Ara

İrfan Yolunun Seçkin Yıldızı: Ebu’l-Hasan Harakânî

İrfan Yolunun Seçkin Yıldızı: Ebu’l-Hasan Harakânî

Bugün serhat şehrimiz Kars’ı şereflendiren, bilgeler bilgesi Ebu’l-Hasan Harakânî, Anadolu’yu mayalayan gönül erlerinin en seçkinidir. İslâm irfan semâsının bu parlak yıldızı, mânevî etkinliğinin sürdüğüne inanılan âriflerdendir. Anadolu’nun kapılarını Müslüman Türkler’e açmış, İslâm bilgeliğiyle gönülleri mayalamış, kudsî nefesiyle yaşayan ölülerin ruhlarını diriltmiş, ‘güneşin doğduğu yer’ anlamına gelen Anadolu’muzda Selçuk medeniyetinin yükselmesinde kurucu bir işlevi olmuştur. Âlemşümûl birliğin bu topraklarda toplumsal planda egemen olmasını sağlamıştır. On-Onbirinci yüzyılın o kritik sürecinde Harakânî’nin Tuğrul ve Çağrı beylere, giderek Sultan Alpaslan’a ve Gazneli Mahmud’a yaptığı o olağanüstü katkı olmasa idi, bugün belki de bu toprakların yazgısı başka türlü olacaktı. Böylesi kestirimlerin ne denli tehlikeli olduğunu bilerek söylüyorum. Harakânî, Efendimiz’in (sav) ilminin, irfânının ve muhabbetinin en kâmil vârislerinden olan bir âlim, ârif ve âşıktır.

İslâm irfan yollarının pek çok silsilesinde O’nu, kurucu bir isim olarak görürüz. Nakşibendiyye’den Halvetiyye’ye, Kâdiriyye’den Mevleviyye’ye birçok bilgelik yolunu beslemiştir. Bu toprakların Moğol istilâlarıyla sarsıldığı o kriz döneminde Anadolu’da beliren üç büyük bilgeden biri olan Hz. Mevlânâ Celâleddin Rûmî’yi de emzirmiştir. Öyle ki Hz. Mevlânâ, ‘ne öğrendiysem O’ndan öğrendim’ anlamına gelebilecek bir cümle ile de O’nu selâmlamıştır. Nitekim Harakânî’nin çeşitli tabakât kitaplarında yer alan menkîbelerinin ve sözlerinin neredeyse tamâmı, Mesnevi-i Şerif’in farklı yerlerinde aktarılmıştır. Harakânî’den, ‘şeyh-i dîn’, ‘bilgeler bilgesi’, ‘yolların şeyhi’ gibi ünvanlarla bahseden Hz. Mevlânâ, O’nun ne denli zengin bir irfâna sâhip olduğunu, mânevî tasarrufunun ne kadar etkin ve yaygın olduğunu bilmektedir.

‘Allah Teâlâ için yaptığın her şey ihlâstır. Halk için yaptığın her şey de riyadır.’ diyerek Hakk’ı ihsan düzeyinde algılamanın bu yolda zorunlu olduğunu vurgulayan Harakânî; diğer yandan halka yâni yaratılmış olana saygı, sevgi ve hizmetin doğrudan Hakk’a hizmet ve saygı olduğu bilincindedir. Bu öğretiyi insanların gönlünde dokumak sûretiyle kâmil insanlar yetiştirmiş, onları dünyânın farklı yerlerinde hakîkate hizmet ettirmiştir. Yetiştirdiği yüzlerce ârif arasında sâdece birisi olan Yusuf Hemedani’nin yetiştirdiği yüzlerce kâmil arasından birisi olan Yesevî’nin binlerce derviş eğiterek dünyânın farklı coğrafyalarına gönderdiği biliniyor. Yesevî’nin Lokman Perende adlı halîfesinin yetiştirdikleri arasında sâdece Hacı Bektaş-ı Veli’nin Anadolu’ya, Balkan coğrafyasına ve diğer beldelere ne türden hizmetler verdiğini biliyoruz. Harakânî’nin izine basarak yürüyen alperen dervişler gittikleri yerlere sevgi, merhamet ve adâlet götürmüşler, kadem bastıkları yerleri ihyâ etmişler, ruhlarda bir vahdet rüzgârı estirmişlerdir.

‘Sûfî odur ki, gündüz güneş istememeli, gece ay istememeli, yıldızlara da ihtiyâcı olmamalı. Tasavvuf yolculuğu öyle bir yolculuktur ki, vücuda ihtiyâcı yoktur.’ diyen Harakânî, insanın kendi nefsinden, kişisel doğasının sınırlarından kurtulması gerektiğini, fakr hâline ulaşarak Hakk’ın gözü, kulağı ve dili hâline gelmesini öngörür. Böyle olması hâlinde insanın, Efendimiz’in (sav) beyanıyla, ‘Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış’ olacağını ve külliyet kesbedeceğini belirtir. Bu hale gelen yâni yetkinleşen insan, yeryüzünde merhamete, muhabbete ve adalate dayalı bir toplumsal nizam kurar. Bu, nefsine ve ötekine acı vermeden yaşayabilmenin biricik yoludur. Harakânî, gerek yetiştirdiği insanları gerekse kendisinden gıdalanan seçkinleri bu kemal noktasına yöneltmiştir. Kendisi fakr üzeredir. Nitekim menkîbelerinden anlaşıldığı kadarıyla varlığın yokluktan geçtiğini bilen bir ârif olduğu bilinmektedir. İlk eşinin, nefsinin kemal bulmasında büyük katkısı olmuştur. Sokrates’in, Ak Şemseddin’in ve benzeri bazı bilgelerin eşleri gibi Hazret’in kemaline hizmet etmiştir.

Harakânî, Anadolu’nun medeniyet havalarının merkezinde yer alır. Selçuklu döneminin kendine özgü şartları içinde, O’nun önerdiği vahdet anlayışı birliği ve dirliği sağlayan son derece ‘kullanışlı’ bir sistem ve anlayıştır. ‘Hak’tan gayrı bir nesne yok, gözsüzlere pinhan imiş’ mısrâında ifâdesini bulan vahdet algısı, Harakânî’nin yaşamında ve öğretisinde kendisini gösterir. Çoklukta birlik ilkesine bağlı bir anlayışla, farklı unsurları bir arada esenlikle yaşatmayı amaçlayan bir vahdet ilkesi Harakânî tarafından gönüllere nakşedilmiş ve Selçuklu medeniyeti bu ilke üzerinde yükselmiştir. Harakânî’nin o eşsiz yaklaşımına bugün her zamankinden daha çok ihtiyâcımız var. Bugün Anadolumuz’un içinde bulunduğu şartlar ve giderek güçlenen ve yükselen bir küresel güç olarak Türkiye’nin toplumsal ve siyâsal sorunları, Harakânî’nin yaklaşımını daha önemli kılmaktadır.

Harakânî hazretleri, ‘şu iki kişinin çıkardığı fitneyi, şeytan bile çıkaramaz: Dünyâ hırsına sâhip âlim ve ilimden yoksun sûfî…’ diyerek bugün de son derece önemli olan bir sorunu îmâ etmektedir. Modern kapitalizmin ve bilgisiz kanaatçiliğin, önyargıların ve tutuculuğun ne denli zehirleyici olduğunu akl-ı selim sâhibi herkes teslim edecektir. Harakânî’nin böylesi belirlemeleri ve îkazları bugün tâzeliğini korumaktadır.

Harakânî, ‘Size benden sonra iki emânet bırakıyorum: Kur’ân ve ehl-i beytim.’ beyânında ifâde edilen husûsun farkındadır. Şöyle der: ‘Bir kulun vesîle ederek Yüce Rabbi bulmaya çalıştığı şeylerin en güzeli Kur’ân’dır. O halde Yüce Rabbi Kur’ân yolundan aramalısın… Resûlullah Efendimiz’in vârisi, O’nun (sav) işlerine uyan ve şerîatına tâbi olandır.’ Büyük Bilge, bu sahih duruşuyla döneminin krizli ortamında çağını doğru okumuş, devlet ricâlini doğru istikametlere doğru yönlendirmiş, insanların gönüllerini îmâr etmiş, ahlâkı güzelleştirmiş, bilgeliği artırmıştır.

‘Nefsini bilen Rabbini bilir’ buyurulmuştur. Harakânî Hazretleri, kişinin Hakk’ı ve hakîkati nefsinde idrâk edeceğini en iyi bilenlerdendir. Bu bağlamda yetiştirdiği dervişlere kılavuzluk ederken, Rilke’nin aşkı târifindeki gibi alışılmış bağlarını yıkarak yeniden bağlar kurmuş, onların nefisleriyle Hakk arasındaki perdelerin aralanması için etkin yöntemler izlemiştir. Herşeyi Hak gören bir vahdet anlayışına ulaştırdığı dervişleri mârifetiyle İslâm ahlâkını ve adâletini cihânın dört bir yanına yaymıştır.

Kars’ın kalbi olan, Anadolu’nun ortak paydası hâline gelen ve dünyâ bilgeliğinin merkezinde yer alan Harakânî, az sayıdaki eseri, menkîbesi ve kutlu sözleriyle kendisinden sonraki irfan yollarına da etkin bir mürşid-i kâmil olarak feyiz vermiştir, vermektedir. Bugün Kars kalesinin eteğindeki makâmında yatan bu aziz bilge Asya’da, Ortadoğu’da, Balkanlar’da ve dünyânın daha pek çok ikliminde adı anıldığında saygıyla ve muhabbetle anılan bir bilgedir. 1033 yılında Kars’taki Yahniler dağında savaşırken şehid düşen bu güzelim insan, aynı zamanda ‘gâziyân-ı Rum’ denilen alperen dervişliğinin de öncülerindendir. Neseben seyyid ve şerif olan Harakânî, ehl-i beyt âşıklarının da gözdesidir. Efendimiz’in (sav) hem Ebubekir Efendimiz (ra)’den hem de İmam Ali (ra) Efendimiz’den gelen kutlu irfânının kâmil bir vârisidir. Turuk-ı Âliyyenin ve altın silsile denilen zincirin en değerli halkasıdır.

O’nun bilgelik yolunda muazzam bir insan sevgisi vardır. Yaradılanı hoş görme ve zâtına hoşça bakma konusunda kimse Harakânî’ye yetişemez. Halka hizmeti, meşrebinin temel prensibi hâline getirmiştir. Sabah, bir insana yücelik götürmek üzere uyandığını belirten eşsiz bir âriftir O.

Üveysîdir lâkin zâhirî silsilesi de vardır. Büyük Bilge Bâyezid-i Bistami, Harakânî hazretlerinin dünyâyı teşrifinden yüzyıl önce kendisini müjdelemiştir. Bayezid hazretleri zaman zaman Harakan’dan geçerken durur, derin derin havayı soluklarmış. Soranlara da, ‘benden yüzyıl sonra gelecek ve beni geçecek bir erin kokusunu alıyorum’ dermiş. Bu, Efendimiz’in (sav), ‘Rahmân’ın kokusunu Yemen’den alıyorum’ müjdesini hatırlatır. Rahmâniyet makâmı, Zât mürşidlerine mahsustur. Onlar yağmura benzer, herkesin ve herşeyin üzerine eşit yağarlar. Harakânî hazretlerinin kuşatıcılığı da böyledir. O, kozmik vahdet ilkesinden neş’et eden öğretisini zâtında bihakkın yaşamıştır. Bu ilkeden gelen ahlâkî prensiplerini kendi yaşantısından yansıtmıştır. Sözleri ise, cem makâmından söylenmiştir. Nitekim, Hz. Mevlânâ’nın ve Mesnevi şârihi Ankaravi hazretlerinin O’nun, ‘sûfî gayr-ı mahluktur’ sözüne sayfalarca şerh yazdıklarını biliyoruz. Bir başka rivâyette, ‘benim melekûtumu görseydiniz, secdeden kalkmazdınız’ buyurmuştur. Niyazi Mısri’nin, ‘secde kıl Âdem’e, tâ ki Hakk’a kul olasın’ mısrâını hatırlayalım. Alak sûresinde ise ‘secde et, yakınlaş’ buyurulmaktadır. Hakk’a yakınlaşmanın yolu, Harakânî gibi Zât mürşidlerine tâbî olmaktan geçmektedir. Efendimiz (sav)’in hakîkatini beyân eden âyette, ‘eğer Allâh’ı seviyorsanız bana uyun ki Allah da sizi sevsin’ haber verilmektedir. Harakânî gibi mürşid-i kâmilleri sevmek, saymak, dinlemek ve onlara uymak kişiyi Hakk’a yakınlaştırır, hakîkat algısını derinleştirir, hakîkat bilincini artırır. Bu anlamda bugün, Türkiye’mizin siyâsal-kültürel seçkinlerinin Harakânî’nin irfan dünyâsından daha çok beslenmesi gerektiği söylenebilir.

Döneminde Harakânî ile görüşenlerin nasıl bir hal yaşadığının en ilginç örneklerinden birisi erken dönem nazari sûfizminin yetkin isimlerinden Kuşeyri’dir. Hucviri, Keşfü’l-Mahcub adlı eserinde bunu nakleder. Hucviri’nin nakline göre Kuşeyri, Harakânî ile görüştükten sonra şöyle demiştir: ‘Harakan'a varınca Şeyh Ebu'l-Hasan'ın heybet ve haşmetinden fesahatım sona erdi; ifâde gücüm kaybolup sanki dilim tutuldu. Neredeyse velâyet makâmından azledildiğimi sandım.’ Bir başka büyük ârif, Ebu'l-Abbas Kassâb onun hakkında, ‘tasavvuf pazarında rihlet-i ziyâret (ziyâret yolculuğu) Harakânî’ye lâyıktır’ demiştir. Bugün yolu Kars’a uğrayıp da Harakânî’yi ziyâret etmeyen bu açıdan ziyandadır. O’nun rahmeti o denli ki, ‘beni tanıyan tanımayan, ziyâret eden etmeyen, duyan duymayan benim irfânımdan nasiplenir’ demektedir gerçi. Ama bizim kendi insanlık kalitelerimizin yükselmesi adına Harakânî’ye ilgi duymamız, O’nun hayâtını öğrenmemiz, menkîbelerini okumamız, sözlerini bilmemiz ve anlamaya çalışmamız, belki en önemlisi onu sevmemiz gereklidir.

Harakânî’yle ilgili Dr. Hasan Çiftçi’nin yetkin doktora çalışması dışında birçok yayın bulunuyor. Hazret’i, tabakat kitaplarında, kendisinden beslenen âriflerin eserlerinde görüyoruz. Oryantalist Nicholson, The Mystics of İslâm adlı eserinde, Hazret’in Nûru’l-Ulum adlı eserinin bir bölümünü yayımlamıştır. Rus tarihçi Vladimiroviç ise eseri Rusçaya çevirmiş ve yayımlamıştır. Harakânî’yle ilgili Alanka’nın derli toplu bir biyografi çalışması vardır. Ama Hazret’in asıl eseri dervişleri ve dünyâda, Anadolu coğrafyasında ortaya koyduğu benzersiz irşad faaliyetidir. İrfânıyla Doğuyu ve Batıyı kuşatan bu büyük Bilge’nin, ‘fenâ ve bekadan kim söz edebilir?’ sorusuna verdiği cevap, hakîkatini yeterince göstermektedir: ‘Ondan bahsetmek; kendisini bir tel ibrişimle gökten atsalar, ağaçları, binâları, dağları koparan, bütün deryaları dolduran bir rüzgâr esse yine yerinden kımıldamayan bir kimseye düşer. Yâni ancak böyle bir kimse ondan bahsedebilir.’ Kozmik çarkın merkezine yerleşen ârif, bütün varlık yanıp yıkılsa dönüp bakmaz. Sekînet hâline ulaşmıştır. Hakk’ta olma hâline erişen kişi, Harakânî gibi artık kabz ve basttan, celâl ve cemâlden, hüzün ve neşeden ârîdir. Katında her şey birdir. İbrahim Hakkı’nın, ‘Hak şerleri hayreyler / Zannetme ki gayreyler / Ârif anı seyreyler / Görelim Mevlâ neyler / Neylerse güzel eyler’ beyânındaki üzre, Harakânî gibi ârifler, an’da Hakk’ı bulan, yakalayan ve seyredenlerdir. Onu da seyredenlerdir. Onlar kuşkusuz Hakk’ın nazarıyla bakarlar.

Kars Kafkas Üniversitesi bünyesinde kurulan Harakânî Araştırma Merkezi, Hazret’in yeniden iklimimizin ufkunda belirmeye başladığının da işâretleridir. Bu bağlamda yapılacak pek çok iş vardır. Harakânî Araştırma Merkezi’nin en yakın zamanda bir enstitüye dönüşmesi gerekmektedir. Enstitü bünyesinde yüksek lisans ve doktora çalışmaları gerçekleştirilmeli, gerek Harakânî’nin hayâtı, eserleri ve etkileri gerekse Kars ve yöresinin kültürünün bütün unsurları araştırılmalı, yayınlar yapılmalı, özgün teliflerin yanı sıra Hazret’in eserlerinin ve Hazret’le ilgili çalışmaların başka dillere aktarılması sağlanmalıdır.

Harakânî hazretlerinin daha çok bilinmesi, tanınması ve feyzinden istifâde edilmesi, ufkunda celâlî tecellîlerin olduğu ülkemiz için de bir rahmete vesîle olabilecektir. Harakânî gibi âriflerin irfânı yaygınlaştıkça, bizim medeniyetimizin yeniden kurulması için de gerekli irfânî zemînin sağlanması mümkün olabilecektir. Hazret’in her biri pırlanta değerinde olan sözleri şerhedilmeli, yaşamını konu edinen romanlar, öyküler, tiyatro eserleri yazılmalı, filmler çekilmelidir.

Gazneli Mahmud’ların, İbn Sina’ların, Çağrı Bey’lerin, Mevlânâ’ların kendisinden feyiz aldığı bu büyük bilgenin rûhâniyetini selâmlıyor, irfânıyla bu toprakları şereflendirmiş olmasından ötürü Hakk’a hamd ediyor, kendi kutlu sözleriyle yazıma son veriyorum:

“Ey mü’minler! Günlük hayâtınızı sakın Peygamberimiz’den (sav) ayrı yaşamayın. Efendimiz’le birlikte olun bütün gün boyunca...

Sordular:

‘Nasıl O’nunla birlikte olabiliriz günlük hayâtımızda?’

Şöyle açıkladılar gün boyu Peygamberimiz’le (sav) birlikte olmayı:

Günlük hayâtınızı herhangi bir günâha bulaşmadan ya da bulaştığınız günahlardan tevbe ederek tamamlar, evinize günahsız olarak dönerseniz; ‘şükürler olsun, bugün ben Peygamberimiz’le (sav) birlikte idim’ diyebilirsiniz. Çünkü Sevgili Peygamberimiz günlük hayatını hatâsız tamamlıyor, günahsız tamamlayanlarla da birlikte olacağını haber veriyor.”

Sadık Yalsızuçanlar (Aralık 2016)

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak