Ara

Zulmü Alkışlayamam

Zulmü Alkışlayamam

Zulmü Alkışlayamam
Doç. Dr. Halil İbrahim Kutlay

“İnsanlar zâlimi görür de elini tutup engellemezlerse, Allah pek yakında onlara umûmî bir cezâ verir.”1

İslâm Toplumu Fazîlet Toplumudur

İslâm toplumu adâlet, fazîlet ve saadet toplumudur. Zulmün her çeşidinin yasaklandığı, ahlâkî ve mânevî güzellikler yanında psikolojik, ekonomik ve sosyal dengenin sağlandığı, sosyal adâletin bütün müesseseleriyle hâkim olduğu İslâm toplumunda yönetici de yönetilen de, mahkemedeki dâvâlı da dâvâcı da, hâkim de savcı da adâlete tâliptir. Böyle erdemli bir toplumda dâvâcı adâletin gerçekleşmesini ne kadar arzu ediyorsa, dâvâlı da aynı derecede arzu edecektir.

Allah ve âhiret inancıyla yetişen îmanlı bireylerin oluşturduğu bir toplumda mânevî sorumluluğunu müdrik olan insanlar, Allâh’ın (cc) huzûrunda mahrûm ve mahcûb olmamak için adâleti gerçekleştirme konusunda ellerinden gelen gayreti gösterip, âilede, okulda, resmî dâirede, özel işyerinde, fabrikada, sokakta ve her yerde adâlet ve hakkâniyeti sağlamalıdırlar.

İslâm toplumunda Cenâb-ı Hakk’ın esmâ-i hüsnâsından (güzel isimlerinden) biri olan “el-ADL” (celle celâlüh) ismi bütün güzelliğiyle tecellî etmektedir. el-Adl; son derece adâletli olan, her şeyde adâleti gerçekleştiren, âdil hüküm veren, adâletli olmayı emreden anlamındadır.

Adâlet; bilgili, dengeli ve insaflı kişiye yaraşan, dâimâ takdîr edilen kemâl vasıflarından biridir. Zulüm ise bilgisizlik, dengesizlik ve azgınlıktan doğan kişilik zaafı, kusûru ve eksikliğidir. Kâmil sıfatlarla muttasıf, noksan sıfatlardan münezzeh olan Cenâb-ı Hakk, kendisine zulmü haram kılmış, insanların da birbirlerine zulmetmelerini yasaklamıştır.

Peygamberimiz (sav) hükümlerinde dâimâ adâleti gözetmiş, adâletli olmayı emretmiş, zulme aslâ râzı olmamış, zulmün her cinsini, her çeşidini yasaklamıştır. İnsan hak ve hürriyetlerini kaldıran, engelleyen, toplum yararına geçerli ve mâkûl herhangi bir sebep olmaksızın hak ve hürriyetleri sınırlayan her uygulama zulüm olarak kabûl edilmiştir. Gerçek anlamıyla târihteki ilk insan hakları bildirisi olan Vedâ hutbesinde zulmün her rengi açık bir şekilde, Peygamberimiz’in (sav) diliyle yasaklanmıştır.

Efendimiz’in (sav) bir hadîs-i şerîfinde hiçbir gölgenin bulunmadığı Kıyâmet Gününde arşın gölgesi altında Cenâb-ı Hakk’ın özel ikrâmına erişecek olan yedi seçkin grup arasında ilk sıranın (el-İmâmü’l-Âdil ifâdesiyle) adâletli devlet başkanına verilmesi adâletin önemini göstermektedir.

Malının tamâmını oğlu Nûman’a bağışlamak isteyen, dolayısıyla diğer evlâdını bundan mahrûm bırakan Beşir isimli sahabî, bu bağış için Peygamberimiz (sav)'den izin istemişti. Peygamberimiz (sav), Beşir’in çocukları arasındaki bu ayrıcalıklı tutumunu zulüm olarak adlandırmış, “Ben zulme şâhid olamam.”2 demişti.

İslâm toplumunda helâl-haram anlayışı hâkim kılınmış, gönüllere Allah sevgisi ve Allah korkusu aşılanmış; mal, can, akıl, nâmus ve din güvenliğini tehdît eden her davranış zulüm olarak kabûl edilmiştir. Müslümanların sevgi, adâlet, hakkâniyet, hoşgörü elçisi olma özelliği İslâm ülkesinin sınırlarını aşmış, İslâm ordusu herhangi bir ülkeyi fethetmeden önce, bu ulvî özelliklerle o ülke insanlarının gönülleri fethedilmiştir.

Müslüman, Zâlimin de Mazlûmun da Gerçek Dostudur

Ana-babasının, hocasının, misâfirin, yolcunun, yoksulun, mazlûmun ve mü'min kardeşinin duâsının makbûl olduğunu bilen Müslüman, bu gibi kimselerin hayır duâsını almaya çalışır, onlara her yönden yardımcı olur, onların bedduâlarını almaktan sakınır.

Gönlü kırık olan, çâresizlik içinde kıvranan, elinden tutacak bir kişi arayan mazlûm, Allâh'a yakın kişidir. Allah nezdinde duâsı da bedduâsı da kabûl edilir. Bu sebeple Müslüman mazlûmun duâsını alır. Mazlûmun, zulme ve haksızlığa uğrayan kişinin bedduâsına uğramaktan sakınır. Hiçbir kimseye zulmetmemeye, haksızlık yapmamaya çalışır. Zîrâ Efendimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Mazlûmun bedduâsından sakının. Çünkü onun bedduâsı makbûldür.”3

İstisnâsız bütün insanlığa vereceği bir mesajı olan mü’min kul, zâlimin de mazlûmun da yanındadır. Kur’ân’ın emriyle yeryüzünü her yönden îmâr etmekle, yaşanabilir bir dünyâ kurmakla görevli Müslüman, inanç ayrımı yapmadan herkese elini uzatmak ve gönlünü açmak zorundadır. Zulme uğrayan kişi kâfir bile olsa, bedduâsı makbûldür. Zulüm konusunda inanca bakılmaz. Yâni inancı ne olursa olsun mutlakâ mazlûmun elinden tutulmalıdır.

Müslüman, haksızlığa uğrayan herkese yardımcı olur. Ama İslâm kardeşliği gereği öncelikle Müslüman kardeşlerine kucak açar. Mazlûm kardeşine insanca yaklaşır, canla başla yardım eder, maddî ve mânevî yönden ona destek olur. Mazlûmu kardeş ve dost bilir, hor ve hakîr görmez.

Bununla birlikte sâdece mazlûma yardım etmekle kalmaz; zâlimin zulmüne engel olma konusunda zâlime de yardımcı olur. Zâlimi “mânen hasta” olarak kabûl eden mü'min kul, ona samîmî bir şekilde yaklaşmaya ve onu bu hastalığından kurtarmaya çalışır. Zâlimin zulüm işlemesini engellemek için gerekli bütün maddî, mânevî, sosyal, psikolojik, ekonomik ve siyâsî çabayı harcar. Zulmü engellemek sûretiyle hem zâlimin âhiretini kurtarmış, hem de mazlûmu korumuş ve kollamış olur. Müslüman, bu tavrıyla zâlimin de mazlûmun da gerçek dostu olduğunu fiilen ortaya koyar.

Bu gerçeği Efendimiz (sav) şu hadîs-i şerîfiyle açıklamaktadır:

“Zâlim de olsa mazlûm da olsa kardeşine yardım et.”

Bunun üzerine bir sahabî:

“Yâ Rasûlallah! Mazlûma yardım edelim de zâlime nasıl yardım edebiliriz ki?” diye sordu. Peygamberimiz (sav) şöyle cevap verdi:

"Zâlimin zulmüne engel olman, aslında ona -mânen- yardım etmen demektir.”4

Zulme Engel Olmamanın Cezâsı Umûmî Felâketlerdir

Herhangi bir münker -haram bir tavır ve davranış- gördüğü zaman onu eliyle engelleme görevi bulunan, buna gücü yetmezse diliyle engelleme, buna da gücü yetmezse bundan hoşnûd olmamak sûretiyle kalbiyle engelleme yükümlülüğü taşıyan Müslümanın, münkerâtın en büyüklerinden olan “zulüm ve haksızlıklar” karşısında âciz, sessiz ve tepkisiz kalması düşünülemez. Mü’min kulun zâlimi sevmesi ve alkışlaması, îmânıyla ve ahlâk anlayışıyla bağdaşmamaktadır:

İnsanlar, zâlimin zulüm işlediğini gördükleri halde güçleri yettiğince o zâlime engel olmadıkları takdirde zulüm yaygınlaşacak, tabiî ve normal görülecek, bu durum İlâhî gazaba ve azâba sebep olacak; Cenâb-ı Hakk, zulme karşı seyirci kalanlara açlık, kuraklık, pahalılık, geçim darlığı, anarşi, terör, yangın, sel, çığ, deprem vs. gibi umûmî felâketler verecektir:

“İnsanlar zâlimi görür de elini tutup engellemezlerse, Allah pek yakında onlara umûmî bir cezâ verir.”5

Günümüzde Zulüm

Hak yerine kuvvetin hâkim olduğu, haklının değil güçlüğün üstün tutulduğu toplumlarda beklenen adâlet gerçekleşememekte; ezilen, horlanan, haksızlığa uğrayan, inim inim inleyen insanlar büyük çoğunluğu teşkîl etmektedir. Günümüzde dünyânın çeşitli bölgelerinde, fiziksel işkenceden tutun da mânevî işkenceye varıncaya kadar renk renk, çeşit çeşit insan hakları ihlâlleri ve zulüm örnekleri sergilenmektedir.

Zulmün kânunlarla, polisiye tedbirlerle, ağır cezâî müeyyidelerle engellenmesi mümkün değildir. Hattâ hâkim güçler, kânun ve sistem koyucular ilâhî ve ahlâkî ölçülerden uzaklaştıklarında zulmü engellemek yerine zulme aracı olabilmekte, zulme seyirci kalabilmekte, hattâ bâzan zâlimin yanında olabilmekte veya bizzat kendileri zulüm kaynağı olabilmektedirler.

Zulmün ve haksızlığın engellenmesi ancak hayâta hakkâniyetin hâkim olmasıyla, gönüllerin Allah sevgisi, Allah korkusuyla ihyâ olmasıyla mümkündür. Târih boyu insanlığa adâlet ve fazîlet dersi veren îmân erleri, zulüm kavramını hayatlarından silmişler, Allâh’ın huzûrunda haşyet gözyaşı dökmüşler ama mazlumların acı gözyaşı dökmesine ilgisiz ve duyarsız kalmamışlardır.

Görevimiz; en küçük haksızlığa sebep olmamak, haksızlık karşısında susmamak, haksızlığa seyirci kalmamaktır.

Dipnotlar
1 Ebu Davud: Melahim 17; Tirmizî: Fiten 8; Tefsir, Mâide: 17; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/7.
2 Müslim: Hibat 14,15; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 4/268, 269, 273, 276.
3 Buhârî: Cihad 180; İbn Mâce: Duâ 11; Malik, Muvatta: Davetü'l-Mazlûm 11; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 2/258, 367.
4 Buhârî: Mezâlim 4; Müslim: Birr 26; Tirmizî: Fiten 68; Dârimî: Rikak 40; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 3/99.
5 Ebû Dâvûd; Melahim 17; Tirmizî: Fiten 8; Ahmed b. Hanbel, Müsned: 1/7.

Ocak 2020, sayfa no: 28-29-30-31

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak