Ara

Allah Teâlâ’nın Sâliki Aşkıyla Kendisine Çekmesi ve Sâlikin Yüce Makâmın Tesir Alanına Girmesi: Sûfîlerin Cezbe ve Meczûba Dâir Tespitleri

Allah Teâlâ’nın Sâliki Aşkıyla Kendisine Çekmesi ve Sâlikin Yüce Makâmın Tesir Alanına Girmesi: Sûfîlerin Cezbe ve Meczûba Dâir Tespitleri

Cezbe-i hüsn-i mahabbetdür kim eyler muttasıl Dost cüst ü cûy-ı aşk u aşk cüst ü cûy-ı dost1

Halk arasında yaygın olarak ‘kişinin aklının başından gitmesi’ şeklinde anlaşılan cezbe, sözlükte; ‘çekme, celbetme ve çekiş2 anlamlarına gelen bir kavramdır. Terim olarak ‘ilâhî inâyetin gereği olarak Cenâb-ı Hakk’ın kendisine giden yolda ihtiyaç duyulan her şeyi kuluna bahşedip çabası ve çalışması olmaksızın onu kendisine çekmesi ve yaklaştırması3 şeklinde târif edilmiştir. Sûfîlere göre cezbe, Hakk’ın kuluna bir ihsânı olduğundan cezbeye tutulmak kulun elinde olan bir durum değildir. Yine sûfîlerin kanaatlerine göre cezbe ile kul birçok mânevî makâmı elde eder ve cezbe kulun istikamet arzusuna uygun olarak belâ/musibetlere sabrını artırır. Sûfîler, ‘Allah dilediğini kendisine çeker’4 âyetini ve hadîs-i şerif olduğu nakledilen ‘Allâh’ın kuluna olan cezbesi, ins ve cinnin amellerine denktir’5 sözünü, cezbe hâline delîl olarak zikretmişlerdir. Onlar, Kur’ân sesinden etkilenerek İslâm dâiresine giren Hz. Ömer ve Hz. Peygamber’i (sav) görmeden O’na (sav) îmân eden Üveys el-Karanî’nin hallerini,6 yine av peşinde koşarken ‘Sen bunun için yaratılmadın’ sesiyle sultanlığı bırakıp tevbe eden İbrahim b. Ethem’in durumunu cezbe örnekleri olarak takdîm etmişlerdir.7 Cezbe konusunu çok yönlü bir şekilde değerlendiren İbn Haldun, cezbeye tutulan kimseler/meczuplar8 bir bakıma delilere benzeseler de onların velâyet makâmında, sıddîkların hallerine sâhip kimseler olduklarını belirtmiştir. O, meczupların akıllarının başlarından gitmiş olması sebebiyle, bir başka ifâdeyle aklen hür ve bağımsız rûhen coşkun ve en yüce makâmın çekim alanının tesirinde olmalarından dolayı arada bir de olsa gaybdan haber verebileceklerini belirtmiştir.9 Sûfîlerin‚‘cezbe hâline ulaşıp bu sürecin sonunda elde edilen bilginin yanılmaz ve şaşmaz bir bilgi olduğu’ yönündeki kanaatlerinden onların tefsir, hadis, fıkıh ve kelâm gibi diğer İslâmî disiplinlerden farklı olarak havâs-ı selîme (beş duyu) dışında bir bilgi kaynağına daha değer verdiklerini anlamaktayız. Sûfîler, Hakk’ın sâliki tesiri altına almasından kaynaklanan bu hâl dolayısıyla sâlikin vecde ulaşacağı ve Allah Teâlâ’nın bu hâle ulaşan sâlike ancak yaşanmakla tadılabilecek/idrâk edilebilecek türlü türlü zevkleri ikrâm edeceği kanâatini paylaşmaktadırlar.10 Onlara göre cezbeye tutulan sâlik, vahdet deryâsına dalmış hakîkat i cilerini avlayan bir avcıya benzemektedir. Halk arasında bu makamda meczûb olarak adlandırılan sâlik, beşeri özelliklerinden çekilip ilâhî özellikleri kazanmış bir durumdadır.11 Bu düşünceye göre, cezbe hâlinin sâlikte meydana getirdiği mânevî sarhoşluk onun hakîkî/gerçek bilgiyi elde etmesine vesîle olmaktadır. Sûfîlerin bu ifâdelerinden onların ilimlerini sınırlı olan varlıklardan değil sınırsız olan Hakk’tan tecrübe yoluyla aldıkları iddiasında olduklarını anlamaktayız.12 Sûfîlere göre cezbeye tutulanları Allah, iç hâllerini göstererek nefs ve dünyâdan uzaklaştırır, kendisine yaklaştırır. Bu da sâlike Hakk’ın peygamber ve velîlere verdiği bir kâbiliyeti ikrâm etmesi anlamına gelmektedir. Bu ilâhî lutfa/ikrâma ulaşabilmek için sâlik; zikir, tefekkür ve çile uygulamalarına devâm etmelidir. Sûfîlere göre cezbe; sâlikin irâde, sevgi ve aşkı sebebiyle Hakk’ın fiilinin sâlike yönelmesine sebep olmuş bir durumu ifâde etmektedir.13 Kalp gözlerinin açılmasının sâlike verdiği şokla sâlikin cezbe hâlinde normal davranışların dışında bazı davranışlar sergileyebileceğini belirten sûfîler,14 cezbeyi mânevî yolculuğun kuvveti olarak görmüşlerdir. Onlar, sâliki vuslata erdirecek, cezbe ve aşk olan iki unsurun varlığından bahsetmişlerdir.15 Sûfîlere göre cezbenin hedefi Allah Teâlâ’yı kalpte dâimâ diri ve canlı tutma gayretidir. Cezbe sâyesinde Hakk ile kul arasındaki bütün perdeler kalkar ve sâlik Hakk’ın tesir/çekim alanına dâhil olur. Bu hâl ile yâni cezbeye tutulmak ile sâlik ağyâr ile bağlantısını tamâmen koparır ve sâlikin gönlünü Hakk’ın sevgisi kaplayıverir. Cezbe sâyesinde sâlik ma’rifet nurlarına kavuşur.16 İrfânî gelenekte cezbe, istikamet ve seyr u sülûk süreci ile bir anlam ifâde etmektedir. Bir başka ifâdeyle îman, ibâdet, ahlâk, zikir, tefekkür ve uzlete dayanmayan cezbe hâli makbûl değildir ve sûfîler bu tür bir cezbeye itibâr etmemişlerdir.17 Sûfîlere göre hafî/gizli ve cehrî olmak üzere iki türlü cezbe söz konusudur. Hafî cezbe kulun Hakk’ı sevmesi, cehrî cezbe ise Hakk’ın kulu sevmesi anlamına gelmektedir.18 Netîce olarak dile getirmemiz gerekirse sûfîler, cezbenin sâlikin elinde olmadan vehbî bir şekilde kişiye lütfedildiği gerçeğinden hareketle cezbeye tutulan kimseyi/meczûbu ‘seçilmiş kimse’ olarak kabûl etmişlerdir. Onlar, sâlikin elinde olmadan meydana gelen bu hâlin ona hakîkî/gerçek bilginin kapılarını açacağı kanâatini paylaşmışlardır. Onların bu ifâdeleri, sûfîlerin aşkın rehberliğinde ma’rifete/hakîkî-gerçek bilgiye ulaşılabileceği yönündeki kanâatlerini göstermesi bakımından önemlidir. Sûfîler, nihâî hedefleri olan ma’rifet nurlarına erebilmek ve vecd hâlinin sâliki büyüleyen atmosferine sâliki dâhil edebilmek için cezbe denizine dalınması gerektiğini ifâde etmişlerdir. Meczûbu, hakîkat denizindeki incilerin peşinde olan dalgıçlara benzeten sûfîler, her türlü benlik emâresinden soyutlanmış bir hâlin/lütfun sâlikin gerçek bilgiye ulaşmasına sebep olacağını belirtmişlerdir. Cezbe konusu dolayısıyla sûfîler, aşk, halvet, zikir, tefekkür, murâkabe ve râbıta gibi birçok konuya da değinmişlerdir. Onlar cezbenin sâlikte bir dönüşüm meydana getirebilmesi için sâlikin dînin zâhirine uygun davranmasını şart koşmuşlardır ki bu tesbitleri onların dînin aslına/özüne olan sadâkatlerini göstermesi bakımından önemlidir. Abdullah Sivaslı

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak