Ara

Zikrin Hayırlısı Gizli Olanıdır

Zikrin Hayırlısı Gizli Olanıdır

Zikrin Hayırlısı Gizli Olanıdır
Kalemdar (ks)

Eûzübillâhimineşşeytânirracîm: Reddolunmuş, kovulmuş şeytânın şerrinden Sana sığınırız yâ Rabbi!

Bismillâhirrahmânirrahîm: Rahmân ve Rahîm olan Allâh’ımızın ismi ile başlarız sözlerimize.

Besmelenin on dokuz harfi var. Besmelenin hürmetine Allâhımız, on dokuz zebânînin azâbından besmele çekenleri kurtaracak. İşlediğimiz küçük günahları; kıldığımız namazlar, çektiğimiz besmeleler affettirecek -inşâallah-.

Lâ İlâhe İllallâh: Allah’tan başka ilâh yoktur.

Tevhîdin harfleri yirmi dörttür. Okuduğumuz tevhîd, yirmi dört saatte işlediğimiz günahları mahvedecek; ateşin, kalayın içinde bakırı erittiği gibi eritecek inşâallah.

Tevhîdi okurken, lafzatullâhı tekrâr ederken dudaklarımız hiç birbirine değmiyor. Çünkü tevhîdin içinde noktalı harf yok. Arapça’da birçok noktalı harf var ancak tevhîdin harfleri içinde hiçbir noktalı harf yok. İçimizden söylediğimizde kimse Allâh’ı (cc) zikrettiğimizi bilmez. Dudaklar yapışmaz. Efendimiz (sav): ‘Zikrin hayırlısı gizli olanı, rızkın hayırlısı kifâyet edenidir.’ (Ahmed b. Hanbel, Müsned, c.III, s.76.) buyurur.

Rabbimiz kendini gizledi. Nifak ve ahlâk-ı seyyie noktaları kalpte olmasın, zikrullâh şifâu’l-kulûb (kalplerin şifâsı) olsun diye noktalı harf koymadı tevhîde. Rabbimiz içimizdeki kötü fiilleri, tama’yı, hırsı, kîni, buğzu, sümayı, hasetliği, kibri hiçbir şeyi koymasın, silsin süpürsün diye noktalı harf koymadı tevhîde. Bu sebeple, ‘Lâ ilâhe illallâh’ kelime-i tayyibesini bolca okuyalım.

Sâmî Sultânımız (ks) ile askere gitmeden önce içmecede görüşmüş idik. Sultânımızın huzûruna; pederim ve Kılavuz Hafız ile birlikte gitmiştik. Kılavuz Hafız ki, murâkabede zirveye çıkmış bir zâttı. Pederim, hem Kuddûsî Velî Hazretleri’nden, hem de Es’ad-ı Erbilî Hazretleri’nden tarîk almış idi. Hem Nakşî, hem Kâdirî halîfesi. Kendisi, baba tarafından, Hacı Osmanzâdeler’den seyyid. Annesi, Baba Hoca ismiyle mâruf ve o da seyyidlerden. Soy îtibâriyle iki taraftan da seyyid yâni.

Sâmî Sultânımız’la (ks) görüşmemizde hakkımızda, ‘Okuduğumuz evrâd ü ezkârı tâliplere verecek, onun vekâleti bu’buyurdular. Gözlerimden yaşlar fışkırdı. Peki, o yaşlar sürur yaşı mı idi? Hayır, kaygı yaşı idi.

Kendimi aslâ oraya lâyık görmedim. Hayâtım boyunca, ne kadar methiyede bulundularsa kendimi hiçbir zaman oraya münâsip görmedim, hep gözümün önüne günahlarım geldi. Pederim suâl etti:

- Oğlum niye ağlıyorsun?

- Sizinle Kılavuz Hafız’ın erken vefât edeceğini Üstâdımız keşfettiler de onun için.

Bundan yirmi üç gün sonra babam, bir sene sonra da Kılavuz Hafız vefât etti. (Allah rahmet eylesin, cümle ihvânı şefâatlerine nâil eylesin.) Sonra ihvân bizim başımıza toplandı. O günden bu yana Hâdimu’l-Fukarâ, Fakîru’l-Hakîr, hizmet etmeye çalışırım.

Üstâdımız Yeşilhisar’da çadır kurdurmuş. Bir kağıt çıkardı okudu okudu: ‘Hasan Efendi, Tarîkat-ı Kâdirî’den de sizi vekil tâyin ediyorum. Üç İhlâs, bir Fâtiha okuyup Abdülkâdir Geylânî Hazretleri’nin rûhuna bağışlayalım. Diğer dersimiz ayrı. Bu ders gözü açık okunur. İşine giderken, iş yaparken, otururken okunabilir. Bizde okumazsan olmaz gibi sözler söylenmez. Biz müjdeciyiz. Bahaüddin Nakşbendî (ks) bir elimizden, Abdülkâdir Geylânî (ks) de bir elimizden tutsun. Gücü yetmeyen beş yüz, gücü yeten bin okusun inşâallah.

Mevlâmız, Kendisini hakkıyla zikretmeyi nasîb etsin.
Zikrin de rızkın da hayırlısını lutfetsin. (Âmîn)
Hamd olsun âlemlerin Rabb’i olan Allâh’a.

Mart 2020, sayfa no: 40-41

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak