Ara

İslâm Kardeşliği Üzerine

İslâm Kardeşliği Üzerine

İslâm Kardeşliği Üzerine
Dr. Mesut Çakır

Kardeş denince akla ilk olarak maddî mânâsı gelir. Maddî anlamda kardeş; aynı anne-babadan ya da sâdece aynı anneden veya aynı babadan olanlara denir. Bu mânâda kardeş kan bağını ifâde eder. Bir de mânevî olarak kardeş vardır ki; aynı değerler etrâfında toplamış kimselere denir. Aynı gruba, cemâate, memlekete ve vatana dâhil olanlar bu anlamda birbirlerini kardeş olarak nitelerler.

Bütün bu târiflerin ötesinde Cenâb-ı Allâh’ın Kur’ân-ı Kerîm’de tanımladığı “İslâm kardeşliği” vardır. Allah Teâlâ Hucurât Sûresi’nde “Mü’minler ancak kardeştirler” buyurarak bütün inananları kardeş îlân etmiştir. Buna göre her nerede olursa olsun; ırkı, dili, rengi, mezhebi, meşrebi ve kültürü ne kadar farklı olursa olsun îman sâhibi herkes kardeştir.

İslâm’ın öngördüğü kardeşliği en güzel yaşayan hiç şüphesiz Peygamberimiz ve ashâbı olmuştur. Mekke’de İslâm’dan önce aralarında husûmet bulunanlar İslâm’la birlikte kardeş olmuş, Medîne’de kanlı bıçaklı düşman olan Evs ve Hazreç kabîleleri de İslâm’la şereflenince öz kardeşten öte bir bağlılıkla birbirlerine bağlanmışlardır. Mekkeli muhacirlere evlerini açan ve onları işlerine ortak eden Medîneli Ensâr’ın ortaya koyduğu kardeşlik de hâlâ dilden dile anlatılmaktadır.

Öte yandan İslâm kardeşliği kan bağı ile oluşan kardeşlikten daha önde görülmüştür. Mücâdele Sûresi 22. âyette şöyle buyurulur: “Allâh’a ve âhiret gününe îmân eden hiçbir topluluğun, babaları, oğulları, kardeşleri yâhud kendi soy-sopları olsalar bile, Allâh’a ve Peygamberine düşman olan kimselere sevgi beslediğini göremezsin. İşte Allah onların kalplerine îmânı yazmış ve onları kendi katından bir ruh ile desteklemiştir.” Âyet-i Kerîme’de, îmân etmeyenler öz kardeş de olsa onlara din kardeşe duyulan muhabbetin gösterilemeyeceği belirtilmektedir. Yine Hûd sûresi 46. âyette Cenâb-ı Allah, Hz. Nûh’a hitâben îmân etmeyen oğlu ile alâkalı “Ey Nûh! O, aslâ senin âilenden değildir” buyurmaktadır. Peygamber Efendimiz de “Kâfir bir kimse Müslümana, Müslüman da kâfire mîrasçı olamaz” buyurarak kâfir kimsenin Müslüman anne-babasının veya öz kardeşinin mîrâsından bir şey alamayacağını ifâde etmiştir.

Din kardeşi olanların birbirlerine karşı birtakım vazîfeleri vardır ki bunlar gerek Kur’ân’da ve gerekse hadislerde açıklanmaktadır. Kısa bâzı örnekler vermek gerekirse, Hucurât Sûresi’ndeki şu âyetler  (11-12.) kardeşlik hukûkunun sınırlarını çizmektedir:

“Ey îmân edenler! Erkekler diğer erkeklerle alay etmesinler; onlar kendilerinden daha iyi olabilirler; kadınlar da diğer kadınlarla alay etmesinler; alay edilen kadınlar edenlerden daha iyi olabilirler. Biriniz diğerinizi karalamayın, birbirinize kötü lakap takmayın. Îmân ettikten sonra fâsıklıkla anılmak ne kötüdür! Günahlarına tövbe etmeyenler yok mu, işte zâlimler onlardır. Ey îmân edenler! Zannın çoğundan sakının; çünkü bâzı zanlar günahtır. Gizlilikleri araştırmayın, birbirinizin gıybetini yapmayın; herhangi biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı? Bak bundan tiksindiniz! Allâh’a itâatsizlikten de sakının. Allah tövbeleri çokça kabûl etmektedir, rahmeti sonsuzdur.”

Âyetlerden anladığımıza göre; mü’min, din kardeşiyle alay etmemeli, onu kötülememeli, ona kötü lakap takmamalı, ona karşı sûi zandan kaçınmalı, onun gizli/mahrem hallerini araştırmamalı ve onun gıybetini yapmamalıdır. Peygamber Efendimiz (sav) de bâzı hadislerinde âyetlere paralel olarak şöyle buyurmaktadır:

“Din kardeşini bir suçundan dolayı ayıplayan kimse, ayıpladığı şeyi yapmadan ölmez.”

“Zandan sakınınız. Çünkü zan, sözlerin en yalan olanıdır. Başkalarının konuştuklarını dinlemeyin, ayıplarını araştırmayın, birbirinize karşı öğünüp böbürlenmeyin, birbirinizi kıskanmayın, kin tutmayın, yüz çevirmeyin. Ey Allâh’ın kulları! Allâh’ın size emrettiği gibi kardeş olun. Müslüman Müslümanın kardeşidir: Ona haksızlık etmez, onu yardımsız bırakmaz, küçük görmez. (Göğsüne işâret ederek) Takvâ buradadır, takvâ buradadır! Kişiye, Müslüman kardeşini hor görmesi kötülük olarak yeter. Müslümanın her şeyi, kanı, nâmusu ve malı Müslümana haramdır.”

“Müslümanların ayıplarının, gizli durumlarının peşine düşer, araştırmaya kalkışırsan, onların ahlâkını bozarsın veya onları buna zorlamış olursun.”

“Müslümanların eksiklerini ayıplarını araştırmayın. Her kim Müslümanların ayıplarını araştırırsa, Allah Teâlâ da onun ayıbını tâkîb eder, nihâyet onu evinin içinde de olsa rezil ve rüsvâ eder.”

“Mi’râca çıkarıldığımda ben bakırdan tırnaklarla yüzlerini ve göğüslerini tırmalayan bir topluluğun yanından geçtim. “Ey Cebrâil! Bunlar kimlerdir?” diye sordum. O, “bunlar (gıybet etmek sûretiyle) insanların etlerini yiyenler ve onların şeref ve nâmuslarıyla oynayanlardır” cevâbını verdi.

Netîce îtibâriyle İslâm dîni ferdiyetçi bir din değildir. Yâni, herkesin kendi içinde dînî görevlerini yerine getirdiği ve başka kimseye karışmadığı, sâdece kendini düşündüğü bir anlayış İslâmî değildir. İslâm cemâat dînidir. İyi bir İslâm Cemâati olmanın yolu da inanan herkese karşı kardeşlik hukûkunun yüklediği sorumluluğun bilincinde olmaktır. Sâdece yukarıdaki birkaç âyet ve hadisteki hükümleri Müslümanlar hayatlarına yansıtsalar, toplumda hayallerin üzerinde bir etki olacağı açıktır. Mutlu, huzurlu ve güçlü olmanın yolu da bir olmaktan geçer.

Haziran 2019, sayfa no: 42-43

Abone Ol

En son haberleri doğrudan gelen kutunuza alın. Asla spam yapmayız!

Sosyal Medya Hesapları

Mesaj Bırak