Ara

Yûnus Emre’de Akıl ve Gönül

Yûnus Emre’de Akıl ve Gönül

Eger akıl başdayısa gönülde ol tuşdayısa

İkisi bir işdeyise düşman bana kâr eylemez

Yûnus Emre

Yûnus Emre’nin şiirlerine bakıldığında, gerek Dîvân’ında gerekse Risâlet’ün-Nushiyye’sinde hem “akıl” hem de “gönül” kavramına özel bir yer verildiği görülür. Bu yüzden onu hem “gönül” hem de “akıl” şâiri olarak görmek gerekir. Bu durum, onun tevhîdî inanışı gereği insanı parçalara ayırmadan asıl mâhiyeti ile akıl ve gönülden oluşan bir varlık olarak ele aldığını gösterir.

Akıl, Allâh’ın Kerem Işığıdır

Yûnus Emre’ye göre akıl, Allah’tan ilk zuhûr eden, O’nun yarattığı kerem ışığıdır. Bulunduğu yer ise kalptir. Buradaki feyz ve ilhamdır. Yûnus işte bu yüzden aklı, “İşbu vücûd bir kal’adur akıl içinde sultan” diyerek vücut kalesinde bir “sultan” olarak düşünür. Buna göre nefsin davranışları akıl vâsıtası ile düzenlenir. Ne söylenecekse, ne yapılacaksa akılla söylenir ve yapılır.

Yûnus Emre, aklı modern telakkîdeki gibi tek bir boyutta/çeşitte ele almaz. Ona göre üç tür akıl vardır. İlki dünyâ hayâtının dirlik ve düzenini bildiren “akl-ı maaş”tır. Diğeri “akl-ı maad”dır ki âhiret hallerini bildirir. Üçüncüsü “akl-ı küllî”dir; Yüce Allâh’ın mârifetini bildirir. Yâni Allâh’ı bilmeyi, tanımayı sağlar. Buna göre şunları rahatlıkla söyleyebiliriz: Akıl olmadan insan olmak, düşünmek, doğruyu eğriyi seçmek söz konusu olamaz. O yüzden akıl, insanın her konuda kılavuzudur. Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in bu konudaki beyanları da böyledir. Akıl, Kur’ân-ı Kerîm’e göre “insanı insan yapan, onun her türlü aksiyonlarına anlam kazandıran ve ilâhî emirler karşısında insanın yükümlülük ve sorumluluk altına girmesini sağlayan” değerdir.

Yûnus Emre’nin akla bu kadar önem vermesi işte bu sebeple olduğu kadar aynı zamanda kişinin irâde ve sorumluluk anlayışı ile de ilgilidir. Buna göre; insanın irâdesini doğru biçimde kullanabilmesi ve sorumluluklarını yerine getirebilmesi ancak akıl sâyesinde mümkün olabilir. Peygamberimiz’in (sav) “Aklı olmayanın dîni de yoktur” sözü de bu mânâda düşünülmelidir. Yâni bir kimsenin dînî emirlere muhâtab olabilmesi için akıllı olması gerekir. Aklı olmayan kişi iyiyi-kötüyü, doğruyu-yanlışı birbirinden ayırt edemeyeceği için dînen mükellef de değildir. Çünkü sorunlar karşısında çözüm üretebilmek, neyin doğru neyin yanlış olduğunu anlayabilmek ancak akıl sâyesinde mümkün olabilir. Kısacası akıl, Yûnus Emre düşüncesinde büyük bir değerdir.

Burada Yûnus’un “Akıllar mât olur niteligünden/Ki bir zerrede bin bin ibretün var” yâhud “Bu menzile akıl irmez bu kodugun serâb nedür” şeklindeki söyleyişlerinde yer alan “aklı âciz görme” anlayışı bir tezat olarak görülebilir mi diye düşünebiliriz. Burada aklın âcizliği vahiy ve mutlak karşısındaki âcizliğidir. Değilse diğer konularda akıl olmadan hiçbir yere varılmaz. Meselâ “Akıl bir kişidür Allâh’a bakar/Uyarsan akla uy ol buhlı yakar” şeklindeki bir ifâde akla verilen değeri gösterir.

Gönül, Hakk’ın Tecellîgâhıdır

Gönül ise, insanın özüdür, aslıdır. Mecâzî olarak Allâh’ın tecellî ettiği mekândır. Yûnus’un ifâdesiyle “Gönül Çalabun tahtı”dır. Çalab gönüle bakmış yâni orada tecellî etmiştir. Bu yüzden insanı aslında bu anlama biçimine göre (insan=gönül şeklinde) târif etmek gerekir. Zîrâ göz, kulak, el, ayak gibi fizikî yapımız başka canlılarda da vardır ama gönül sâdece insanda olur. İşte bu gönüle sultân olmaya lâyık olan tek varlık Allah’tır. Eğer O, insan gönlünün pâdişâhı olmuş ise yapılan her şey, O’nun isteği göz önüne alınarak yapılacağı için bunların hepsi gönlü huzûra kavuşturacak eylemler olur.

Gönlün huzur bulması demek ise, gönlü kendine mecâzen mekân olarak seçen Allâh’ın râzı olacağı işleri yapmak demektir. Fakat bunları yapmak çok da kolay değildir. Zîrâ insan gönlünde bu anlamda büyük bir savaş cereyân eder. İçimizde yaratılış maddelerimizden yâni toprak, su, hava ve ateşten gelen iyi ve kötü huylar mevcuttur. Gönlünü temiz tutanda hâkim olan iyi huylardır. Yâni iyilik, dürüstlük, cömertlik, alçakgönüllülük gibi… Gönül ihmâl edilirse bedene bu defa kibir, kıskançlık, cimrilik, bencillik gibi kötü huylar hâkim olur. Söz ve davranışlar da ona göre şekillenir.

Gönlün temiz kılınması ise öncelikle Allâh’ı içimizde hissederek, O’nu severek, O’nun râzı olacağı işleri yaparak mümkün hâle gelebilir. Namaz, oruç, yardımlaşma vb. bütün ibâdetler ve iyi davranışlar gönlü temiz kılar. Ancak bu ibâdetlerin ve iyi işlerin aşkla yâni samîmiyetle yapılması gerekir. Aksi takdirde bunlar bir anlam ifâde etmez. Onun içindir ki Yûnus “Aşksız ibâdet helâl olmaz” yâni “kabûl olmaz” diyerek kişinin Allâh’a karşı dürüst olması gerektiğini söyler.

Diğer yandan gönül yâhud kalp, Kur’ân ve hadîs literatüründe “insanın anlama, kavrama, düşünme ve şeylerin hakîkatini bilme yönü, başka bir ifâdeyle insanı insan yapan ve diğer canlılardan ayıran temel niteliği” olarak görülür. Bu da Kur’ân’daki “akleden kalp” ifâdesini karşımıza çıkarır. “Akletmek için onlarda kalb yok mu?” (el-Hac 22/46) âyeti bu mânâdaki bir kalpten söz eder. Buna göre aklı ve gönlü birlikte düşünmek gerekir.

Akılla Gönülü Dost Kılmak

Yûnus Emre, vahdet anlayışı gereği hep birliği öne çıkarır. Bu durum bu iki kavram için de söz konusudur. Buna göre akıl gönülden, gönül akıldan bağımsız olamaz. İkisi birlikte hareket ettiklerinde insan düşüncesinde ve fiillerinde bir tutarsızlık, çelişki olmaz. Bunun için ise, tecellî mekânı gönül olduğu için akıl gönülle birleşmelidir. Yazının başına aldığımız “Eger akıl başdayısa gönülde ol tuşdayısa/İkisi bir işdeyise düşman bana kâr eylemez” ifâdesi tam da bu durumu anlatır. Çünkü burada düşmanlara, kötülüklere karşı aklın gönülle ele ele olmasından, birlikte hareket etmelerinden bahsedilmektedir.

Bu noktada, aşk mı akıl mı daha üstün sorusu akla gelebilir. Yûnus Emre, aklı çok değerli bulmakla birlikte önceliği aşka verir. Zîrâ aklın rehberi aşk olmaz ise akıl yanlışa sapabilir. Akıldan bağımsız hareket eden aşk da istikâmetini kaybedebilir. Bu yüzden ikisi de birbirine muhtaç, birbirini dengeleyen kavramlardır. Diğer yandan burada akıldan değerli bulunan aşkın îman mânâsı taşıdığı da dikkate alınırsa meseleyi anlamak zor olmayacaktır. “Bunlar, îmân edenler ve gönülleri Allâh’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalpler ancak Allâh’ı anmakla huzur bulur.” (Ra’d Sûresi 28. âyet) Bu âyette ifâdesini bulan “anma” yâni “zikir” îmanla ilgili bir durum olduğu için burada “gönül” yâhud “aşk” önceliği almıştır.

Gerek Yûnus Emre’de gerekse tasavvufta pek çok kavram gibi gönül de, akıl da özellikle günümüzde ne yazık ki yüzeysel anlamalara konu olmuştur. Bu yüzden modernist algının zihnimize zerk ettiği bu tür şablonist tortulardan kurtularak akıla da gönüle de, Yûnus’un kendi sözlerini bütünlüklü bir okumaya tâbî tutarak bir anlam yüklemek gerekmektedir.

Eylül 2020, sayfa no: 44-45-46

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak