Ara

Tasavvufî Terbiyenin Başarı İmkânı

Tasavvufî Terbiyenin Başarı İmkânı

Başarı / muvaffakiyet Allah’tan, gayret kuldandır. Dervişlik Allah (cc) yolunda kemâle ermektir. Dervişlik yolda olmaktır. Öncelikle yolun ne olduğunu bilmek gerekmektedir. Hangi yola baş koyacağını bilmeyen yolun gereklerine koyulamaz. Dervişlik yolu uzun ve ince bir yoldur. Yoldan sapmak, yolun hakkını vermemek, yolda oyalanmak, yola hazırlanmamak dervişe yakışmaz. Tasavvufî eğitimde gerçek yol İslâm’dır. İslâm’ın dışındaki her yol çıkmaz sokaktır. Dolayısıyla İslâm ile çelişen, İslâm’ın dışına çıkan, İslâmî seyir arzetmeyen ve tasavvuf adına sunulan her türlü anlayış beyhûdedir.  

Dervişlik eğitiminde başarının öncelikli şartı istikâmettir. Bâtıl, bid’at, hurâfe, dalâlet ve küfür kokan hiçbir oluşum ve deneyime fırsat vermemek gerçek tasavvufta esastır. Usûlsüz vusûl olmaz. Esaslara riâyet etmeden gâye tahakkuk etmez. İtikâdı zayıf olanın amelinden hayır gelmez. Temeli çürük olan binânın ayakta kalma şansı bulunmaz. Dolayısıyla dervişlik sağlam yolda, sıhhatli bir çizgide ve sağlıklı usûllerle gerçekleşir. Tasavvufa girmek isteyen kişinin öncelikle arayışa koyulması gerekmektedir. Tasavvuf adına ortaya çıkan her oluşumun yolu ve yöntemi iyice incelenmek zorundadır. Tasavvufî eğitim körü körüne, deneme ve yanılma yöntemiyle elde edilecek bir sistem değildir. Sonu belirsiz bir yolculuk hiç değildir. Bidâyet ve nihâyeti sağlam olmayan bir çizgide hayat sürmek anlamsızdır. Buna göre tasavvufî eğitimde başarılı olmanın birinci şartı olan istikâmet çizgisine dervişin arayarak, araştırarak, soruşturarak, anlayarak ve çözümleyerek ulaşması gerekmektedir. Kur’ân ve sünnet tasavvuf yolunun olmazsa olmaz tek çizgisidir. Allah ve Resûlü’nün ölçülerine uymayan ölçü aslâ tasavvuf olamaz. Kur’ân ve sünnetten beslenmeyen tasavvuf çevrelerinden beklenen başarı görülemez.  

Seyr u sülûk eğitiminde başarının ikinci esâsı ilimdir. İlimsiz ve irfansız kemâl olmaz. Allah câhilleri dost edinmez. Allâh’ın (cc) velî kulları cehâletle hemhâl olamaz. Tasavvuf velâyet ehli olmayı gerektirdiğine göre bu uzun ve ince yolun esrârını çözecek bilgelik ve incelik gerekmektedir. Tasavvuf kişiye farkındalık bilinci kazandırır. Tasavvuf kişinin basîret ve firâsetine güç katar. Dervişin kaba, ham, softa, yoz ve kara câhil olması düşünülemez. Dervişlik ahlâkı, nezâket, erdem, içtenlik, iştiyak ve tutarlılık gerektirmektedir. Derviş olanın eşyânın görünen yüzünün ötesinde hakîkatine de vâkıf olması gerekir. Zâhir kadar bâtına, şerîat kadar hakîkate, sûret kadar mânâya da sirâyet etmesi gerekir. Her derviş âlim olamaz belki ama ilim uğrunda kendini geliştirmesi esastır. Tasavvuf târihine baktığımızda büyük sûfîlerin ilimde behre sâhibi oldukları, zamânın ulemâsı gibi ilimde öncü konuma geldikleri, ilimle dost oldukları, yolun inceliklerini çok iyi bildikleri görülmektedir. Zîrâ Allah’tan hakkıyla korkanlar ancak âlimlerdir. İlim İslâm’ın canıdır. İlim mü’minin yitik malıdır. Sûfîler diğer Müslüman âlimler gibi ilmin farklı dallarında kendilerini geliştirdikleri kadar, ilmin ötesinde irfâna ve hikmete ermenin çabasını güderler. Mütefekkir olmayı, tefekkür, teemmül, tezekkür, taakkul ve tefehhüm sâhibi olmayı yeğlerler. Tasavvuf bir tefekkür geleneğidir. Hakk’ın ilâhî sanatını anlama, kozmik âlemdeki muammâları kavrama ve algılama çabasıdır. Tefekkür geleneğimizin İslâm medeniyetindeki zirve isimleri olan sûfîlere bu özelliklerinden dolayı hakîm adı verilmiştir. Mâlûmâtfuruş olmayı reddeden sûfîler kuru bilgileri yetersiz görmüşlerdir. Bilgi hamallığını değil bilginin içselleştirilmesini hedeflemişlerdir. İlim eşyânın yapısına âit özellikleri kavramakken, irfan eşyânın künhüne vâkıf olmak, hikmet yeniden bilgi üretmek sanatıdır. Derviş değirmen misâli ilim suyunu aslâ kesmez, ama ilim suyunda ten buğdayını una dönüştürür. Nefis, beden ve madde dünyâsını mânâ ve hikmete dönüştürmenin derdine koyulur.

Tasavvufî eğitimde başarının üçüncü olmazsa olmaz şartı üstaddır. Tasavvuf yolu yamandır, amansız ve zorludur. Bu yola kılavuzsuz çıkılmaz. Bu yolun harâmîleri daha fazladır. Tasavvuf yolu saygın ve mûteber olduğu kadar tasavvuf yolunun sahte bezirgânları da her dönemde bir o kadar fazla olmuştur. Tasavvuf amele dayalı tecrübî bir ilimdir. Kişinin kendi başına kitaplar okuyarak, kendi kendine kimi usûller deneyerek elde edeceği bir ilim değildir. Resim sanatını bir ressamın çizgilerinden, mîmarlık mesleğini bir mîmarın tecrübesinden, cerrâhî bir ameliyatı bir cerrâhın operasyonundan, nota eğitimini bir müzisyenin terbiyesinden geçerek almak gerektiği gibi tasavvuf eğitimini de bu yolda kemâl kesbetmiş bir mürşid-i kâmilden almak gerekmektedir. Nâkıs olanların başkalarını kemâle erdirmeleri mümkün değildir. Kendine faydası olmayanın başkasını hayra tebdîli söz konusu değildir. Tarîkat erbâbı tasavvufî eğitime başlarken bir bilenin yanında, bir mâneviyat büyüğünün dizi dibinde ve bir Hakk dostunun nazarında yol alabilir. Derviş işin başında hamdır. Onu pişiren mürşid-i kâmil olmalıdır. Dervişlikte yerinde saymak, bir günü ötekine eşit olmak düşünülemez. Hayâtın programlanması, eğitimin ciddiye alınması, terbiyenin her dâim gerçekleşmesi esastır. Mürşid-i kâmil dergâhına gelen dervişin hâlet-i rûhiyesini çözebilmeli, mânevî hastalıklarını anlayabilmeli, mâneviyat yolunda nelere ihtiyaç hissettiğini görebilmeli ve ona göre bir reçete yazabilmelidir. Mürşid-i kâmillerin yegâne hasleti ilim, ahlâk, sîret ve mücâdele bakımından tamâmen Peygamber Efendimiz’e (sav) benzemeye çalışma çabası olmalıdır. Sahte, yavan, iddia sâhibi, şeyh taslağı isimlerin tasavvuf yolunda yol almaları ya da tasavvufî çizgiyi tâkip etmeleri aslâ mümkün değildir. Tasavvufta şeyhe teslîmiyet esastır. Dervişin mürşidine hürmet ve saygısı beklenmektedir. Ama Allâh’a isyânın olduğu yerde kula itâat edilmez nebevî ölçüsü her insanın nirengi noktasıdır. Tasavvuftaki şeyhe teslîmiyet esâsı mutlak bir teslîmiyet değildir. Mutlak teslîmiyet sâdece Allâh’adır. Allâh’a inanan, Allah yoluna baş koyan, Allâh’ın ahkâmını iyi bilen, mânevî hallerinden etkilenilen, nazarlarıyla muhataplarını diriltebilen, mânevî hastalıkları tedâvi edebilen, çevresine faydalı olan, kabalıkları giderip incelik ve zarâfet dersi veren bir üstâdın yanında terbiye görürken dervişin işi ciddiye almasının adıdır teslîmiyet. Yoksa dervişin el pençe divan durması, şeyhine olağanüstü pâyeler vermesi, şeyhini ulaşılmaz bir güç odağı gibi görüp efsâneleştirmesi tasavvufta aslâ söz konusu değildir. Mürşid-i kâmiller baba şefkati, dost sıcaklığı, bilgelik kalitesi, ustalık tecrübesi, insanlık hârikası, ahlâk adamlığı, erdemli şahsiyet kimliği sergileyen isimlerdir. Dervişin şeyhine olan teslîmiyeti körü körüne ve bağnazca bir bağlılık değil sevgi, saygı, hürmet ve hayret duygularını içeren bir ilginin adıdır. Dervişin şeyhine bende olması onun ten dünyâsına bağlanmayı değil şeyhinin İslâm dâvâsına baş koymayı ifâde etmektedir.

Tasavvufî terbiyede başarının dördüncü unsuru gayret kemerini kuşanmaktır. Tasavvufta sebat ve azim esastır. Nefsin tezkiyesi ve kalbin tasfiyesi zorlu bir iştir. Riyâzât ve mücâhede kişinin benliğini dönüştürme çabasıdır. Şeytâna, nefse, hevâ ve heveslere, alışkanlık ve âdetlere, tutkulara esir olmamak, uyanık olmayı, donanıma ermeyi, her an mücâdeleyi göze almayı gerektirmektedir. Dilinden evrâdı, gönlünden tesbîhâtı ve ten dünyâsından çabayı elden bırakmayan, gündelik hayâtında vazîfelerini eksiksiz yapmaya çalışan derviş kendini görmez, kendini yeterli addetmez ve amellerine güvenmez. Muhâsebe ve murâkabeyi elden bırakmayan derviş bir an bile nefsine güvenmekten, bir nebze bile nefsine aldanmaktan kaçınır. Kötülüklerden kaçınmada ve iyiliklerin icrâ edilmesinde üzerine düşen vazîfeyi yapar, rahata alışmaktan kaçınır, nefsânî beklentilerden uzaklaşır, kendini îman dâvâsına adar, vuslat yolculuğunda ayaklarındaki zincirleri kırar, özgüven sâhibi olmaya ve özgür yaşamaya çalışır.

Tasavvufî terbiyenin beşinci başarı şansı fıtrata uygun davranmayı öğrenmektir. Dervişlik söz ile amelin uyumlu hâle gelmesidir. İddia makâmından uzaklaşan, söylemlerini eyleme dönüştüren, yaptıklarından bahsedilmesini istemeyen, kendini ön plana çıkarmaktan kaçınan, tevâzuu elden bırakmayan, mûtedil, uyumlu ve hoş sohbet olan derviş başkalarının kendi iyiliklerini anlatmasını sevmez, kerâmetlerinden bahsedilmesini istemez, üstünlüklerinin anlatılmasından korkar, beğenilme duygusundan ve başkasına şirin gözükmekten kaçınır. Bütün bunlarla birlikte derviş aynı zamanda söz ustasıdır. Dile hâkim olduğu kadar sözü güzel ve yerinde söyler. Sözü ve sohbeti dinlenir. Letâfet, nezâket, estetik, edep ve samîmiyet sözlerinden davranışlarına kadar her sahada yansır. Sanat ve incelik rûhuna işlemiş, duygu derinliği kendini bürümüştür. 

Tasavvufî terbiyede başarının altıncı esâsı ihsan sâhibi olmaktır. İhsan eğitimi; ihtisaslaşmayı, uzmanlaşmayı, işi kemâle erdirmeyi, kişinin işini ciddiye almasını, işin en ileri düzeyde yapılmasını, güzel netîceler almayı, kaliteyi yakalamayı, meslekî formasyonu, kıvâma ermeyi, kalıcı işler üretmeyi, zamâna meydan okumayı, tasarruf gücüne sâhip olmayı, zamânın seyrini değiştirmeyi, târih yapmayı, hayâta rahmet nazarıyla bakmayı, kendini ve toplumu rahmet diyârına kavuşturmayı gerektirmektedir. İlmin kıvâma ermesi, sanatın vücûda gelmesi, sözün ustaca söylenilmesi, muhabbet tadında ömür sürülmesi ancak mânâ eğitimiyle mümkündür. Kem âletle kemâlât olmaz, lafla peynir gemisi yürümez, kuru iddialarla bir yere varılmaz, çilesi çekilmeyen hiçbir dâvâ muzaffer olmaz, benlik kokan hiçbir amelden hayır gelmez, kalbden kalbe girmeyen sözlerin tesiri olmaz. Dolayısıyla tasavvuf söz ve davranışlarımızın uyumuna, ruh ve beden âhengine, madde ve mânâ âlemlerinin birlikte icrâsına, birey ve toplumun bir bütün olarak ele alınmasına önem verir. Tasavvuftaki uzlet ve halvet hayâtı toplumdan kaçmak, dünyevî sorumlulukları bir kenara itmek değil nefsimizin topluma zarar vermesine engel olmak içindir. Halvet ve uzlet hayâtı dâimî değil kısmîdir. Halvet ve uzlet hayâtı donanma sürecidir. Uzlet ve halvet hayâtı yaşama daha bilinçli ve güçlü katılımı gerçekleştirme eylemidir. Kendini yetiştiren, kendini geliştiren, kendini hayra dönüştüren derviş cemiyet adamı olmaya, ümmet derdini daha derinden taşımaya, Allah yoluna baş koymaya, teslîmiyet bilincini candan yaşamaya başlar.

Tasavvufî eğitimde başarının yedinci unsuru hürriyet ve özgürleşme deneyimidir. Tutku ve bağlarından kurtulamayan derviş olamaz. Maddî hazlardan ve şehevî duygulardan sıyrılmayan ulvî arzulara kavuşamaz. Gelip geçici heveslerden kurtulamayan ebedî saâdeti yakalayamaz. Zühd ve fakr duygusuyla mâsivâ duygusundan sıyrılan derviş başarmanın azmine bürünür. Dünyâlara sâhip olsa da dünyânın kalbini istilâsına fırsat vermez. Küçük hesapların ve basit çıkarların peşinde olmadan dünyâ ve âhiret hayâtının kurtuluşuna, ebedî imtihânın kazanılmasına, ümmetin ve insanlığın huzur bulmasına çabalar. Derviş cemiyet adamıdır. Kendi grubunun menfaatini değil bir bütün hâlinde İslâm toplumunun başarısını hedefler. Grup taassubuna, kitle psikolojisine, klik çatışmalarına kapılmaz. Kendini ve cemâatini İslâm ümmetinin hizmetine verir. Toplumdan nemalanmayı değil topluma faydalı olmayı hedefler. İslâm toplumunun nesillerini çalmayı değil cemiyete adam yetiştirmeyi gâye edinir. O sebeple târih boyunca derviş kitleler zor günlerin adamları olmuştur. Medeniyet serüvenimizde dervişler kimsesizlerin kimsesi, gariplerin yoldaşı, evsizlerin sığınağı, dertlilerin dert ortağı, iyiliklerin isimsiz kahramanları olmuştur. Tekkeler bir aşevi, birer sığınma evleri, birer ziyâret mahalli, birer kervansaray, birer mektep, birer sohbet mahalli, birer klinik, birer güvenlik merkezi işlevini görmüşlerdir. Şöhret, menfaat, çıkar ilişkileri, basit duygular, nefsânî çatışmalar dervişliğin kitabında yazmaz. Allah için ve Allah adına çıkılan yolda Allah adamının kendine pâyeler edinmesi felâkettir. Vakıf mallarına el süren, kendi grubunu ön plana çıkaran, küçük hesaplar peşinde koşan, takiyye yapan, gizli ve sinsi işler güden, dünyevî menfaatlerinin hesâbına koyulan, ilim ve irfandan yoksun kalan, işin edebiyatını yapan, sûret-i Hak’tan görünüp nefsânî ve şeytânî tuzaklar kuran her türlü oluşum din ve tasavvuf adına ortaya çıksa da ümmetin başına belâ olmuştur. Bu yolun harâmîleri sâdece bugün değil geçmişte de İslâm ümmetinin hayat damarlarını kesmeye yeltenmişlerdir.

Özetle istikâmet çizgisine sâhip olmak, ilmi esas almak, mürşid-i kâmili rehber edinmek, ehliyet ve liyâkate bürünmek, gayret ve çabayı şiâr edinmek, fıtrata uygun yaşamak, ihsan eğitimi almak ve hürriyete kavuşmak sûretiyle kişiliğin inşâsını sağlamaya çalışan tasavvuf eğitimi yorucu ve uzun soluklu bir çabanın adıdır. Bu sebeple tasavvuf her kişinin harcı değil er kişilerin mesleğidir. Tasavvufî eğitim sâdece âdetler, merâsimler, ritüeller ve birtakım kendinden geçme sekerat halleri değildir. Bir nazariyye ve felsefe hiç değildir. Kitaplardan ve kulaktan duyma söylemlerle anlaşılacak bir sistem de değildir. Tasavvuf, olma ve erme çabasıdır. Bir vuslat yolculuğudur. Başkasını değil kendimizi sorguya çekme, ötekinden önce kendimizi adam etme çabasıdır. Dış dünyâya açılmadan önce kendi iç dünyâmızı tâmir ve tezyîn etme çabasıdır. Böylesi zorlu bir eğitimin bedeli ağır olsa da netîceleri çok tatlıdır. Yûnusları, Mevlânâları, Bursevîleri, Erzurumîleri, Sivâsîleri, Nakşbendîleri, Geylânîleri, Yesevîleri, Cüneydleri ve Bistâmîleri yetiştiren bu sistem dün olduğu kadar bugün de insanlığın beklediği ve arzuladığı rahmet iklimidir.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak