Ara

Osmanlı’ya Atılan İftirâ Sözde Soykırım

Osmanlı’ya Atılan İftirâ Sözde Soykırım
Târih boyunca İslâm/Müslüman ve Türk/Osmanlı düşmanlığıyla beslenen Haçlı rûhunun, milletimizi yeryüzünden silmek için 19. Yüzyılın son çeyreğinde başımıza açtığı yeni gâile “Ermeni Meselesi” olmuştur. “Hasta Adam”ı ortadan kaldırmanın ve topraklarını parsellemenin adını “Şark Meselesi” olarak koyan aynı ruh, bu defa Ermeni kılığında bizimle hesaplaşma yoluna gitmiştir. Dün Osmanlı’nın mevcûdiyetini sarsan bu belâ, onun bakiyyesini devralan yeni Türk Devleti’nin de kuruluş safhasında ilk uğraştığı mesele olmaktan geri kalmamıştır. O günden bugüne toprak bütünlüğümüzü, mevcûdiyet ve bekamızı tehdit etme özelliğini korumaktadır. Batı Dünyâsı, başı sıkıştığında Ermeniler’i maşa olarak kullanma ve soykırım iftirâsına soyunma alışkanlığını terk etmiyor. ABD Kongresi’nde ses bulmasına alıştığımız sözde soykırım, 2001’de Fransa meclisinin kabûl etmesiyle yeniden ivme kazandı ve Türkiye’nin Osmanlı’dan bu yana ilk kez zorunlu gündemini teşkîl etti. Ermeni lobisi/diasporası ABD ve Avrupa’da, 24 Nisan’ın “soykırım günü” îlân edilmesi için var gücüyle uğraştı/uğraşıyor. Sözde soykırım, Türkiye’nin AB’den müzâkere târihi aldığı 2005 yılında da gündeme geldi. Son olarak Alman Federal Meclisi, 1915 olaylarıyla ilgili iddiaları “soykırım” olarak tanımlayan tasarıyı 1 Haziran 2016’da kabûl etti. TEBAA-İ SÂDIKA’NIN İMTİYAZLI MEVKİİ Ermeniler’e karşı Selçuklular’la başlayan Türk hoşgörüsü ve himâyesi, Osmanlı Devleti zamanında artarak devâm etti. Osmanlı Devleti’nin adâlet şemsiyesi ve huzur atmosferi altında etnik, dînî, kültürel ve sosyal kimliklerini koruyarak, asırlardır en imtiyazlı mevkîde âsûde bir hayat süren azınlıkların en başında dâimâ Ermeniler geliyordu. İçlerinden çok sayıda edebiyatçı, müzisyen, mimar, bürokrat ve tıp adamı çıkmış; Osmanlı toplum dokusunda hâkim renklerden biri seviyesine gelmişlerdir. Vezirlik dâhil devlet bürokrasisinde en yüksek makamlara kadar gelerek, memuriyetin üçte birini işgâl etme mazhariyetine kavuşmuşlardır. 29 paşa, 22 bakan, 33 milletvekili, 7 büyükelçi, 11 başkonsolos ve konsolos, 11 üniversite öğretim üyesi ve 41 yüksek rütbeli memur çıkmış ve dışişleri, mâliye, ticâret ve posta bakanlığı gibi kilit mevkilerde görev üstlenmiştir. Bu noktada, Ermeniler’e toplum hayâtında ve devlet kademelerinde büyük imkânlar tanıyan, asıl tebaasından daha fazla nimetlerle donatan ve “Millet-i Sâdıka” unvânını lâyık gören Osmanlı’ya; Ermeniler’e zulmettiği, onları katliâma mâruz tuttuğu, hele de soykırımda bulunduğu iddiaları gülünç düşmektedir. BİTMEYEN İDDİALAR NASIL BAŞLADI? Ermeni soykırımı iddialarının odağında, 1915 yılında yaşanan “Tehcîr Hâdisesi” yer alıyor. Osmanlı Devleti, I. Dünyâ Harbi esnâsında Ermeniler’in Ruslar’la işbirliği yapması üzerine 27 Mayıs 1915’te meşhur Sevk ve İskân Kânunu’nu çıkarmış; bâzı cebrî ve zecrî tedbirler almak mecbûriyetinde kalmıştır. Uygulama soykırım kasdıyla değil; Kafkas, İran ve Sina cephelerinin güvenlik ve ikmâlini aksatan isyankâr unsurların bölgeden uzaklaştırılması için gerçekleştirilmiştir. Kânun gereğince, savaş/ihânet suçu işleyen Ermeniler Osmanlı sınırları içerisindeki Suriye’ye zorunlu göçe tâbi tutulmuş; fakat sevkiyat sırasında çetin şartlar ve salgın hastalıklar yüzünden birçok Ermeni telef olmuştur. İşte, Ermeniler’in ve onlara arka çıkan Batılılar’ın kıyâmeti kopardıkları nokta da burasıdır. Tehcîri merkeze oturtarak, Osmanlı’nın Ermeniler’i toplu katliâma yâni “soykırıma” mâruz bıraktığını iddia etmektedirler. Türk Târih Kurumu’nca ortaya konan rakamlara göre, sevk edilen toplam insan sayısı 438.758’dir. Bunlardan 382.184’ü yerlerine ulaşarak iskân edilmişlerdir. Aradaki 56.610 kişilik farkın 6.610’u, yola çıkıp da tehcîrin durdurulması sebebiyle bulundukları vilâyetlerde alıkonanlardır. Kayıp nüfus toplamı sâdece 50 bindir. Bunların 25-30 bini hastalıktan, 10 bin civârında insan eşkıyâ saldırılarından, diğerleri de uygun olmayan yol şartlarından (soğuk, açlık vs.) ölmüşlerdir. Sevk ve iskân, Ermenilerin yaşadığı bütün vilâyetlerde uygulanmamış; İstanbul, İzmir, Bursa, Kütahya, Aydın gibi bâzı vilâyetlerde ikamet eden Ermeniler, hastalar, özürlüler, sakatlar, yaşlılar, yetim çocuklar, gebe ve dul kadınlar, Osmanlı ordusunda görevli Ermenilerin âileleri, Reji İdaresi, Osmanlı Bankası ve Konsolosluklarda çalışan Ermeniler ve âileleri, Katolik ve Protestan Ermeniler olmak üzere toplam 167.778 kişi sevk ve iskânın dışında tutulmuştur. Zorunlu göç, yerel jandarma ve mülkî âmirlerin kontrolünde başlamış ve hükûmet yayınladığı emirlerle kimsenin zarar görmemesi için tâlîmatlar vermiştir. Sevk mıntıkalarına devamlı müfettişler gönderilmiştir. Hattâ Osmanlı hükûmeti mütâreke döneminde olaylarda ihmâli görülenler hakkında açtığı soruşturmalar netîcesinde 1397 görevliyi cezâlandırıp 40 kişiyi îdâma mahkûm etmiştir. ŞÂHİTLER VE TÂRİHÇİLER NE DİYOR? Yer değiştirme olayının canlı şâhitleri, naklin büyük bir intizam içinde gerçekleştiğini yazmışlardır. Tarafsız ve mûteber yabancı kaynakların ekseriyeti Osmanlı’nın, kendisini arkadan vuran Ermenilere en hafif ve en insânî cezâyı verdiği; hem de büyük bir savaşın tam ortasındayken “dünyânın en başarılı yer değiştirme uygulamasını” gerçekleştirdiği; kendisini ve Ermenileri bu gâileden en az zararla sıyırdığı husûsunda ittifâk etmektedir. Rus Konsolosu Tevet, Osmanlı’nın savaş ortamında almaya mecbur kaldığı tedbirdeki haklılığını ve bunun Ermeniler’in iyiliğini düşünen en insânî karar olduğunu: “Böylesi âsî bir halk Rusya’da olsa mutlaka öldürülür.” diyerek onaylamıştır. Fransız târihçi Larşer, Osmanlı’yı savaşta güç durumlara düşüren sebeplerin başında bu iç unsurların ihânetini göstermiştir. Tehcîr olayından bir soykırım malzemesinin çıkartılmasının imkânsızlığına, Türk Târih Kurumu üyesi Prof. Justin McCarthy şöyle değinmektedir: “Göç ettirilen Ermenilerin 3’te 2’si Suriye’ye varabildi. Buna soykırım diyenler aynı dönemde İstanbul ve İzmir’deki Ermeniler’in varlığını görmüyorlar. O zaman, bir soykırımdan bahsetmek mümkün değildir.” Türk Târih Kurumu başkanlarından Prof. Yusuf Halaçoğlu, İngiliz, Fransız ve Amerikan arşivlerinde yaptıkları incelemelerde 1.400.000 Ermeni’nin Osmanlı topraklarından yurtdışına çıktığını tespit ettiklerini kaydetmiş ve “öldürüldü” denilen Ermenilerin yaşadığını şöyle ispatlamıştır: “1918’de, şehir şehir tarayarak, Anadolu’da 650 bin Ermeni’nin olduğunu tespit ettik. Amerika, Arjantin, Avusturya, Fransa gibi ülkelere gittiklerine dâir belgeler bulduk. Meselâ ABD’ye giden gemilerin yolcu listelerini inceledik. Ölü denilen Ermenilerin aslında göç ettiklerini belirledik.” ESAS TEHCÎRE/SOYKIRIMA BİZ UĞRADIK! Târih boyunca Türk milleti kadar, savaşların hâsıl ettiği zorunlu netîceler, düşman zulmü, baskısı ve katliamları sebebiyle tehcîre mâruz kalmış ikinci bir millet göstermek belki de mümkün değildir. Bu konuda verilecek en iyi misâllerden birisi, Balkanlardan/Rumeli’den, özellikle 93 Harbi’nden başlayıp buradaki hâkimiyetin sona ereceği ana kadar süren zoraki göçlerdir. Bu gerçeği, yıllara göre sıraladığımız şu rakamlar olanca ürperticiliğiyle teşhir etmektedir: 1876-276.389 kişi, 1877-198.000, 1878/1885-208.335, 1886/1896-163.137, 1900-1.000.000, 1930-630.000, 1950-580.000, 1965-39.000, 1989-40.000. Öte yandan 1923 yılında Lozan'da imzâlanan Türk ve Yunan azınlıkların karşılıklı mübâdelesine ilişkin anlaşmanın ardından Yunan hükûmeti, Batı Trakya bölgesinde yaşayan Türkler üzerinde sistemli olarak etnik ve kültürel soykırım başlattı. Bölgenin büyük kısmını askerî bölge hâline getirip sıkıyönetim ilân etti. Köyler arasında geliş-gidişler izne bağlandı, Türk azınlığın pasaportlarına el konuldu. Türklerin hukukî, siyasî, dînî ve kültürel haklarının kısıtlanması sonucunda 400 bin Türk bölgeyi terketmek zorunda kaldı. ERMENİ KOMİTECİLERİN SOYKIRIM BİLANÇOSU İddia edilenlerin tam aksine, Ermeni terör örgütlerinin 93 Harbi’nden İstiklal Savaşı’na uzanan süreçte Doğu’da, savunmasız kadın, yaşlı ve çocuklardan oluşan Türkler’i camilere ve samanlıklara doldurarak yaktıklarına dâir Rus ve Amerikan gözlemcilerinin raporları, tarafsız kaynaklarda epeyce bir yekûn teşkîl etmektedir. Başbakanlık’ta oluşturulan özel bir birimin yaptığı araştırmalar sonucunda, I. Dünyâ Savaşı’nda Ermeni çetecilerin katlettiği Türklerin sayısı, belgeleriyle birlikte 518 bin 105 olarak açıklanmıştır. 1906-1922 yılları arasında Anadolu ve Kafkaslar’da ise 517.955 Türk, Ermeniler tarafından katledilmiştir. Sayısı tespit edilemeyenlerle birlikte bu rakam 2 milyonu bulmaktadır. Günümüzde, Ermenilerin katlettiği Müslümanlara âit 180’in üzerinde toplu mezar bulunmaktadır. Fakat bunların yalnızca 30’a yakını bugüne kadar açılabilmiştir. Hiç şüphesiz toplu katliam mezarları, Ermenilerin irtikâp ettikleri “Müslüman Soykırımının” en müşahhas göstergesidir. Son tahlilde, Ermenilerin kin ve nefret nöbetleri geçirmelerinin, soykırım tamtamcılığına soyunup dünyâ kamuoyunun önünde Türkleri katliamcı gibi lanse ederek mahkûm etmeye ve ortalığı velveleye vermeye kalkışmalarının, tamâmen suçluluk psikolojisinin tesirinde kalıp kendi vahşet, soykırım ve kan dökücü seciyelerini örtbas etmekten başka mânâsı yoktur.  BATI’NIN SOYKIRIM SİCİLİ BOZUK! 1095-1281 yılları arasında gerçekleşen Haçlı Seferleri sırasında yaklaşık 3 milyon Müslüman katledildi. Avrupalıların Amerika kıtasına ayak bastığı 1492’den itibâren öldürülen Kızılderili sayısının en az 15 milyon olduğu tahmin edilmektedir. İngilizler, Hindistan’ı sömürge altında tuttukları 1769-1770, 1876-1879, 1896-1900 arasında 27 milyon insanı öldürdüler. 1917-1953 yılları arasında Rusya’da, komünist rejimi sağlamlaştırma operasyonları esnâsında, içlerinde Türkler’in de bulunduğu 40 milyon insanın öldürüldüğü tahmin edilmektedir. Ruslar, Orta Asya’da, Sibirya’da, Urallar’da, Kırım’da, Kafkaslar’da, Azerbaycan’da, Doğu Türkistan’da ve nihâyet Anadolu’da yaşanan Türk-Rus savaşları sırasında 10 milyon Türk’ü soykırıma uğrattılar. Belçika, sömürmek için girdiği Kongo’da 1908 yılına kadar 10 milyon kişiyi yok etti. Fransızlar 1954-1962 yılları arasında Cezâyir’de 1,5 milyon Müslümanı katlettiler. Yugoslavya’nın parçalanma sürecinde Sırplar ve Hırvatlar tarafından 250 bin Boşnak katledildi; on binlerce Müslüman tecâvüze uğrarken yüz binlercesi de başka ülkelere göç etmek zorunda kaldı. SOYKIRIMCI ALMANLAR VE NAZİLER Almanlar, 1891 yılında hammadde ve işgücü ihtiyaçlarını karşılamak için Güney Batı Afrika’ya (Namibya) sömürge kurmak amacıyla çıktılar. Bölgedeki çok zengin altın ve zümrüt madenlerini ele geçirmenin yolunun yerli Herero ve Nama halklarını yok etmek olduğuna karar verdiler. Yaklaşık 132 bin yerliden geriye 15 bin kişi kalabildi. Katliamdan kurtulanların ekseriyeti ise işkenceyle öldürüldü. 1933-1945 yılları arasındaki Hitler Döneminde, Büyük Alman İmparatorluğu’nu kurmak ve üstün bir Alman ırkı oluşturmak uğrunda farklı etnik gruplardan toplam 21 milyon insan Naziler tarafından kurşuna dizilerek, toplama kamplarında fırınlarda yakılarak ve gaz odalarında zehirlenerek soykırıma uğradı.  NELER YAPILMALI? Türkiye haklılığını gerekli mercilerde, yeterince güçlü ve yüksek bir sesle savunamıyor. Ermeni lobisi, ABD ve Avrupa’da son derece faal bir şekilde Türkiye aleyhinde malzeme üretirken; Türkiye’nin şimdiye kadar yaptığı en önemli şey meseleyi büyük masraflarla “Yahudi lobisine” ihâle etmekten ve Türk Tarih Kurumu bünyesinde oluşturulan Ermeni Masası’na sâdece birkaç uzman görevlendirmekten öteye geçemedi. Türkiye’nin soykırım iddialarının meydana getirebileceği muhtemel tehlikeler hakkında yeterince bilinçli olduğu ne yazık ki söylenemez. Meseleye günübirlik yaklaşılmakta; yalnızca yoğun kriz anlarında ilgi duyulup politik, hissî ve hamâsî tepkiler verilmektedir. Konu şu an, Ermeniler ve destekçi devletler tarafından kasıtlı bir şekilde çetrefilli bir târihî probleme büründürülmüş durumdadır. Türkiye’nin çözüme dâir samîmî tüm girişimleri hep tek taraflı kalmaktadır. Dolayısıyla meseleyi halletmek sâdece târihçilerin işi olmaktan çıkmıştır. Bu kertede Türkiye’nin yapacağı en mantıklı iş, uzman târihçilerin danışmanlığında, usta siyâsetçilerin ve akıllı stratejistlerin eliyle etkili ve çözüm getirici uzun soluklu bir strateji belirlemektir. Devletin ilgili kurumları içerisinde dâimî bir merkez teşkîl edilmelidir. Türk milletinin gerçek mağdur olduğu, belgelerle ve etkili bir karşı sunumla dünyâya anlatılmalıdır. Dünyânın her yerine dağılmış Türkler organize edilmeli ve güçlü bir “Türk lobisi” oluşturulmalıdır. Türkiye aleyhtârı faaliyetlerle mücâdelede ilk ve aslî görev, bâzı kamu kurum ve kuruluşlarının yurt dışındaki temsilcilerine düşmelidir. İsmail Çolak (Temmuz 2016) Kaynaklar: Başbakanlık Osmanlı Arşivi (BOA), DH. ŞFR, nr. 54/163, 54/202, 55 A/77, 61/2-290, 96/230, 96/279, 99/124, 98/59, 99/35, SYS, nr. 53/2, MÜ, 43/34; DH, Emniyet-i Umumiye, 2. Şube, nr. 2D/13; Başbakanlık, Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü, Osmanlı Arşivi Dâire Başkanlığı, Yay. No: 14, Ank.1994; Komidos Çarkçıyan, Türk Devleti Hizmetinde Ermeniler (1453-1953), İstanbul, 1953; Başbakanlık Osmanlı Arşivi, Devlet Salnamesi, 1912, s.96-391; 1917-1918, s.100-471; Yusuf Halaçoğlu, Ermeni Tehcîri ve Gerçekler, Ankara, 2001, s.73-80; Azmi Süslü, Ermeniler ve 1915 Tehcîr Olayı, Ankara, 1990, s.11 vd; Kamuran Gürün, Ermeni Dosyası, Ankara, 1985, s.312; Davut Kılıç, “1915’te Sevk ve İskân Edilmeyen Ermeniler”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi (Özel Sayı), Nisan 2003, Sayı: 38, s.110-114; Cevdet Küçük, Osmanlı Diplomasisinde Ermeni Meselesinin Ortaya Çıkışı, İstanbul, 1984, s.105-106; M. Sadi Koçaş, Târihte Ermeniler ve Türk-Ermeni İlişkileri, İstanbul, 1990, s.214, 239; Hüseyin Çelik, “1915 Görgü Tanıklarınca Van ve Çevresinde Ermeni Olayları”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi, s.15; Stanford Shaw, Osmanlı İmparatorluğu ve Modern Türkiye, İstanbul, 1983, c.2, s.153; Gülten Kazgan, “Milli Türk Devletinin Kuruluşu ve Göçler”, İktisat Fakültesi Mecmuası, C.30, s.317; Türk Dünyâsı Târih dergisi, Temmuz 1989, Sayı: 31; Bilal Şimşir, Rumeli’den Türk Göçleri, C.1, Ankara, 1968-1970, s.204, 232, 355, 742; Ermeniler Tarafından Yapılan Katliam Belgeleri (1914-1921), C.1-2, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Yay., Ankara, 2001; Abdurrahman Küçük, Ermeni Kilisesi ve Türkler, Ankara, 1997, s.98-126; Arşiv Belgelerine Göre Kafkaslarda ve Anadolu’da Ermeni Mezalimi, TC Başbakanlık Arşivi, Yayın No: 23-24-34-35; Şenol Kantarcı, “Târihî Boyutuyla Ermeni Sorunu”, Bilim ve Aklın Aydınlığında Eğitim dergisi, s.25; Hüseyin Çelik, Görenlerin Gözüyle Van’da Ermeni Mezalimi, Ankara, 1993, s.38-95.

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak