Ara

Allâh’a İbâdet Et Sonra Dosdoğru Ol!

Allâh’a İbâdet Et Sonra Dosdoğru Ol!

Allâh’a İbâdet Et Sonra Dosdoğru Ol!1
Tercüme: Fatih Çınar

Hamd, âlemlerin Rabbi Allah Teâlâ’ya; salât ve selâm Efendimiz Muhammed’in (sav) âl ve ashâbının tamâmının üzerine olsun.

Allah Teâlâ’nın geçmiş ümmetlere dâir şöyle bir âdeti söz konusu olmuştur ki O (cc), kendisine sımsıkı bağlanan kavimleri doğru yola iletmiş, yolunda ilerleyenlerin duâlarını kabûl etmiş, düşmanlarına karşı onlara yardım etmiş ve dünyâda onları azîz/yüce kılmıştır. Efendimiz Mûsâ (as) ve kardeşi Hârûn’a (as) vahyetmiş, Mısır’da onları yerleştirmiş, evlerini namaz kılınan bir mescid kılarak onları onurlandırmıştır. Mûsâ (as) ve Hârûn (as) duâları ile Allah Teâlâ’ya yöneldiklerinde Allah Teâlâ onların duâsını kabûl etmiş, onların kalplerini güçlendirmiş ve düşmanlarının mallarını elde etmelerini onlara lütfetmiştir.

Firavun ve aveneleri Mûsâ (as) ve Hârûn’u (as) yok etmek istediklerinde Allah (cc) Firavun’u ve halkını helâk etmiştir: “Mûsâ şöyle dedi: “Ey Rabbimiz! Gerçekten sen Firavun’a ve onun ileri gelenlerine, dünyâhayâtında nice ziynet ve mallar verdin. Ey Rabbimiz, yolundan saptırsınlar diye mi? Ey Rabbimiz, sen onların mallarını silip süpür ve kalplerine darlık ver, çünkü onlar elem dolu azâbı görünceye kadar îmân etmezler. Allah da, “Her ikinizin de duâsı kabûl edildi. Öyleyse dürüst olmakta devâm edin ve sakın bilmeyenlerin yolunda gitmeyin” dedi.”2

Allah Teâlâ, Efendimiz Mûsâ’yı (as) Allâh’ın emirlerine dâvet ettiği zaman Firavun ve avenelerinin elinden kurtararak onu desteklemiştir. Bu çok önemli bir noktadır. Öyle ki Allah Teâlâ, peygamberi Hz. Muhammed’e (sav) bunu emretmiştir:

“Öyle ise emrolunduğun gibi dosdoğru ol. Berâberindeki tövbe edenler de dosdoğru olsunlar. Hak ve adâlet ölçülerini aşmayın. Şüphesiz O, yaptıklarınızı hakkıyla görür.”3

Allah Teâlâ, emir ve yasaklarına riâyet ederek hareket etmesini ve sınırları aşarak Allah Teâlâ’nın gazabını çekecek olan davranışlardan uzak durmasını Hz. Peygamber’e (sav) emretmiştir. Buradaki hitap Hz. Peygamber’e (sav), O’nun (sav) insanlar içerisinden çıkarılan en hayırlı ümmetine yol gösterenleredir. Bunun böyle olması; Hz. Peygamber’e (sav) tâbî olmayı sağlamak, dinlerine yardım edeceğini ve onları yeryüzünün en şereflisi kılacağını Allâh’ın vaad ettiği ümmetine bu hasleti öğretmek içindir.

Allah Teâlâ’nın bu âdeti/Sünnetullah, yaratılmış bütün kavimler/topluluklar için geçerlidir. Kavimler Allah Teâlâ’nın gösterdiği istikamette yol alırlar, bir başka ifâdeyle Allah Teâlâ’ya tâatte devâm ederlerse Allah Teâlâ hayır ve mutluluk yollarını onlara açar: “Yine de ki: “Bana şöyle de vahyedildi:‘Eğer yolda dosdoğru olurlarsa, mutlakâ onlara bol yağmur yağdırırız.”4

Ne zamanki kavimler Hak yoldan sapar ve Allah Teâlâ’nın emirlerine isyân ederlerse günahları sebebiyle Allah Teâlâ onları helâk etmiştir: “Rabbin, halkları sâlih ve ıslâh edici kimseler iken memleketleri zulmederek helâk etmez.”5

Bu, Allah Teâlâ’nın yaratıkları için koyduğu bir âdeti/sünnetullâhı ve bütün insanlar için de gerçekleştirdiği hikmetli işlerinden birisidir. Mü’min olan kimsenin Allah Teâlâ’nın emirlerine uyup O’na tâatte bulunması gerekir. Çünkü Allah Teâlâ, kendisine yaklaşan mü’min kuluna yaklaşmaktadır: “Kim Allah Teâlâ’ya bir karış gelirse Allah Teâlâ o kuluna bir zira yaklaşır.6

Böyle olursa kul tâatlerle Allah Teâlâ’nın dostluğunu kazanır ve Allah Teâlâ onu dünyânın aldatmacasından kurtarır. Allah Teâlâ, ikrâmından isteyen kullarına icâbet edeceğini şu şekilde dile getirmiştir: “Kullarım Beni senden sorarlarsa, (bilsinler ki), gerçekten Ben (onlara çok) yakınım. Bana duâ edince, duâ edenin duâsına cevap veririm. O hâlde, doğru yolu bulmaları için Benim dâvetime uysunlar, Bana îmân etsinler.”7

Bu, Allah Teâlâ’nın himâyesi, kulun kendisine yaklaşması oranında ona lutfettiği ilâhî yardımdır ki bu yardım dünyâ ve âhiret hayâtında kurtuluşun tamamlanması demektir. Bu da Rabbine kullukta bulunan birisi için, tâatte devâm ettiği sürece Rabbinin kendisine bahşettiği bir ikram/lütuftur.

Kadı/hâkim insanlar arasında hükmedendir. Hâkimin/kadının hükümlerinde doğruya en uygun şekilde hareket etmesi gerekir. Kadı/hâkim âdil bir şekilde hükmettiği zaman nefisler bu hükümle sükûnet bulur/dinginleşir. Çünkü hâkim/kadı işleri yerli yerince koyarak hareket eder. “Sizden önceki nesillerden aklı başında kimseler (insanları) yeryüzünde bozgunculuk yapmaktan alıkoysalardı ya! Ancak içlerinden kendilerini kurtardığımız pek az kimse bunu yapmıştı. Zulmedenler ise içinde şımartıldıkları refâhın ardına düştüler ve günahkâr kimseler oldular.”8

Dipnotlar:
1 Bu makâle 1379/1960 Mayıs ayında Abdülvehhab es-Semrâî tarafından et-Terbiyetü’l-İslâmiyye dergisinde yayın ekibi adına kaleme alınmıştır. et-Terbiyetü’l-İslâmiyye, Yıl: 38 (1431/2010) , s.12-15.
2 Yûnus 10/88-89.
3 Hûd 11/112.
4 Cin 72/16.
5 Hûd 11/117.
6 Buhârî, Tevhid 50; Müslim, Zikir 2; Tirmizî, Daavât 142.
7 Bakara 2/186.
8 Hûd 11/116-117.

Eylül 2019, sayfa no: 56-57

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak