunda hayatlarını anlamlandıran İsrâîloğullarının durumu ise Kur’ân’da en çok anlatılan kıssadır. Kurumlar bâzında kötü yönetimi temsîl eden Firavun, malda tanrılık taslayan ve sermâyede mutlak liberal kullanımı savunan Kârûn, bilgiyi hakkın değil de Firavunların saraylarının tahkîmi için kullanan Bel’am ve aynı kötü siyâsayı sanatıyla besleyen Hâmân; siyâsî, iktisâdî, dînî şirkin ve sanat şirkinin de zirvedeki temsilcileridirler. Kur’ân-ı Kerîm, siyâsal şirke bulaşan İsrâîloğullarını çokça konu edinmek sûretiyle, Hz. Muhammed (sav)’in ümmetini hem uyarmış hem de onların da yıkılma noktasının burası olacağına işâret etmiştir. Şirk tevhîdin karşıtıdır, politeist bir hayattır. Özellikle emir alanında Allah Teâlâ’yı hesâba katmamaktır. Her dönemin putları farklıdır. Bâzan “Damarlardaki kanın kıpırdamasından bile daha gizli hareket eder de” insan müşrik olduğunun farkına bile varmaz. Şirkin çok ilkel bir yüzü de olabilir; çağdaş bir form içerisinde de kendisini sunabilir. Mü’min ise şuna îmân eder:“Yaratmak da emretmek de sâdece ve sâdece Allâh’a âittir.”3Yaratma ile emretmenin arasını ayıran ve hayâtın yönetilip yönlendirilmesini Allah’tan başkasına; gerçek ve hükmî şahıslara teslîm eden kimseler şirke düşerler. Vahye rağmen bir hayat tercîh edilemez. Kur’ân-ı Kerîm: “Onlar ki îmân ettiler ve îmanlarına zulüm/şirk bulaştırmadılar”4âyeti ile yaratma alanı gibi emir alanının da Allâh’a özgü kılınmasını istemektedir.5 Câhiliye insanı tanrı tanımaz; ateist değildi. Allâh’ı biliyordu ve herşeyi yarattığına da îmân ediyordu. Fakat müşriklerin kafalarında hayâta müdâhale etmeyen, kulların işlerine karışmayan, evreni yaratıp istirahate çekilen âtıl bir tanrı anlayışı vardı. Aslında deizm denilen inanç biçimi budur. Buradan bakarsak, hayâtın anlamlandırılmasında Allah Teâlâ’yı hesâba katmayan herkes deisttir. Deizm târih sahnesine değişik formlarda çıkabilir, îmanla şirki bir gönülde toplamaktır. Îmanda saflaşmamaktır.
Şirk denilen illet, fıtratı bozmak ve Allah Teâlâ’ya yabancılaşmaktır. Şirki doğuran sebeplerden bâzıları şöyledir:
1-Mârifetullah Eksikliği
Kur’ân-ı Kerîm’in öncelikli ana konusu Allah Teâlâ’dır. Rabbimiz bizlere Kendisini esmâsıyla, sıfatlarıyla, fiilleriyle, Ulûhiyeti ve Rubûbiyetiyle detaylı bir şekilde Kur’ân’da tanıtmıştır. Allah Teâlâ bizlere Zâtını anlatmaz. Zîrâ bizim akıl, ilim ve kavrayışımız bunları anlayacak kapasitede değildir. Zât-ı İlâhî’nin düşünülmesinin doğru olmadığı nasslarla da beyân edilmiştir. Yüce Allah (cc) insanları şu âyetiyle uyarmıştır: “…O’nun benzeri hiçbir şey yoktur. Şüphesiz O, hakkıyla işiten ve görendir…”6 Peygamber (sav) de konuya şu şekilde açıklık getirmiştir: “Allâh’ın yaratmasını; mahlûkâtı üzerindeki kudretinin büyüklüğünü tefekkür ediniz. Hâlik’ı (Allâh’ın zâtını) tefekkür etmeyiniz; çünkü hiçbir şekilde buna güç yetiremezsiniz.”7 Yüce Allah, kullarına Kendisini kevnî ve lafzî âyetleriyle tanıtmıştır.
“Ey kavmim! Yalnızca Allâh’a kulluk ediniz. Sizin O’ndan başka ilâhınız yoktur.”8 Peygamberler, almış oldukları vahiy vâsıtasıyla kavimlerine Allâh’ı hakkıyla tanıtmışlardır. İlâhî mesaja kulak vermeyip kendi kültür ve algı düzeylerine göre tanrı anlayışı ortaya koyan toplumlar ise “Allâh’ı hakkıyla takdîr edemedikleri için”9 sapıtmışlar ve câhiliyenin doğmasına zemin hazırlamışlardır.
Allâh’ı bilmekle O’na karşı haşyet, huşû’, verâ ve takvâ arasında doğru bir orantı vardır. Mârifetsizlik ile de günah, isyan, zulüm, fısk, nifak, şirk ve küfür arasında doğru bir orantı vardır. Peygamberimiz (sav) konuyla ilgili şöyle buyurmuştur: “Sizin, Allâh’ı en iyi bileniniz benim; Allâh’a karşı en takvâlı olanınız da benim.”10 İlâhî nîmete lâyık olmakla mârifetullâh’ın dereceleri arasında bir bağ kurarsak, peygamberlerden sonra Allâh’ı (cc) en iyi bilenler sıddîklar, şehitler ve sâlihlerdir.11 Mârifet nûrunun oluşmasında ilim en önemli vesîledir. Hz. Peygamber (sav): “(Sizler din konusunda yersiz endişelere kapılmayın.) Bu din çok sağlamdır; metîndir. Dinde rıfk ile derinleşmeye bakın.”12
2- Geçmişi Taklîd Edip Yanlışlarda Isrâr Etmek
Cehâlet, düşünmemek, sorgulamamak, derinleşmemek, ön kabûllü olmak ve hakîkati görememek taklit hastalığına düşenlerin ortak nitelikleridir. Kur’ân-ı Kerîm taklit hastalığını daha çok müşriklere lâyık görür: “Allâh’ın gönderdiği (kitâbın hükümleri)ne uyun denilince: ‘Hayır, biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız.’ derler. Peki, ya ataları akıllarını hiç kullanmayan ve doğru yolu bulamayan kimseler ise, (yine de onların izinden mi gidecekler?)”13 Bu kör taklit, birçok kimseyi “Hahamları, râhipleri ve Meryem oğlu Îsâ’yı rableştirmeye”14 kadar götürmüştür.
Hz. Muhammed (sav) “üsve/örnek”15 olarak gönderilmiştir. Yâni “O bir hayat yaşıyor, siz de ona bakın, tanıyın, öğrenin, anlayıp düşünün ve onun gibi olun” deniliyor. Çünkü o ilâhî terbiyeden geçmiş, her türlü aşırılıktan ve iticilikten uzak ideal insan; biricik rehberdir.
3- Âilede Din Eğitiminin Verilmemesi veya Buna Gerek Görülmemesi
İnancımıza göre din eğitimi âilede başlar. Hattâ âilenin sağlam inşâ edilebilmesi için eş seçiminde dînî ve ahlâkî denklik çok önemlidir.16 Âile din eğitimini vaktinde vermeyecek olursa çocuklarını her türlü şirk ve küfür düşüncesine açık hâle getirir. Çocukların din öğretimi ve eğitimi konuşma yaşlarıyla başlamasına rağmen, resmî ideolojinin uydurma değerler eğitiminin sonunda boşlukta kalan çocukların mânevî ve îtikâdî hayatları peygamber karşıtı rol modellerle doldurulmaktadır. Bu rol modeller ideolojilerin dînî temsilciliklerini(!) yapmaktadırlar. Âyetsiz, hadissiz ve Peygambersiz bir değerler eğitiminin amacı rasyonel düşünceyi dînin yerine hâkim kılarak dîni hayâtın dışına itmektir.
4- Eğitim ve Öğretimin Tevhîdî Temellere Dayandırılmaması
Tevhîd; hayâtın anlamlandırılmasında Allah Teâlâ’nın emirlerini mutlak mânâda hesâba katmak; O’nun isteklerine karşı herhangi bir olumsuz eylem ve söylemde bulunmamaktır. İlkokulda başlayan eğitimde çocuklarımıza İslâm hakkında sevdirici, dînin hakîkatini kabûl ettiren ve çocukların kalplerini kazanmaya yönelik bilgiler verilmelidir. Ortaokulda ise kazanılan bu bilgilerle bir âidiyet duygusu oluşturulmalıdır. Çocuklarımız kendilerini Müslüman olarak tanımlamalı ve onun kurallarına aldıkları eğitimle sâhip çıkmalıdırlar. Lise ve üniversite ise gençlerimizin dinde derinleşme ve hayâtın her türlü yorumunda dinden çözümler sunabilme dönemleri olmalıdır. Üniversiteye giden gençler hukuk, siyâset, eğitim-öğretim, iktisad, ahlâk, âile vb. konularda toplumsal projeler sunabilmelidirler.
Matematik, fizik, kimya, biyoloji, astronomi eğitimiyle tefsir, hadis, fıkıh, kelâm ve ahlâk ayırımını derinleştirmeden tüm ilimlerin Allâh’ın yasalarını keşfe mâtûf olduğu şuuru insanımıza kazandırılmalıdır. Bu bağlamda tüm ilimlerin amacı eserden müessire kapı aralayarak ilâhî kudreti ve ilmi tanıtmak olmalıdır. Elbette bunun içerisinde keşif, ilerleme, teknoloji kullanımı vardır. Fakat bilgi hakîkatin keşfine ve bu keşfedileni insanlığın ortak mîrâsı olarak paylaşmaya hizmet etmelidir. Eğitim faaliyetlerinin tevhîdî temeller üzerine binâ edilmesi ve politika yapılırken Allâh’ın hesâba katılması çocuklarımızı şirkten koruyacak olan yegâne yoldur.
5- Zâlim Siyâsetin Etkileri
Şirk üzerine yapılanan zâlim siyâset kendi mü’minlerini yetiştirmek üzere hayâtı koordine eder. Hukuktan siyâsete, iktisattan eğitime, ahlâktan dîne kadar müdâhil olur. Zâlim siyâsetin merkezinde insanın aşkınlığı ve istiğnâsı vardır, insan tek şâri’dir. Böyle bir düzenin fitne/şirk olduğuna atıflarda bulunan âyetler vardır.17 Yaklaşık 200’e yakın âyet, siyâsal yapılanmada kâfir velâyetini sona erdirip Müslüman velâyetini ikame etmeyi emretmektedir.
Zâlim siyâsetin mutlak alternatifi olan İslâmî yönetimde, idâreciler emânetçidirler ve yönetimin merkezinde İslâm vardır. Her şey dîne arz edilir. Dinden onay alan şeyler meşrûiyet kazanırlar. Kur’ân’ın ortak siyâset yapmayı yasakladığı ve velâyet hakkının kendilerine devredilmesini istemediği kişiler şunlardır: Haddi aşanlar,18 fesatçılar,19 kâfirler,20 zâlimler,21 böbürlenip övünenler,22 günahkârlar,23 çirkin ve kırıcı söz söyleyenler,24 fesat çıkaranlar, bozguncular,25 isrâf edenler,26 kibirlenenler,27 hâinler28 ve şımarıklar.29Rasûlullâh’ın önderlik ve yönetici kadrosu geçmişleri sâbıkasız olan ahlâken çok donanımlı kimselerden oluşmuştur.
Sistemin birey eğitimi, inşâ etmeyi amaçladığı âile yapısıyla başlamakta ve okullar başta olmak üzere hayâtın uzunluk boyutu üzerinde kesintisiz devâm etmektedir.
6- Sosyal Çevre ve Arkadaşlık İlişkileri
İslâm; dostluk, sevgi, arkadaşlık, komşuluk ve velâyet ilişkilerine bir kalite getirmiştir. Hz. Peygamber de; “İnsanın arkadaşının dîni üzere olduğuna” atıfta bulunarak kötü arkadaş tercîh etmeyi hoş karşılamamıştır. Eş seçiminde “Îmân ehlinin tercîh edilmesi emredilmiş…”30 ve ahlâken tefessüh etmiş kişilerin Müslümanların dengi olmadığına vurgular yapılmıştır.31
Kur’ân ve sünnet, Müslümanlara en iyi sosyal çevre olarak bir İslâm yurdu inşâ etmeyi emretmiştir. Bütün peygamberler bu değişim için en üst seviyede mücâdele etmişlerdir. Hz. Muhammed (sav) de şirkin baskın olduğu Mekke’deki hayâtı değiştiremeyince hicret etmek zorunda kalmış ve Müslümanların nesillerini de dînî açıdan garantiye almıştır. Sonraki süreçlerde şâyet toplumsal bozulma şirk üretecek boyutlara ulaşırsa cihâd; dâvet, tebliğ, mârûfu emretmek, münkeri yasaklamak, uyarı, müjdeleme ve yerine göre mukâtele devreye girmiştir. Cihâdın farz kılınış hikmetlerinden birisi de şirkin/fitnenin varlığına son vermektir.
Dipnotlar:
1 El-Müncid, fî’l Lüga ve’l-A’lam, s.384
2 Dehlevî, Şah Veliyyullah,el-Fevzü’l Kebir, (terc:Mehmet Sofuoğlu),Çağrı Yay.1980, İst.S.6
3 A’raf 7/54
4 En’am 6/82
5 Mâturîdî, Te’vilat, c.IV,s.149.
6 Şûrâ 42/11.
7 İbni Hamza,Esbâb-ı Vürûd-il Hadîs,h.no:914,II/251.
8 A’raf 7/59,65,73.
9 En’âm 6/92,Hac 22/74-76,Zümer 39/65-67.
10 İbni Hanbel,Müsned, VI/61;İbni Hamza,Esbâb-ı Vürûd-il Hadîs,h.no:598,II/36.
11 Nisâ 4/39.
12 İbni Hanbel, Müsned,III/199;Beyhakî,Sünen-i Kübra,c.111,s.28.
13 Bakara 2/170.
14 Tevbe 9/31.
15 Ahzab 33/21.
16 Bakara 2/221;Nûr 24/3
17 Enfâl 8/39
18 Mâide 5/3,87
19 Bakara 2/205
20 Âl-i İmran 3/32;Rûm 40/35
21 Âl-i İmran 3/57, 140
22 Lokman 31/18
23 Hac 22/38
24 Nisâ 4/148
25 Mâide 5/64
26 En’am 6/141
27 Nahl16/23
28 Mâide 5/58
29 Kasas 28/76
30 Bakara 2/221
31 Nûr 24/3
Şubat 2021, sayfa no: 8-9-10-11
Abone Ol
En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!
Mesaj Bırak