Ara

Neo-İberalizm: Demokrasi’nin Bitişi, Dromokrasi’nin Zaferi

Yusuf Kaplan Neo-liberalizm, çağın dinidir. O yüzden herkes ne kadar liberal olduğunu ispatlamak için yarışıyor birbiriyle. Oysa hızı, hazzı ve ayartı’yı kutsayan, hakîkati yoksayan, böylelikle insanı din-dışı kutsallıkların, hızın, hazzın ve ayartının, paranın ve kariyerin, kültür, film, müzik ve spor endüstrisinin sığ ama baştan çıkarıcı ikonlarının kulu-kölesi yapan, böylelikle insanı insanlığından uzaklaştıran, neo-pagan, sahte bir “din”dir neo-liberalizm. Soru şu burada: İnsan, sahte bir “din”in peşinde neden ölesiye koşturup duruyor ki, öyleyse? İşte bu yazıda, bu sorunun izini sürmek istiyorum.   “LİBERAL OLMAYAN ÖLSÜN!” Günümüzde, liberalizm, tek tartışılamaz, sorgulanamaz ve vazgeçilemez “mutlak hakîkat” katına yükseltilmiştir. Her şey liberalleştiriliyor, liberal dile dönüştürülüyor, izafileştiriliyor ve yok ediliyor böylelikle. Herkes her şeye liberal açıdan bakmaya zorlanıyor. Dahası sağcısı solcusu, İslâmcısı eyyamcısı, herkes ne kadar liberal olduğunu ispatlamak için can atıyor, birbiriyle yarışıyor! Gelinen noktada çağın âmentüsü, “liberal olmayan ölsün!” sloganıdır artık: “Liberal değilseniz, insan bile değilsiniz”(!)   AYARTI’NIN HÜKÜMRANLIĞI Peki, nedir bu? Tam anlamıyla çağ körleşmesinin, yani her bakımdan çağın yegâne kurucusu Batı’ya mahkûmiyetin ve kendi’nden mahrumiyetin, yani semantik / “zihnî” intihârın, yani varoluşsal sefaletin; kısacası yokoluşun, tükeniş’in ve bitiş’in adı’dır. “Pornografi”nin, yani idrak kapılarının kapanmasının, farklı bakış açılarının liberalleştirilmesinin, liberalizmin rengine bürünmediği sürece ötekileştirilmesinin, bütün farklı kültürlerin düzleştirilmesinin, yok edilmesinin ve insanlığın tektipleştirilmesinin ilanı. Liberalizmin kuruluş felsefesini oluşturan siyasî haklar rejimi demokrasi’nin bitişi, neoliberalizmin hız, haz ve ayartı rejimi dromokrasi’nin zaferini ilan edişi. Ayartı’nın hükümranlığı, kısacası.   LİBERALİZM, ÖZGÜRLEŞME SERÜVENİ MİDİR? Liberalizm, bir özgürleşme çabası mıdır? Görünüşte evet; gerçekte hayır. William McNeill’in “Avrupa Tarihinin Oluşumu” başlıklı kitabında derinlemesine tartıştığı gibi, liberal “felsefe” üzerine kurulan Avrupa tarihi, “özgürlükler tarihi” değil, “imtiyazlar tarihi”dir. Ne/yin imtiyazı? Hükümranlık imtiyazı. Liberalizmin serüvenine yakından baktığımızda, liberalizmin, bir “özgürleşme” biçimi değil, insanın gerçek anlamda özgürlüğünü yitirme (=para’nın, çıkar’ın, ben’in ve beden’in arzularının kulu kölesi olma) serüveni olduğunu görmekte zorlanmayız.   SİYASETİN VESAYETİ’NDEN VESAYETİN SİYASETİ’NE... Önce şu: Liberalizm, modernliğin siyaset ve “hayat” felsefesidir. Siyasetin belirlediği bir hayat felsefesi ama. Teoriye, teorilere dayanmaz liberalizm; pratiklerin ürünüdür. Ekonomi-politik pratiklerin. Liberalizmin açmazı, tam da burada gizlidir oysa: Güçlü bir “felsefî” temeli yoktur liberalizmin. Modernliğin bütün imkânları ve zaafları, liberalizmde de görülür: Modernlik de, esas itibariyle felsefî bir temele değil, siyasî bir temele dayanır. O yüzden modernliğin Descartes, Leibnitz, Kant gibi bütün büyük kurucu “düşünürleri”, hep büyük siyasî projeler üzerinde kafa yormuşlardır. O yüzden modern felsefe, dolayısıyla liberalizm ve liberalizmin ekonomik ayağı kapitalizm, baştan sona kadar hayatı düzenlemeye kalkışmıştır. Sonuçta ortaya çıkan şey, “siyasetin vesayeti”nin “vesayetin siyaseti”ne dönüşmesidir. “OLMA” ÇABASI DEĞİL, “SAHİP OLMA” KAYGISI Oysa hiç bir “felsefe” ya da fikriyat, hayatı düzenleme kaygısı gütmez. Düşünce, sadece hayata ayna tutar; hayatı anlamaya ve anlamlandırmaya çalışır. Fakat “modern felsefe”, temel itkisi, “sahip olma” güdüsüne dayanan siyasetin vesayetinde temellendiği için hayata, insana, hakîkate hatta Tanrı’ya bile müdahale etme, çeki düzen verme kaygısını öncelemiştir. Oysa siyasetin hayata, insana, hakîkate ve Tanrı’ya müdahale etme, çeki düzen verme kaygısı, hayatı, insanı, hakîkati ve Tanrı fikrini yok etmekle sonuçlanmıştır. Bunun temel nedeni, siyasetin, hayatı bütün boyutlarıyla kavrayabilecek bir kapasiteye, bir varoluş alanına sahip olmamasıdır. Siyaset, parça’dır; bütün değil çünkü. O yüzden hayatın ve insanın varoluş serüveninin siyasete endekslenmesi, hayatın ve insanın parçalara, atomlara, kaosa ve nihayet sürgit izafileşen iktidâr kurma biçimlerine mahkûm olmasının kapılarını sonuna kadar açar. Modernlikle birlikte önce Avrupa, sonra da (Avrupa / Batı hegemonyasının küre ölçeğine yayılmasıyla birlikte) bütün dünya, siyasetin vesayetini yaşamaya mahkûm oldu. TÜKETTİKÇE TÜKENİYOR İNSAN... Siyaset üzerine kurulan bir hayat, zamanla, hayatı ve insanı da, fikri ve hakîkati de bitirmekle sonuçlanır. Çünkü siyaset kurucu bir kaynak değil, koruyucu bir barınaktır sadece. Siyaset, doğası gereği, felsefî olarak “olma”yı değil, “sahip olma”yı eksene alır ve insanın “olma” çabasını bastırır. Bugün gelinen noktada, neoliberalizm, hayatı tüketme biçimine, insanı da “tüketen hayvan”a dönüştürmüştür. İnsan tükettikçe daha fazla sahip olmak ve tüketmek için can atıyor: Ve sahip oldukça, olma yetilerini yitiriyor: tükettikçe tükeniyor. MUTLAK SAHTE’NİN MUTLAK HAKÎKAT KATINA YÜKSELTİLİŞİ! Liberalizm, insanın özgürleşmesi serüveni değil, insanın özgürlüğünü de, özgürlük fikrini de yitirmesi, sahip olduğu ve tükettiği şeylerin kulu kölesi olması serüvenidir. Liberalizm, varoluşsal sefaletin, dekadansla dansın, ayartının hükümranlığını ilan etmesidir. Bütün değerlerin izafileştirilmesi, çözülmesi, değersizleştirilmesi; değersizliğin yegâne değer katına yükseltilmesi; sonuçta bütün “dillerin” “liberal dile” ve söyleme dönüştürülerek bitirilmesi... Sözün özü: Liberalizm, insanın, “olma” yolculuğunun bitişi, “sahip olma” güdüsünün önünde sürüklenişi, sahip olduğu şeyin insana sahip oluşu ve insanı tüketişidir. Başka bir deyişle, modern siyasî haklar rejimi demokrasinin bitişi, postmodern hız, haz ve ayartı rejimi dromokrasi’nin zaferini ilan edişidir neo-liberalizm. İnsanlığın başına gelebilecek en büyük felâket yani. Mutlak hakîkatin yerine, Mutlak sahte’nin yerleşmesi ve mutlak hakikat katına yükseltilmesi. İşte tam bu noktada, insanlık, hiç olmadığı kadar, hakikate gebedir: İnsanı yücelten, kemal merdivenlerini tırmandırarak kendine getiren, kendine getirerek kendinden geçiren diriltici hakikate...  

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak